Bir Çağdaş Mimarlık Öyküsü “Gar”dan “Müze”ye… Kaynak : 01.09.1989 - Yapı Dergisi - 94 | Yazdır

Birkaç yıldan beri yaşadığımız Taşkışla macerasından sonra geçtiğimiz günlerde Haydarpaşa Garı’nın otel olacağı yolunda söylentiler gazetelere bile yansıdı.
Böylece açılan Haydarpaşa Garı sayfası bize, Paris’teki ünlü Orsay Garı’nın bir müze olarak yeniden düzenlenmesi olayını bir kez daha anımsattı.


Orsay Garı’na Seine Nehri tarafından bakış.


Müzenin aksonometrik perspektifi.
Ortada merkezi yol.

19. yüzyılın sonlarında Paris-Orieans özel Demiryolu Şirketi, Bordeaux, Toulouse ve Nantes’tan getirdiği yolcularını o tarihlerde Paris’in dışında sayılan bir noktadaki Austerlitz Garı yerine, Paris’in merkezinde prestijli bir noktaya indirmek amacıyla Seine Nehri kıyısında Orsay Garı’nı inşa etmeyi tasarlar.
Tasarlanan yeni gar ve otel 14 Temmuz 1900 günü, yani Fransız ihtilalinin yıldönümünde, 1900 Paris Evrensel Sergisi kapsamında açılır.
Bilindiği gibi Fransızların yaşamında sergilerin ve yıldönümlerinin çok önemli bir yeri var. Yıldönümlerini sergilerle ölümsüzleştiriyorlar ve şenlikleri özellikle o yıldönümleri için inşa ettikleri yapılarla noktalıyorlar. İhtilalin 100.cü yıldönümü nedeniyle açılan Uluslararası Paris Sergisi ve ünlü Eyfel Kulesi söylediklerimize iyi bir örnek oluşturuyor. Chirac Hükümetinin engellemesiyle karşılaşmasaydı Cumhurbaşkanı François Mitterrand bu yılki 200. yıl kutlamaları için de yine Paris’te çok büyük bir sergi düzenlemeyi
tasarlıyordu. Ancak sergi gerçekleşmese de Fransızlar 200. yıldönümünün anısına Bastille Operası ile Defense’taki Arche’ı 14 Temmuz’a yetiştirdiler.
İşte Orsay Garı ve oteli de 1900 yılının 14 Temmuz’unda açılmış.
Açılıştan bir süre önce ressam Detaille “Tren istasyonu harikulade; tıpkı bir Güzel Sanatlar Sarayı’nı andırıyor. Güzel Sanatlar Sarayı da tren istasyonunu andırır hale geldiğine göre Laloux’ya (Garın mimarı), hazır zaman varken ikincisinin işlevlerini değiştirmesini öneririm” diye yazıyor. Detaille’ın iğneli bir üslupla dile getirdiği önsezisi seksen altı yıl sonra gerçekleşiyor ve Gar müzeye dönüşüyor.

1900’lerin başında Orsay Garı.

Gar’dan Müzeye. Orsay, 1989

Mimar Victor Laloux’un Gar projesinin iki çıkış noktası vardı. Birincisi yolcuları Paris’in merkezinde, Louvre Sarayı’nın karşı kıyısında, Champs-Elysees’ye beş dakika uzaklıkta şık bir mahallede karşılamak, ikincisi ise Paris-Orleans Şirketi mühendislerinin hazırladıkları, gar işlevine uygun büyük metal iskelete dıştan 19. yüzyıl beğenisine, anlayışına uygun taş cepheler giydirmek.
Sonuçta, 19. yüzyıl Fransız mimarisinin sıradan örneklerinden biri olan ağır, fakat oldukça dengeli bir cephe ile harikulade güzel bir gar tonozu ortaya çıktı. Laloux’nun taş cepheleri gerçekten çağının zenginliğini ve geçmişin debdebesini, parlaklığını yansıtacak nitelikteydi ve burjuva 19. yüzyılın, gücünü endüstriyel makinalaşmadan alan zenginliğinin bir ürünüydü.
Ne var ki Gar’ın tasarımına temel oluşturan buharlı trenlerin ömrü uzun sürmez ve bunlara göre düzenlenmiş olan peronlar, uzun katarlar oluşturan elektrikli trenlerin gereksinmesine yanıt vermekten uzak kalır. 1939’da anahat seferleri iptal edilir, gar artık yalnızca banliyö trenleri için kullanılmaktadır. Önemi giderek azalan Gar’ın bakımsızlığı iç mekanına daha şiirsel bir görünüm kazandırmaktan geri kalmaz. Orson Welles “Dava” filminde Gar’ın bu şiirsel görüntülerinden dekor olarak yararlanacaktır.
Gar böylesine bir terk edilmişlik içinde, kısmen de başka işlevlerle yaşamını sürdürürken 1961 yılında bazı yeni gelişmeler olur. Fransız Ulusal Demiryolları Şirketi (SNCF) Gar’ın bulunduğu alanı ve binaları satmaya karar vermiştir. Çeşitli öneriler gelir. Hatta bu alanda yer alacak bir kongre sarayı ile 870 odalı bir otel için bir proje yarışması bile açılır. Yarışmaya katılan 13 yarışmacının arasında Le Corbusier de vardır. Gar’ın yerinde yükselecek uluslararası bir otel için gelen teklifler arasından Mimar Guillaume Gillet ile Mimar Rene Coulon’un ortak projesi birinci seçilir.

