Laiklik Nedir, Ne Değildir? Kaynak : 06.09.2014 - Cumhuriyet Gazetesi | Yazdır

Hıristiyanlara, kutsal saydıkları Kudüs’ün yolunu açmak bahanesiyle Müslümanlara yani Anadolu Selçukluları’na karşı Birinci Haçlı Seferi düzenlenirken, 1095 yılında, Papa 2. Urbain’in Clermont Konsili’nde söylediği, “Dieu le veut!” (Tanrı bunu istiyor!) sözleri Haçlı Seferleri’nin nârası haline gelecekti. İnsanlığın yüzkaralarından biri olarak tarihe geçen Haçlı Seferleri Tanrı’nın buyruğu gibi sunuluyordu.  1095-1291 yılları arasındaki o seferlerde sivil-asker 3 milyon insan yaşamını yitirdi.

Ünlü Fransız düşünür Jean Cocteau’nun, 6 Mart 1916 günlü haftalık “Le Mot” dergisinde çıkmış “Tanrı Bizimle” adlı bir şiiri vardır. Türkçesi şöyle: Papazları,/ çocukları, / kadınları, / öldürdüler ve / “Tanrı bizimle!” dediler.  

“Tanrı” adı, tarih boyunca çeşitli ereklerle kullanılmıştır. Sormak gerekir: Acaba hangi Tanrı, kullarının savaşmasını, birbirini öldürmesini ister? Tabii, mitolojideki Savaş Tanrısı Ares’in dışında… Kimi insanlar, çoğu kez dinleri, dinsel zaafları ve Tanrı’nın adını kullanarak iyi ya da kötü emellerini gerçekleştirmeye yöneliyorlar.

Dünyada pek çok kötülüğün, yukarıda örnekleri verildiği şekilde Tanrı’nın adı kullanılarak yapıldığı göz ardı edilmemeli. Din savaşlarının çok sayıda örnekleri tarihte yerini almıştır. Bugün dahi Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren korkunç çatışmalar, savaşlar dinsel gerekçeyle yapılmıyor mu? Hattâ bazen aynı dinin farklı mezhepleri değil mi söz konusu olan? Ülkemizde yaşadığımız dinci kışkırtmalı korkunç olayları anımsayalım: Kubilay olayı çok geride kaldı denebilir. Ya ötekiler… Maraş Katliamı, Çorum olayları, Konya’daki Kudüs Mitingi, Sivas’ta Madımak’ta yitirdiklerimiz…

Laikliğe gelince… Hiç çarpıtılmasın… Laiklik, dinsizlik değildir; din düşmanlığı hiç değildir. Yalnızca, devlet yönetimi ile dünya işlerini dinden ayrı tutma anlayışıdır. Demokrasinin vazgeçilmezi, sosyal barışın ön koşulu, bütün inançlara saygının güvencesidir laiklik; ayrıştırıcı değil, içerdiği hoşgörüyle birleştiricidir. Demokratik yaşamın, toplumsal barışın olmazsa olmazıdır. Laikliğin olmadığı yerde özgürlük de olmaz, demokrasi de. En kısa anlatımıyla, laiklik inanç özgürlüğüdür.

Hoşgörü örneği:  Kuzguncuk...  Cami ve Ermeni Kilisesi yan yana. Biraz ötede birbirine bitişik olarak Sinagog ve Rum Ortodoks kilisesi var.

Hoşgörü örneği: Kuzguncuk… Cami ve Ermeni Kilisesi yan yana. Biraz ötede birbirine bitişik olarak Sinagog ve Rum Ortodoks kilisesi var.

 

Harita için yararlanılan kaynak: Alman Mavileri, 1913-1914 İstanbul Haritaları, İBB.

Harita için yararlanılan kaynak: Alman Mavileri, 1913-1914 İstanbul Haritaları, İBB.

İnsanları, dindarlar / laikler diye ayırmak anlamsızdır. Bu kavramlar birbirinin karşıtı değildir; dindarlar da pekala, laik düşünceden yana olabilirler; olmalıdırlar da… Başka dinden, başka mezhepten, başka inançlardan olanlara hoşgörülü ve saygılı olabilmeleri için… Devlet yönetimi laik olmalıdır. Devlet, bütün yurttaşlarını kucaklayacaksa zaten öyle olmak zorundadır. Aksi halde dayatmalar söz konusu olur.

 

Laiklik sözcüğü dilimize Fransızca “laïcité”den girmiştir; Larousse sözlüğüne göre, “Din”i, siyasetin ve yönetimin, özellikle de temel eğitimin dışında tutan anlayışı ifade eder”; düşünce özgürlüğü ile din ve vicdan özgürlüğü esaslarına dayanır. “Özgürlük, Eşitlik, Kardeşlik” ilkelerine dayalı 1789 Fransız Devrimi sonrasında dinin, yürütme, yargı ve yasamanın yani üç erkin dışında tutulması ilkesi benimsenmiştir. Buradaki kardeşlik, din, dil, ırk, cinsiyet farkı gözetmeyen insancıl bir kardeşliktir; ayırıcı değil, birleştiricidir. Fransız anayasasına ise laiklik ilkesi 1905’te girmiştir. O anayasanın ilk maddesi şöyledir: “Fransa, bölünmez, laik, demokratik ve sosyal bir cumhuriyettir.”

