Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Umut Olabilir!.. Kaynak : 01.09.2011 - Yapı Dergisi - 358 | Yazdır

 
Genel seçimlerden sonra yeni hükümetle birlikte bazı yeni bakanlıklar kuruldu. Bunların arasında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı da var. 1980 sonrasında İmar ve İskân Bakanlığı’nın Bayındırlık Bakanlığı içinde eritilmesiyle “şehircilik” konusu çok ihmale uğramıştı. Yeni kurulan bakanlıkla şehircilik yaklaşık otuz yıl sonra ilk kez, devlet yönetimi düzeyinde gündeme taşınmış oluyor. Buna, umut verici bir gelişme olarak bakılabilir.

Herkes şehirlerimizin görünümünden, yaşanmazlığından ve genelde çarpık yapılaşmadan yakınıyor. Buna karşılık çözüm için doğruların ortaya konmasına pek yaklaşan yok. Aslında kentlerimizin sorunu planlamada ve şehircilikte yatıyor. Planlama, şehircilik, mimarlık yıllardır göz ardı edildi. Biz o alanlarda sınıfta kaldık. Şu anda da hâlâ çoğu parsel bazında tekil, günlük, keyfi uygulamalarla karşı karşıyayız. Merkezi yönetim ve yerel yönetimler bu gidişten pek yakınmıyorlar. Ne var ki siyasal baskı ve rant hırsının egemen olduğu böyle bir uygulamanın sürüp gitmesi beklenemez.

Günümüzde şehir planlamasında yaşanan dağınıklık, yetki kargaşası ve çok başlılık dikkate alınırsa yeni bakanlığa ülkenin fiziksel yapılanmadaki geleceği bakımından ciddi sorumluluklar düştüğü söylenebilir. Bugün yalnızca belediyeler değil, bakanlıklar ve birçok kamu kurumu plan yapma ve onama yetkisine sahip. Aslında yapılan, çoğu kez, “plan” değil, “plan değişikliği.” Bu değişikliklerin çoğu da -şayet varsa- esas planlarla uyum içinde olmaktan çok uzak. Bunlar yalnızca, ele alınan kent parçasının, adanın, parselin imar haklarının daha yoğun yapılaşmayla artırılmasına, bu yoldan parasal değerinin yükseltilmesine yönelik. Amaç, arsayı ya da araziyi, yoğun yapılaşma haklarıyla donatıp paraya dönüştürmek. TOKİ’nin çabalarında bile çoğu kez bu durum görülüyor. Amaç, belirli yerde olabildiğince çok konut üretip birim arsa maliyetini en aza indirmek. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı (ÖİB) için de durum pek farklı değil. Orada da amaç, satılacak arsaya olağandışı yapılaşma hakları tanıyarak arsayı en yüksek değerden özelleştirmek, daha açık deyişle, satmak. Örnekler çok: Levent’teki eski İETT otobüs garajı, Zincirlikuyu’daki Karayolları arsası, Mecidiyeköy’deki Ali Sami Yen Stadı arsası, Kadıköy’deki eski Meteoroloji arsası, hattâ, şimdilerde Salıpazarı diye anılan tarihi Kuşdili Çayırı… Bütün bu alanlarda şehir kimliğiyle bağdaşmayan, sıkışık, yeşili yok eden, kentsel donatıyı gözetmeyen, bilimsel şehircilik ilkelerine aykırı sözümona planlı uygulamalar söz konusu.

Öte yandan “kentsel dönüşüm” adı altında sürdürülen uygulamalar var. Yapılması kaçınılmaz olan, ama hiç kuşkusuz kentsel planlama ve kentsel tasarım ilkelerine uygun olarak sürdürülmesi gereken “kentsel dönüşüm” ne yazık ki bu ilkeler dışlanarak “rantsal dönüşüm” şeklinde uygulanmakta.