Zemin katında ikinci imparatorluk dönemi yapıtları yer alıyor. Orta yolda sağda seçmeci ve akademik resim, solda ise gerçekçi, peyzajist ve geleceğin izlenimcileri gibi daha bağımsız akımlar.
Dipte Opera Binası ve Mimari bulunuyor. Oradan doğrudan en üst kata çıkılıyor. İzlenimci resimlerin yer aldığı galeri doğal ışık olanağından dolayı buraya yerleştirilmiş. Bu katta ziyaret geç izlenimcilerle (Van Gogh, Seurat, Gauguin) devam ediyor.
Ara katta Seine tarafında kubbeli salonlar var. Burada 3. Cumhuriyet dönemi resimleri, yabancı okullar, sembolistler, Rodin heykelleri ve uluslararası Art Nouveau sergilenmiş. Ziyaret 20. yüzyılın kaynakları ve sinemanın başlangıcı ile noktalanıyor.
Ayrıca yedi salon düzenli olarak, bir temayı ya da bir olayı disiplinlerarası bir anlayış içinde canlandıran dosya-sergilere ayrılmış.


Müzenin içinden, saydam saat kadranından Tuileries’ye doğru bakış.

Ancak o tarihlerde gözünün yaşına bakılmadan yıkılmış olan ünlü Paris Halleri’nin ardından gelişen tepkiler ve bilinçlenme bu kez Orsay Garı odağı çevresinde yoğunlaşan bir tartışma ortamı doğurmuştur. Haller’in yıkılışı dönemin Kültür Bakanı Jacques Duhamel’i Orsay Garı’nın kurtarılması için eyleme geçirecektir. Gar 1978’de “korunması gerekli yapı” olarak tescil edilir. Sonuçta, Haller beklenmedik bir şekilde Orsay Garı’nın kurtarıcısı olmuştur.
Cumhurbaşkanı Valery Giscard d’Estaing bile konunun içindedir artık: Orsay Garı bir müzeye dönüştürülecektir. Orsay Garı, kuşkusuz, Fransa’daki 19. yüzyıl yapılarının en önemlisi değildir; ancak böylesine bir işlev değişikliği bütün Parislilerin ilgisini çeker, hemen on yıl süreyle sözlü ve yazılı olarak tartışılır, tartışılır.
Gar’ın 1848-1914 yılları arasındaki dönemi kapsayacak bir müze olarak düzenlenmesi kararından sonra açılan mimari proje yarışmasına altı mimar çağrılır. 1979’da sonuçlanan yarışmayı Pierre Colboc, Renaud Bardon ve Paul Philippon’dan oluşan ACT grubu kazanır. Ancak konunun pek çok sahibi vardır, başka bir deyişle yatırım projesi çokbaşlıdır. Bu başlardan biri olan Fransız Müzeler Yönetiminin isteği ve bugünün “bir yapının içmimarisi ayrı bir sorumluluktur” şeklindeki garip anlayışı doğrultusunda iç düzenleme için ikinci bir yarışma açılır. Bu kez kazanan, İtalyan mimar bayan Gae Aulenti’dir.
1848-1914 arasını, kültürel, toplumsal, ekonomik, politik, bilimsel ve teknik çalkantılar dönemini sergileyecek olan müzenin yapımı da bu işte görev alan gruplar arasında büyük tartışma ve çalkantılara sahne olur. Müzeler Yönetimi müdahalelerini arttırdıkça artırır. Uzayıp giden polemikler, sürekli tartışmalar arasında, birkaç ilke dışında ACT’nin özgün şemasından uzaklaşılır ve Gae Aulenti bir bakıma işin sahibi olur.
İlk yarışmanın birincisi ACT Grubu, Laloux’nun binasını, yani Gar’ın kendisini de müzedeki bir yapıt gibi, mimarlık tarihinin bir öğesi olarak sunmak ilkesinden yola çıkmıştır. Oysa Gae Aulenti için eski yapı, yeni kullanacağı malzemeler gibi bir malzemeden ibarettir. Aulenti’nin Gar’a bakış açısı tarihi değil biçimseldir (1)