Aslında laikliğe ilk damgasını vuran ABD’dir. ABD’nin kurucu büyüklerinden sayılan, üçüncü Başkanı Thomas  Jefferson’un hazırladığı anayasa din ile devlet işlerini birbirinden tamamen ayırmıştır. ABD’de kilise ile devlet ayrılığı söz konusudur.

Laiklik ilkesi Türkiye Cumhuriyeti’nin temel taşlarından biri olarak 5 Şubat 1937’de anayasaya girmiştir. 11.Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, laiklik ilkesinin anayasaya girişinin 77. yıldönümü nedeniyle yaptığı açıklamada şöyle diyordu: “Sosyal barışın korunmasının en önemli şartı olan laiklik, vatandaşlarımızın farklılıklar taşıyan inançlarını özgür şekilde yaşayabilmelerinin güvencesidir. Bu itibarla laiklik, devletin bütün dinler ve mezhepler ile inanç grupları ve inançsızlar karşısında tarafsız olmasını, hepsine saygıyla yaklaşmasını öngörmektedir. Devletin din ve vicdan özgürlüğünün kullanılması konusunda herkese eşit mesafede durması, farklı hayat tarzlarına gelebilecek baskıların önüne geçmesi, hak ve özgürlükler sistemi olan demokrasinin vazgeçilmez gereklerinden biridir.” (1)

Gül’ün söyledikleri konuyu çok iyi açıklıyor. Öte yandan, Tayyip Erdoğan, başbakanlığı sırasında, diktatör Mübarek’in devrilmesi sürecinde Kahire’de Tahrir Meydanı’nda yaptığı konuşmada Mısır halkına laikliği önermişti. İnanmasaydı, önermezdi herhalde diye düşünebiliriz. Ancak bütün bu söylemler özellikle son yıllarda laiklik konusunda sıkça karşılaştığımız söylem ve eylemlerle örtüşmüyor.

Kuruluş felsefesine ve Anayasamızın değişmez maddelerinden olan 2.maddesine göre “Türkiye Cumhuriyeti… demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” Cumhurbaşkanlığı yemini de laikliğe vurgu yapar: “…Anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma…”T.Erdoğan yeni cumhurbaşkanı sıfatıyla namusu ve şerefi üzerine böyle yemin etti; O yemin bağlayıcıdır. Önemli olan, Cumhuriyet’in kuruluş ilkeleriyle bağdaşmayan, hatta çatışan kimi arayışlar ve girişimlerden bir an önce kurtulmaktır.

Bilindiği gibi, İslam ülkeleri arasındaki tek laik ülke Türkiye’dir. Türkiye, Atatürk devrimi aydınlanması ve laiklik sayesinde bütün o ülkeler arasında, gelişmişlikte en ileri konuma gelebilmiştir; üstelik petrol vb. bir zenginlik kaynağı olmadığı halde. Bütün bunlara karşılık AKP iktidarının politikası zaman zaman, belirli dinsel ve mezhepsel etkileri, başta eğitim olmak üzere her alanda dayatıp yayma ve egemen kılma yoluna sapabilmektedir. Dış politikada ise Osmanlı’nın son yıllarında tam bir hüsranla sonuçlanmış olan Panislamizmi yani din kardeşliğine dayalı siyasal İslam bütünleşmesini hayal edip halâ ondan medet ummaya özenenler var. Tarihi iyi okumak gerekir. Siyasetin din ve mezhep ilişkilerine göre yönlendirilmesinin Ortadoğu’daki Arap ülkelerini nasıl kan gölüne çevirdiğini bugünlerde bir kez daha yaşayarak görüyoruz. Orada olan bitene bulaşmak bile Türkiye’yi sıkıntıya sokuyor. Tarihi bilmeyenler en azından bu gelişmelerden ders çıkarmalılar.

Vaktiyle siyasetten çekildiklerinde, İsmet İnönü’ye ve Celal Bayar’a Türkiye’yi tehdit edebilecek tehlikeler ayrı ayrı sorulmuştu. Bayar’a göre en büyük tehlike ‘komünizm’di; İnönü’ye göre ise ‘irtica’… 1950-60 yılları arasında iktidardaki Demokrat Parti’nin ileri gelenleri hep, komünizmin bir gece ansızın geleceğinden kaygı duyarlardı. Bayar’ı kaygılandıran konu bugün gündemden düşmüş gibi görünüyor. Keşke İnönü’nün kaygısı için de aynı şeyi söyleyebilsek.

  1.  Posta gazetesi, 6.2.2014.