İstikbal Gökdelenlerde Değil! Kaynak : 15.08.2022 - Cumhuriyet Gazetesi | Yazdır

Gökdelenlerin tarihçesine bir göz atalım… Yükselmek, insanoğlunun içgüdüsünde vardır. Tarihteki gelişmeler ve örnekler bunu gösterir. Babil Kulesi, Mısırlıların piramitleri, Mezopotamyalıların ziguratları, Çinlilerin pagodaları, Hristiyanların çan kuleleri, Müslümanların minareleri bu eğilimi gösteren simgeler olmuştur. Zamanla kapitalist dünyada da bu eğilim etkisini gökdelenlerle gösterecekti. 

Gökdelenlerle getirilen çözümler kapitalizmin bazı gereksinimlerini de karşılıyordu: Beyaz yakalıları topluca bir arada çalıştırmak, aynı iş ortamını, aynı iş araçlarını kullandırmak ve çalışanları bir hiyerarşi içinde denetlemek, kapitalist iş yaşamının gereksinmesiydi. Binanın kendisi de çevresine tepeden bakan bir gösteriş simgesiydi. Bu yüksek binalar şehir merkezinin yeni kavramına da uygun düşüyordu.

Modern çağı işaret eden ilk yüksek yapı Eiffel Kulesi’dir. İki yıl, iki ay gibi bir sürede tamamlanan kule, Fransız İhtilali’nin 100. yıldönümü için 1889′da Paris’te açılan Evrensel Sergi’nin simgesel yapısıydı. Sergiden sonra yıkılmak üzere yapılmıştı; yıkılmadı… 300 m.lik yüksekliğiyle uzun yıllar dünyanın en yüksek yapısı olma özelliğini korudu.

Gökdelenlerin tarihi için başta Chicago ve New York olmak üzere ABD’ye bakmak gerekir. Yapısal çeliğin endüstriyel bir şekilde üretilmesi, betonarmenin, asansörün, öteki kaldırma araçlarının ve su pompalarının gelişmesi yüksek yapılara olanak veriyordu. Bunlara ek olarak kent merkezlerinde toprağın az ve pahalı olması, insanların yüksek yapı yapma eğilimi ve mühendislerin marifet gösterme hırsıyla birleşince ABD’de gökdelenler yarışı başladı.

Alışılmışın çok üstünde yüksekliği olan bu yapılara, ABD’de “skyscraper”, Fransa’da “gratte-ciel” deniyordu. Celal Esad Arseven‘in 1944 yılı basımı Fransızca-Türkçe Sanat Lügati “gratte-ciel”in karşılığını şöyle veriyor: “Devbina, gökdam (kırk, elli veya daha fazla katlı binalar) <Âfaka ser çeken>, başı gökde.” Yıllar sonra “gökdelen” sözcüğünde karar kılındı. Bugün genelde, 100 m.’nin üzerindeki yüksek yapılar gökdelen sayılıyor.

Bize gelince… Ülkemizde gökdelen sayılabilecek ilk yüksek yapı Ankara’da yapılmış olan Kızılay Emek İşhanı’dır. 1959-65 arasında Mimar Enver Tokay tarafından tasarlanan yapı 24 katlı ve 76 m. yüksekliğindeydi. Bu yapı, o tarihlerde halk tarafından “Gökdelen” adıyla anıldı. Sonraki örnek İstanbul’daki Odakule oldu. Bu yapılar denendikleri tarihte, Türkiye’de henüz gökdelen yapımına uygun yeterlikte teknoloji ve malzeme yoktu. Örneğin, tutarlı bir giydirme cephe, doğru çözülmüş iklimlendirme sistemleri vb… Bu ilk denemeleri teknolojinin de gelişmesiyle onlarcası izledi.

Yüksek yapıların Boğaziçi’nde siluete etkisi.

“Üretilemeyen tek şey topraktır” denir. Bizde toprağın da üretilmesinin bir yolu bulundu: Yapılaşma iznini iki katına çıkardığınızda arsanın değeri de iki katına çıkıyordu. Arsa sahipleri o nedenle yüksek yapılara yönlendiler. Özellikle, İstanbul’da olduğu gibi, hızlı nüfus artışıyla karşılaşan kentlerde, yapıların yükselmesi bir çözüm haline geliyordu.

20. yüzyılın sonlarına doğru, gelişmiş ülkelerdeki ekonomik yapının değişmeye başlaması, bilginin ve bilişimin giderek sermayenin ve sanayinin önüne geçmesi, işyeri konseptine de değişiklikler getirmeye başladı. Bilişim devrimi, gökdelen özentisini geri plana itmiş görünüyor. Büro çalışanlarının kent merkezinde pahalı bir yerde topluca tutulmaları düşüncesi giderek değerini yitirdi. Sanal iletişim olanakları sayesinde büroların kolay ulaşılabilir, daha ucuz banliyölerde yer alması yeğlenir oldu. Örneğin, Chrysler’in merkezi artık, New York’ta 319 m. yükseklikteki ünlü Chrysler gökdeleninde değil, Detroit’te yeşillikler içinde… Sears firması da kendi gökdeleninden ayrılarak Chicago’nun uzak banliyölerinden birine taşındı… Ürettiği bilgi sistemleriyle dünyanın en varsıl şirketlerinden biri haline gelen Microsoft’un merkezi ise Washington Eyaleti’nde Redmond adlı yörede; binalarının yüksekliği ise yalnızca 20 m.

Bu durum karşısında “Gökdelenlerin sonu mu geliyor?” sorusu akla gelebilir. Ancak, hiç sanmıyorum; insanlardaki “büyüklük, gösteriş ve rant” hırsı sönmedikçe yükselme tutkusu sürüp gider. Buna, kent merkezinde yoğunlaşma eğilimi ve arsa azlığı gibi gerekçeleri de eklemek gerekir.

Arsa sahipleri o nedenle yüksek yapılara yönlendiler. Ülkemizdeki kentsel planlama ve kentsel tasarım konularındaki yetki kargaşası; parçacıl planlarla, parsel bazında verilen kararlar, gelişigüzel yoğunluk artışlarının ve yükselmelerin yolunu açtı. Bu tür yapılaşmanın sonucu birçok şehrimizde görülebilir. Ne var ki bugün ülkemizdeki gökdelenlerin birçoğunda doluluk oranları giderek azalıyor.

Atatürk, “İstikbal Göklerdedir” demişti. Kimileri, bunu “İstikbal Gökdelenlerdedir” şeklinde algılamış olabilir mi?

Kısaca söyleyelim: İstikbal Göklerdedir, Gökdelenlerde Değil!