Tutarsızlıklar (Sansür, Mimaride Sansür, Yeni Hong Kong) Kaynak : 01.06.1988 - Yapı Dergisi - 79 | Yazdır

SANSÜR
Türkiye gariplikler, çelişkiler ülkesi niteliğini inatla sürdürüyor. Bir yandan Kültür ve Turizm Bakanı Kütüphanecilik Haftası’nda başlatılan “En iyi hediye kitaptır” kampanyasını yürütüyor, milletvekillerine kitaplar armağan ediyor, öte yandan Ahmet Altan’ın, Henri Miller’in kitapları muzır bulunarak yok edilmek üzere toplatılıyor. Duygu Asena’nın, artık pek ünlü olan “Kadının Adı Yok” adlı kitabı kırkıncı basımından sonra muzır yayınlar arasına giriyor. Bazı dergilere muzır yasasıyla milyarlarca liralık cezalar yağdırılıyor. Kağıda zam üstüne zam geliyor.
İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, her yıl İstanbul Sinema Günleri adı altında bir film festivali düzenliyor ve bu çabasını yıllardan beri de başarıyla sürdürüyor. Bu arada sinemanın ünlü ustalarından birçoğu İstanbul’a geliyor. Örneğin Sinema Günleri kapsamında düzenlenen Altın Lale Uluslararası Film Yarışması’nın jürisinde, ünlü yönetmen Elia Kazan’ın yanısıra Macar yönetmen Peter Basco, San Francisco Film Şenliği yöneticisi George Gund “Paris’te Bir Aşk”ın başoyuncusu Catherine Wilkening,
Fransız yapımcı Jacques Le Glou, Uluslararası Sinema Yazarları Federasyonu Genel Sekreteri Alman eleştirmen Klaus Eder, eleştirmen Don Ranvaud gibi ünlü adlar yer alıyor.
Ancak gelin görün ki festivale katılan pek çok film sansüre takılıyor. O sansür hazretleri ki, bazan kendisini hissettirerek bazan da hissettirmeyerek her an, her yerde karşımıza çıkıyor, yaşantımızı, kültürümüzü etkiliyor.
TRT, göstereceği filmleri denetim adı altında dilediğince makaslar. Bunun seyircilere bir saygısızlık olduğunu, bu davranışın filme emeği geçen yapımcıların, sanatçıların haklarına bir saldırı olduğunu hiç aklına bile getirmez. Anlaşılan, TRT’ye göre Türk seyircisi yeterince yetişkin, olgun değildir. Oysa bu davranış öteki sanat dallarına uygulandığında, örneğin bir resmin ya da heykelin beğenmediğimiz ya da onaylamadığımız bir bölümünün kesilip atılmasına, budanmasına eşdeğerdir. TRT’nin telif haklarına açık bir saldırı niteliği taşıyan makaslama hakkını nereden aldığı gerçekten de anlaşılır gibi değildir.
Yapımcı konuyu öyle tasarlamış yorumlamış ve seyirciye öylece sunmayı yeğlemiştir. Bir resim ya da heykel nasıl budanamazsa, TRT de filmi aynen gösterir ya da beğenmiyorsa hiç göstermez.
Bu anlayış aynı sansürü Türkçe için de getirmiş, pek çok sözcüğün televizyon ve radyoda kullanılması yasaklanmıştı. Derslik, doğal, esinlenmek, etkin, görsel, kuşku, olanak, ulus, ulusal, yapay, yapıt, yaşam, zorunlu gibi dile iyice yerleşmiş sözcükler uzun süre reklamlarda bile kullanılamadı. Çok şükür, genel müdürün değişmesi ve yeni genel müdürün uygar kararıyla TRT’deki sözcük sansürü de kaldırılmış oldu.

MİMARİDE SANSÜR
Gelelim mimari sansüre… Her alanda sansür olur da mimarlık alanında olmaz mı? Projeyi hazırlayacaksınız, ille de belediyenin incelemesine sunacaksınız. Yürürlükteki İmar Yasası bin metrekarenin altındaki yapılar için ruhsat alınmasının zorunlu olmadığını istediği kadar söylesin dursun*… Olmaz! Projeniz kesinlikle belediye onayından geçecek, kısır yönetmeliklere, belediyelerce uygulanan ilke kararlarına uygunluk açısından denetlenecek, bürokrasi, gücünü bütün ağırlığıyla gösterecektir, işte bu yönetmeliklerle, bu denetimlerle mimarlarımız ve yapılarımız hizaya getirilmişlerdir. Şehirlerimiz bugünkü ilkel çehrelerine böylece kavuşmuştur. Sansür bir işe yarasaydı şehirlerimiz şehre benzerdi. İşte bu da mimarlıkta sansürün sonucu.

YENİ HONG KONG
Öte yandan, bütün bu kısıtlamalara karşılık İstanbul gökdelenleşme özgürlüğünü (1) sürdürüyor.
Dünya şehri, tarihi İstanbul ikinci bir Singapur mu oluyor?
Zürih’te ekonomi öğrenimini sürdüren bir genç hanım bir süre önce mektubunda şunları yazıyordu: “Geçen gün burada İstanbul ile ilgili çok uzun bir yazı çıktı. Dalan’ın İstanbul’u ikinci bir Singapur yapmak istediğine ve Tarlabaşı yıkımlarına dair. Okuyunca nasıl içim ezildi anlatamam Bizim evde her okuyanın morali bozuldu “…
Evet, İstanbul gibi tarihi bir şehrin her yanında birbiri ardından gökdelenler yükselmeye başlıyor. Yapı Dergisi’nin geçen sayısında Süzer-STFA işbirliğiyle gerçekleştirilecek olan Taksim Turizm ve İş Merkezi’nin resmini basmıştık. Koskoca Dolmabahçe Camisi, resimde ön planda olduğu halde sahilde filika gibi kalıyor. Tarihi saat kulesi de öyle… Yıllar önce Opera binası (şimdiki Atatürk Kültür Merkezi)’nin sahne kulesinin birazcık yükseltilmesi iznini alıncaya kadar yapının mimarı Hayati Tabanlıoğlu dostumuz neler çekmişti. Üstelik o yapıyı Bayındırlık Bakanlığı yaptırmaktaydı. Şimdi İstanbul, gelişigüzel gökdelenleriyle yepyeni çehresine doğru doludizgin gidiyor.
Kısaca Hong Kong’laşıyor, Singapur’laşıyor. Hong Kong’u da Singapur’u da biliyoruz; gökdelenlere de karşı değiliz. Ancak İstanbul’un gökdelenler, kazıklı yollar, viyadüklerle doğal ve tarihsel değerle yitireceği açıktır. İstanbul, tarihi, eşsiz doğası ve insani ölçeğiyle “İstanbul”dur. Bunları dile getirmenin duygusallıkla, eskiye özlemle (bazılarının deyişiyle nostaljiyle) ilgisi olamaz.
Hangi kriterlerle yeşil alanlar yapılaştırılıyor? Hangi planlar uygulanıyor? Hangi kriterlerle, bunca kata izin verilerek İstanbul’un emsalsiz silueti değiştiriliyor? Bu soruların yanıtlarını bilmiyoruz, Tek bildiğimiz şey: tarihi İstanbul artık tarihe karışıyor.

*İmar Yasas. Madde 27.