Son günlerde çıkarılan bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Maliye Bakanlığı’na, Hazine arazileri üzerinde Bakanlar Kurulu’nun belirlediği projeler için imar planı yapma, tadil etme ve imar uygulamasını gerçekleştirme yetkisi tanındı. İlgili düzenlemeye göre hazine arazilerinin ve kamu binalarının, imar hakları, yapılaşma yoğunlukları artırılarak otel, iş merkezi, toplu konut alanı olarak satışa çıkarılması söz konusu. Buralar da yukarıda verdiğimiz örneklerdeki gibi gelişirse alanlara ve kentlerimize iyice yazık olur.

Bütün bu kötü manzara karşısında, yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı ihtiyatlı bir iyimserlikle karşıladığımı, iyimserliğimin düş kırıklığına dönüşmemesini dileyerek belirtmeliyim. Bu konuda söylenebilecek ilk düşünce, Bakanlığın “çevre”ye ve “şehircilik”e tam olarak sahip çıkması gereğidir. Planlama süreçlerinin bir koordinasyon içinde doğru işlemesinin sağlanması Bakanlığın ilk hedefi ve görevi olmalıdır. Yolu ise, siyasal, popülist ya da rantsal baskılara boyun eğmekten değil, “bilim”den geçer.

Bu girişten sonra beklentilerimizi kısa maddeler halinde sıralayalım:

Çevre

•Bakanlığın “çevre”nin gerçek koruyucusu olması. Doğayı, suyu, havayı, yeşili, tarihsel ve kültürel değerleri koruması.

•Tarım alanlarının, ormanların, denizlerin, akarsuların, sulak alanların korunması; tarım alanlarının tarım dışı kullanımının önlenmesi. Şunu unutmayalım ki Türkiye eskiden olduğu gibi, tarım ürünleri bakımından kendine yeterli 7 ülkeden biri değil artık. Pek çok tarım ürününü ithal eden ülke konumuna geldi.

•Ekoloji kurallarının doğru bir şekilde uygulanması. Sertifika sistemlerinin bir an önce kurulup geliştirilmesi, uygulanması.

Planlama/Şehircilik

•Planlamada, kamudaki yetki kargaşasının kesinlikle önlenmesi.

•Ülke, bölge, kent ölçeğinde planlama ilkeleri konması; şehircilik biliminin yol göstericiliğinde, birbirleriyle eşgüdümlü birimler kurularak birbirini tamamlayan bütüncül planların bir an önce hazırlanıp hayata geçirilmesi.

•Ekonomik plana paralel ve onun tamamlayıcısı olarak ülke yerleşme planı ve fiziksel bölge planları hazırlanması.

•Kentsel planlamaya, kentsel tasarıma, mimarlığa, peyzaj tasarımına önem verilmesi; kentsel planlama ve kentsel tasarım uzmanlık dallarına açıklık kazandırılması.

•Planlamada bilimsel şehircilik kuralları dışına çıkılmaması, keyfilikten kaçınılması; planların, mevzii plan değişiklikleriyle delinmesinin kesinlikle önlenmesi.


•Plan dışı uygulamaların ve kaçak yapılaşmanın önlenmesi.

•Kentsel Planlama konularının belediyeler dışlanmadan, daha doğrusu belediyeler odağında ele alınması.

•İmar aflarından kesinlikle kaçınılması.

•Kentsel planlamada kentsel tasarıma önem verilmesi.

•Mevcut kentsel kimliklerin, dokunun ve ölçeğin korunmasına özen gösterilmesi.

•İmar Planlarının herkese açık, saydam hale getirilmesi.

•Yapılaşma yoğunluğuna, yüksekliğine açıklık ve denetim getirilmesi; emsal hesaplaması oyunlarına olanak verilmemesi. (Bugün, “3” emsal verilen yerlerde, toplam inşaat alanı sonuçta arsa alanının 10-12 katına ulaşılabilmektedir).

•Yüksek yapıların yer alabileceği şehir planında belirlenmiş bölgeler dışındaki yerlerde yüksek yapılara izin verilmemesi. (“Avrupa’nın en yüksek yapısını İstanbul’da yapıyoruz” diye böbürlenenler oluyor. Avrupa’nın yüksek yapılar konusunda çok titiz, tutarlı ve bilinçli davrandığı gözden kaçırılmamalı).