Öte yandan Gae Aulenti, yalnızca belli bir dönemin yapıtlarını içeren dünyadaki ilk müze uygulamasında müzeoloji alanında yeni açımlar getirmektedir. Kendisi için önemli olan, yapıtları en iyi koşullarda sergilemek ve bunların iyi görülebilmelerini sağlamak, yani gerçek bir iş olan ziyareti en kolay hale getirebilmektir. Kendisine göre amaç her şeyden önce “sergi”dir. Böylece sergileme, sergileme mekanının da, zaman içindeki mimari akışın da önüne geçmektedir.
Ana düşünce bu olunca uygulama da doğallıkla bu yolda olmuştur ve sonuçta, Gar müzenin pek çok noktasından metal iskeleti, vitrayları, ışığı gibi bazı öğeleriyle hissedilse, eklenenlerle Laloux’un özgün yapısı arasında bazı noktalarda uyum sağlansa bile genelde mimari bütünlük, gerekli tutarlılık, eski-yeni diyaloğu sağlanamamıştır. Eski-yeni diyaloğu, Laloux’nun anıtsal mimarisi içine anıtsal bir mimari yerleştirilmesine karşın sağlanamamıştır. Diyalog, eklenenler arasında dahi tam olarak kurulabilmiş değildir. Kales kiriş köprünün, geniş ana mekanın anıtsal görünümü ve taş kaplamalarıyla yarattığı çelişki derhal göze çarpmaktadır.
Kimi eleştirmenler Gae Aulenti’nin sergilemedeki becerisini överken mimari anlayışını acımasızca eleştiriyorlar: “yapılanlar artık yalnızca Gar’ın ölümü demek değildir, aynı zamanda tarihsel bir anıtın da tahribidir” (2)
Sonuçta, Gae Aulenti kendi koyduğu amaca ulaşmış ve ziyaretçiyi yormadan yönlendiren, en üst düzeyde algılamayı sağlayan, çok düzenli, çok konforlu, mükemmel ışıklandırmalı bir sergileme sağlayabilmiştir.

ALINACAK DERSLER
Örnekte de görüldüğü gibi bir tarihsel yapı, koşulların değişmesi sonucunda eski işlevini sürdüremeyecek duruma gelebilir. İşlevi de tarihe karışmış olabilir. Bu durumda tarihsel konumuna uygun şekilde yaşamını sürdürebilmesi yeni bir işlevle mümkün olabilecektir. Ancak bu, hiç bir zaman bu tür binalara her tür işlevin verilebileceği anlamına gelemez. Bir anıt yapıyı böyle bir durumda kendisini oluşturan, işlevi dışında öteki bütün öğeleriyle, iç mekanı, strüktürü, özgün malzemesi, bezemeleri gibi bütün bileşenleriyle korumak gerekir.
“Orsay Garı-Orsay Müzesi” örneğinde görüldüğü üzere bu koruma ya da başka deyişle yeniden yaşatma, müze işlevinin az müdahaleci karakterine karşın -birtakım yan nedenlerle de olsa- Fransa gibi, “koruma”yı çok iyi bilen bir ülkede bile kusursuz olarak gerçekleştirilememiştir.
Taşkışla’nın, Haydarpaşa’nın otele dönüştürülmesi gibi günümüzün çok cüretli ve moda fikirleri en azından otel işlevinin ileri derecedeki müdahaleci karakteri nedeniyle temelden geçersizdir. Anıt binaların, geçmişteki işlevlerine göre düzenlenmiş geniş mekanlarının dar otel mekanlarına, oda-banyo birimlerine dönüştürülmesi “mimari koruma” açısından olanaksızdır.

Taşkışla da, Haydarpaşa da işte bu nedenle otel olamaz.

(1) Jean Jenger, Architecture d’Aujourd’hui 248, 1986, S.11
(2) Technique et Architecture 368, 1986, S.22