Demokrasi Kültürü ve İnsan Hakları | Kaynak : 27.07.2018 - Herkese Bilim Teknoloji | Yazdır |
Demokrasi, genel anlatımıyla, bütün paydaşların politikayı biçimlendirmede eşit hak ve söze sahip oldukları bir yönetim tarzıdır. Etimolojik olarak bakarsak, kökeni Yunanca… Bileşenlerindeki “dimos” halk, “kratos” iktidar anlamına geliyor. Yani demokrasinin özü, halkın kendi kendisini yönetmesine dayanıyor. Demokrasi, seçimden, sandıktan, hatta çok partililikten ibaret değil. Çağdaş toplumlarda, katılımla, paylaşımla sürdürülmesi önemli; yoksa, “Ben seçildim, sizleri artık ben yöneteceğim. Siz karışmayın, en iyisini ben bilirim, ben yaparım” anlayışıyla değil. Günümüzde artık temsilî demokrasi yerine, katılımcı demokrasi geçerlidir. Çağdaş demokrasi ortak akılla ve toplumsal uzlaşmayla sürdürülüyor. Kısacası, öncelikle “ben” değil “biz” demeyi öğrenmek gerekiyor; doğal ki, her şeyden önce de insanların demokrat anlayışta olmaları… Demokrasinin beşiği de, vitrini de kentlerdir. Zaten ilk çıkışı, Eski Yunan’daki site-devletlerine dayanır. O günün az nüfuslu kentlerinde uygulanan doğrudan demokrasi, bugünün büyümüş ülkeler ve kentlerinde kolay uygulanamıyor. Ne var ki bugün durum, 20.yüzyıldakinden de farklı: Artık Bilişim Çağı’nın olanakları devrede. Sanal iletişim sayesinde herkes düşüncelerini bir anda bütün ülkeye, hatta dünyaya yayabilme olanağına sahip. Kişiler, yalnızca seçimden seçime değil, her zaman düşüncelerini topluma aktarabilecek konumda. İnsan haklarından aldığı gücünü çağın olanaklarıyla sanal ortamda da ortaya koyabiliyor. Böylece, yasama, yürütme ve yargı erklerine, bir bakıma, toplum erki de katılmış oluyor. Yürütme, öteki erkleri baskısı altına almayı becerse, hattâ medyayı sindirse bile toplumu kolay sindiremiyor. Öte yandan, şunu bir kez daha vurgulamakta yarar var: İktidarı kullanmak sınırsız, koşulsuz değildir. Doğal ki bütün bu hak ve olanaklar, demokratik rejimler için geçerlidir. Otoriter rejimlerde toplum ve kişiler bu haklardan yoksundur. Kişisel hak ve özgürlükler için önce “İnsan Hakları”na bakalım. İnsan hakları geniş anlamda, insanların insan olmaktan kaynaklanan haklarının tümünü belirler, dar anlamda da, olmazsa olmaz nitelikteki temel hakları… Bu haklar; ırk, milliyet, cinsiyet, din ve statü ayrımı gözetilmeksizin insan onurunun gereği bütün hakları kapsar. Bu hakları, “hukuk” güvence altına alır. İnsan Hakları kavramının kökü İ.Ö. 539’a kadar uzanır. Babil’i fethetmesinden sonra Kral Büyük Kiros (Cyrus) tarafından yayımlanan ve ilk İnsan Hakları Bildirgesi sayılan metin bir kil silindir üzerine Babil çivi yazısı ile kazılmıştır. 1215 yılında İngiltere Kralı’na kabul ettirilen Magna Carta da insan haklarına ilişkin önemli bir belgedir. İnsan Hakları’nın resmen tanınmasına yol açan başka bir belge de 1776’da ilan edilen Amerikan Bağımsızlık Bildirisidir (1). Bildiri bütün insanların eşit yaratıldığını, yaşam, özgürlük ve mutluluğu arama hakkı gibi geri alınmaz hakları olduğunu vurgular. 1789 Fransız Devrimi’nin ardından da Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi gelmiştir (2). Avrupalı düşünürlerin katkıları ile gelişen haklar dizisi, sonraları ülkelerin anayasalarına da girmiştir. 18. yüzyılda benimsenen insan haklarına “1. Kuşak Haklar” ya da “Klasik Haklar” denmiştir. Klasik Haklar şöyle sıralanabilir: “Yaşam Hakkı ve kişi dokunulmazlığı, Kişi özgürlüğü ve güvenliği, Düşünce ve düşünceyi açıklama özgürlüğü, İnanç ve ibadet özgürlüğü, Konut dokunulmazlığı, Mülkiyet hakkı, Eşitlik hakkı, Dernek kurma hakkı, Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, Çalışma özgürlüğü, Dilekçe hakkı, Seçme ve seçilme hakkı, Kamu hizmetine girme hakkı, Tarafsız yargıç önünde yargılanma hakkı.” Yasaklar da var: Kölelik düzeni, İşkence yasağı gibi… |