•Büyük şehirlerin, örneğin İstanbul’un daha da büyümesine yol açacak, zaten aşırı olan nüfusunu daha da artıracak girişimlerden kaçınılması.

•Yeşilin ve kentsel donatı alanlarının artırılması için çaba gösterilmesi. Arsa alanının belli bir yüzdesinin kesinlikle yapılaşma dışında tutulması. (Bugün pek çok yerde arsanın tümü bodrumlarla doldurulmakta, ağaç dikmeye bile yer kalmamaktadır.)

•Kentlerde yaya bölgelerinin artırılması.

•Ulaşımda toplu taşımacılığa ve raylı sistemlere öncelik tanınması. Otomobil kullanımına karşı caydırıcı önlemler alınması. Olabilecek alanlarda bisikleti özendirecek altyapı kurulması. Deniz ulaşımına öncelikler tanınması.

•Genelde “sakin (ya da “yavaş”) şehir” uygulamalarının desteklenmesi.

•Kentsel Dönüşüm uygulamalarında şehircilik ilkelerinin yanısıra orada yaşayanların haklarının ve toplumsal boyutun da göz ardı edilmemesi.

•Mevcut yapı stoğunun envanterinin ve dayanıklılık karnesinin çıkarılması, tehlike arz eden yapıların tasfiyesinin bir an önce yapılması.

•Yapı denetim mekanizmasının, belediye-mal sahibi ilişkilerini örgütleme rolü yerine daha ciddi işlerden sorumlu hale getirilmesi.

•Mesleki sorumluluk sigortası sisteminin kurulup işletilmesi.

•Bütün bu konularda, ilgili Meslek Odalarının ve uzman STK’ların görüşlerinden yararlanılması ve desteklerinin sağlanması. (Böyle bir yaklaşım bilimin olduğu kadar demokrasinin de gereğidir.)

•Çevre, planlama ve şehircilikle ilgili yasaların ve mevzuatın, geniş bir katılımla ve bilimin ışığı altında gözden geçirilerek çağdaş hale getirilmesi; parçacıl ve çoğu kez oldubittili çözümler üreten torba yasalardan ve KHK’lerden vazgeçilmesi.

Mimarlık

Şehirlerin kimliğini, karakterini en başta doğa, tarih ve mimarlık belirler. Bu bakımdan ülkenin mimarlık düzeyinin yükseltilmesi için de bazı öneriler sıralayabiliriz. Şöyle ki;

•Ülkenin “Mimarlık Politikası”nın ilgili kurum ve kuruluşların da katılımıyla bir an önce belirlenerek kamu kesimi için zorunlu, özel kesim için yol gösterici olarak kabul ve ilan edilmesi. (Gelişmiş ülkelerin hemen tümünün yazılıp ilan edilmiş mimarlık politikaları ya da mimarlık yasaları vardır.) (1)

•Kamunun mimarlık ve mühendislik projeleri yaptırma düzeninin, delik deşik edilmiş kamu ihale yasasından kurtarılarak çağdaş ve sağlıklı işler hale getirilmesi.

•Özellikle kamu yapıları için proje yarışmalarının teşvik edilmesi. (Yarışmalar yatırımlar için olduğu kadar, yeni fikirlerin ortaya konması ve ülkenin çağdaş mimarlığının oluşması bakımından da önemlidir.)

•Yurtdışına verilen mimarlık ve mühendislik hizmetlerinin devletçe desteklenmesi.

Yukarıda özet olarak sunduğum beklenti ve öneriler aslında, bilimsel planlama kurallarının içindedir ve olmazsa olmazlarıdır. Ancak, yine de, tekrarlanması pahasına, listelenmesinin yararlı olduğunu düşünüyorum. Liste kuşkusuz genişletilebilir.

Yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığının ülke yararına amacına ulaşabilmesini ve yararı ölçüsünde de uzun ömürlü olmasını dilerim. Şimdilik umutluyuz.

Not:

1. Mimarlık Politikaları, Mimarlık Odası yayını, Genişletilmiş 2. Baskı, Ekim 2007.