ÜÇ VALİ Kaynak : 29.04.2010 - Cumhuriyet Gazetesi | Yazdır

 

23 Nisan’da bir Çocuk Bayramı’nı daha geride bıraktık. Bayram beni yıllar öncesine, çocukluğuma götürdü. Erzincan’da İlkokulun birinci sınıfındaydım. Gazyağı lambasından yeni kurtulmuştuk. Ancak, evlere elektrik yalnızca akşamları verilebiliyordu. Bu nedenle de, o zamanın tek toplu iletişim aracı olan uzun dalga Ankara Radyosu’ndaki Radyo Çocuk Kulübü yayınını çoğu kez kaçırıyorduk. Herhalde büyüklerin de yüreklendirmesiyle olacak, birkaç çocuk toplanarak bir tatil günü Vali’nin evine gittik, kapısını çalarak derdimizi anlattık: Çocuk programı olduğu akşamlar elektrik daha erken saatte verilmeliydi. Altı yaşındaydım ve sözcü bendim. O günden sonra, çocuk programı günlerinde elektrikler daha erken saatte verilince Erzincanlı çocuklar da Radyo Çocuk Kulübü’nün düzenli izleyicisi oldular.

O vali, hiç unutmadığım, saygıyla andığım bir vali oldu.

Yıllar sonra Mimarlar Odası İstanbul Şubesi yönetim kurulunun sekreter üyesiydim. 1966 yılı olmalıydı. Başta Merkez Yönetim Kurulu Başkanı Haluk Baysal olmak üzere Yönetim Kurulu üyeleri, göreve yeni atanmış olan İstanbul valisini ziyarete gittik. Randevu almıştık. Hem kendisini yeni görevinden dolayı kutlayacak, hem de İstanbul’un bitmez tükenmez planlama sorunlarını dikkatine sunacaktık. Vali bizi makam odasının hemen girişinde ayakta karşıladı. “Bakın” dedi, “sizi ayakta karşılıyorum. Niçin biliyor musunuz?” Tabii, bilmiyorduk; zaten bilemezdik de. Böyle bir karşılamayı, mimarlığa, mimarlık

mesleğine ya da Oda’ya
gösterdiği saygıya bağladım kendimce… Ne var ki ben daha çok genç ve toydum. Bizi fazla bekletmeden sorusunun yanıtını kendisi verdi. Acelesi varmış, başka bir toplantıya yetişecekmiş… Oturmak üzere yer bile göstermedi; ellerimizi sıkıp bizi uğurladı. Ne yapalım… Telaşı varmış sayın valinin… Koskoca vali, randevusuna hâkim olamamıştı.

Başka bir valinin öyküsünü de geçen günlerde gazetelerde okuduk. Mardin’de 39 kurumun katıldığı masa tenisi turnuvasının final maçı sonrasında kupayı Valinin vermesi programlanmış. Ne var ki vali beyin acelesi varmış. Final karşılaşması birinci setten sonra durdurulmuş ve Vali, şampiyonluk kupasını, anlaşılmaz bir şekilde şampiyon ilan edilen Arçelik Masa Tenisi takımına vermiş. İkincilik kupası da Belediye Başkanı’nca Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü takımına verilmiş.

Ne var ki işler ters gitmiş; devam eden maçın sonunda, şampiyon ilan edilen takım yenilince durum değişmiş ve Arçelik’ten alınan şampiyonluk kupası Bayındırlık ve İskân Müdürlüğü takımına verilmiş; onlar da ellerindeki ikincilik kupasını Arçelik takımına vermişler.

İşte, gördüğünüz gibi, Türkiye’de 21. yüzyılda olabiliyor böyle şeyler. Oysa, vali beyin acelesi olduğuna göre daha iyi bir çözüm bulunabilirdi. Örneğin, birincilik kupası daha önce ortadan biçilip, takımlara birinci setten sonra yarıları verilebilirdi; maçın sonunda da yarım kupa sonuca göre el değiştirirdi. Çözümü beğendiniz değil mi? Çareler tükenmiyor!