Dünya Kupasının Ardından Kaynak : 15.07.2010 - Cumhuriyet Gazetesi | Yazdır

 

Bir Dünya Futbol Şampiyonası daha geride kaldı. Şampiyonaya damgasını vuran olayları şöyle bir gözden geçirelim.

Güney Afrika’da yapılan karşılaşmaların hâkim sesi, bir çeşit yerel zurna olan vuvuzela zırıltısıydı. Yalnızca statlardakiler değil, televizyon başındaki bütün izleyiciler bu zırıltıdan yakınır oldular. Ne var ki FIFA’nın yerel renk saydığı vuvuzela, şampiyonanın sonuna kadar egemenliğini sürdürdü. Şimdi korkumuz, vuvuzela modasının bütün dünyada yaygınlaşması tehlikesi olmalı, zira uğultusu hâlâ kulaklarımızda…

Şampiyonanın başarılı kıtası Avrupa’ydı. İlk üçü Avrupa takımları oluşturdu: İspanya, Hollanda ve Almanya… Öte yandan, Avrupa’nın futbolda iddialı ülkeleri, Fransa, İtalya ve İngiltere de düş kırıklığı yaratanlar arasındaydı. Onlara Güney Amerika’dan Brezilya ve Arjantin’i eklemek gerekiyor. Sonuçların, futbolda başarının lafla ya da boş iddialarla gelmediğini, disiplinli, programlı, sistemli çalışmalara dayandığını açıkça ortaya koyduğunu söyleyebiliriz.

Bu şampiyonada biz seyirciydik. Şampiyonanın eleme turlarındaki boş iddialarımız, böbürlenmelerimiz ve büyük laflarımız hiçbir işe yaramadı. Sonuçta, Güney Afrika yolu Türkiye’ye kapanıverdi. Böylece biz izleyici olduk; Alman takımının Türk asıllı oyuncusu Mesut Özil’le avunmaya çalıştık. Kulüplerimizden kovarak uzaklaştırdığımız Joachim Löv ve Vicente del Bosque’nin bize verdikleri dersi ibretle izledik.

Oynanan futbol, kulüp takımlarınınkinin gerisindeydi. Yaşanan deneyim, en seçkin oyuncularla bile, kısa sürede tam bir birliktelik kurulmasının, bir takım yaratılmasının kolay olmadığını gösteriyor. Futbol her şeyden önce bir takım oyunu ve başarı ancak iyi bir takım oluşturmakla sağlanabiliyor. Bu yargıyı özellikle bugünlerde, yerlileri bir yana itip gösteriş uğruna yabancı futbolcu transferi adına her türlü hesapsızlığı göze alan kulüplerimiz için bir kez daha dile getirmek istiyorum.

Bu yarışın bir başka boyutu, takımların kuruluşundaki küreselleşme olgusunun göze çarpar etkisiydi. Ulusal takımların kadroları gelenekçi anlayıştan giderek uzaklaşıyor. Yabancı oyuncu transferlerinin yalnızca profesyonel kulüpler için söz konusu olmadığı, ulusal takımlar için de geçerli olduğu görülüyor. Ana hedef, olanakları kullanarak iyi bir takım oluşturmak ve sonuçta kazanmak haline gelmiş.

Dünya şampiyonasının sözü çok edilen renkli bir aktörü de bilici ahtapot Paul oldu. İki buçuk yaşındaki ahtapot Paul birçok maçın galibini önceden tahmin etti. Şimdi hayvanat bahçesindeki işlevinin dışında daha önemli görevler üstlenmesi, örneğin, dünyanın şaşkın gidişi karşısında politikacılara yol gösterici olması beklenebilir.

Futbol tutkusu bir ay boyunca bütün dünyayı sardı. Fransa cumhurbaşkanı takımının elenmesine kızdı. Kimi savlara göre, Almanya’yı eleyerek finale yükselen İspanya’da bu tarihi başarı, krizdeki ülke ekonomisini kurtardı. Forma ve bayrak satışlarıyla yüksek kazanç elden eden İspanyollar, ülkelerine gelen turist sayısında da önemli ölçüde artış sağladı. İç piyasada otellerin doluluk oranı artarken, reklam, iletişim ve gıda sektörleri ülke ekonomisini canlandırdı. Hattâ zafer sonrası ülkedeki gergin siyasal ortam yumuşadı. Hollanda ve Almanya’da ise hayaller yıkıldı. Bize gelince… Bir süre için toplumumuzu dertlerden, politik çekişmelerin sinir bozucu zararlı etkilerinden, gerilimlerden biraz olsun uzaklaştırdığı için çok yararlı oldu. Bu arada TRT de hiç değilse maç yayınları sürelerince izlenebilirlik kazandı.

2010 Dünya Kupası uzun yıllar, vuvuzela ve bilici ahtapot Paul ile birlikte anılacak.