18. ve 19. yüzyıllardaki toplumsal ve siyasal gelişmeler, anılan klasik hakların yeterli olmadığını ortaya koyacaktır. Sanayi devrimi o dönemde burjuvaziye ek olarak işçi sınıfını ortaya çıkarmış, kimi devletler yeni duruma ilişkin yeni düzenlemeler geliştirmeyi uygun görmüşlerdir. Böylece, Klasik Haklar’a ek olarak geliştirilen ve Sosyal Haklar olarak anılan “2. Kuşak Haklar” oluşmuştur. Bunlar, “Çalışma hakkı, Sendika kurma hakkı, Grev ve toplu sözleşme hakkı, İşyeri yönetimine katılma hakkı, Dinlenme hakkı, Sosyal güvenlik hakkı, Parasız öğrenim ve eğitim görme hakkı, Kültürel yaşama katılma hakkı, Sağlık hakkı, Beslenme hakkı, Konut hakkı, Anne, çocuk, engelli, yaşlı gibi desteklenmeye muhtaç kesimlerin korunmasıyla ilgili haklar” şeklindedir. Sosyal haklar 19. ve 20. yüzyıllarda birçok ülkede benimsenerek kısmen de olsa devreye sokulmuştur. Totaliter rejimlerin marifetiyle büyük bir yıkım ve kıyıma neden olan İkinci Dünya Savaşı’nın 1945’te sona ermesinin ardından BM Genel Kurulu’nca 10 Aralık 1948’de İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi kabul edilmiştir. “3. Kuşak Haklar” o kapsamda ortaya çıkmıştır. “Dayanışma Hakları” olarak da anılan bu haklar, Batı dünyasında, daha önce benimsenmiş olan Klasik Haklar ve Sosyal Haklar gruplarının tamamlayıcısı olmuştur. 3. Kuşak Haklar şöyle sıralanır: “Çevre hakkı, İnsanlığın ortak malvarlığına saygı hakkı, Gelişme hakkı, Barış hakkı, Yiyecek hakkı, İnsani yardım alma hakkı, Self determinasyon hakkı.” Şimdilerde, içinde bulunduğumuz Bilişim Çağı’ndaki gelişmelerin, 4. Kuşak Hakları getirmesi gereğinden söz ediliyor. Ülkemizin geçmişine bakarsak… Osmanlı döneminde padişah, “efendi” idi; sözcüğün alındığı eski Farsça’daki anlamı da buydu. Padişahlar halifeliği de üstlenince siyasal güçlerine dinsel gücü de katmış oldular. O dönemde, düşünmek halkın işi değildi; “Padişah Efendimiz bilir” anlayışı yaygındı. Sonunda Cumhuriyet, halkı kulluktan çıkarıp birey yaptı. Demokrasi ancak bu temel üzerinde kurulabilirdi. Atatürk döneminde kadınlara seçme ve seçilme hakkı kimi Avrupa ülkelerinden bile çok daha önce, 1934’te tanımıştır. Aynı haklar Fransa ve İtalya’da 1946’da, İsviçre’de 1971’de tanınacaktır. İnanç ve ibadet özgürlüğü de yine Atatürk Türkiyesi’nde laiklik ilkesiyle güvence altına alınmıştır. Demokrasinin işleyebilmesi için bütün bireylerin eğitimli ve demokrat olması gerekir; öncelikle de siyasilerin… İşin özü budur. Yazık ki, bizde, demokrasinin koruyucusu olması gereken siyasal partilerin bünyesinde bile hâlâ demokrasi yok. İnsan haklarıyla demokrasi iç içedir. Ülkemizde demokrasinin ne kadar gelişmiş olduğunu doğru ölçütlerle belirleyebilmek için yukarıda üç kuşak halinde sıralanan İnsan Hakları şablonuna başvurmak yeterlidir. İktidarların, insan haklarını göz ardı ederek özgürlükleri budamaya çalışmaları kabul edilemez. Hangi gerekçeyle olursa olsun, bu ilke ve özgürlüklerin tümünü uygulamayan ülkelerde demokrasinin varlığından söz etmek bile anlamlı olamaz. Özetlersek, iktidar odaklı demokrasiden, insan odaklı demokrasiye geçilmedikçe, başka bir deyişle temsili demokrasiyi katılımcı demokrasiye dönüştürmedikçe toplum huzura kavuşmaz. Not:
|