Seçkin Bir Aydın, Seçkin Bir Mimar: Bülent Özer Kaynak : 12.07.2024 - Yapı Dergisi – 491 | Yazdır

Dergi’nin Mayıs-Haziran sayısında 6 Haziran 2016’da yitirdiğimiz kıymetli değerli mimarı anmak isterim.

Çok seçkin bir kültür insanı olan Bülent Özer’i 6 Haziran 2016 gecesi hiç beklenmedik bir şekilde yitirmiştik.

İlk kez, 1961 yılında kendisinin çıkarmaya başladığı Mimarlık ve Sanat Dergisi’nin yayın kadrosuna beni de katmasıyla yakınlaşmıştık. O, dört yıl önce İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni bitirmiş ve Mimarlık Tarihi Kürsüsü’nde asistan olmuştu; ben daha diploma projesi öğrencisiydim.

Haziran 1961’de fakülteyi bitirdiğimde Bülent Bey’in ısrarı, benim yol göstericim oldu. Kasım 1961’de ben de asistan olarak fakültenin öğretim kadrosuna katıldım. Artık hep bir aradaydık.

Bülent Özer

Bülent Özer aldığı öğrenime ek olarak kendisini çok iyi geliştirmişti; sürekli okuyan, okuduğunu irdeleyen, özümseyen, doymaz bir “otodidakt” (öz öğrenimli) idi. Çocukluğunda başladığı Fransızcayı, St. Joseph Fransız Lisesi’nde üst düzeye çıkarmış, daha sonra kişisel çabasıyla Almanca öğrenmişti. O kadar ki, bir süre sonra kendisini mükemmel Almancasıyla Türk-Alman Kültür Heyeti’nin Başkanı olarak görecektik. Aynı konum, Fransız Kültür Heyetinde de olacaktı.

1964’te, “Rejyonalizm, Üniversalizm ve Çağdaş Mimarimiz Üzerine Bir Deneme” konulu doktora tezini tamamladı. O çalışma da tümüyle kendi çabalarının, bilimsel araştırmalarının ürünü olarak ortaya çıktı.

Fakülte içinde Bülent Özer’in konulara bakışı farklıydı: Mimarlık daha önce kalıplar halinde ele alınırdı ve Mimarlık Tarihi de öyle kalıplar içinde anlatılırdı. “Gotik nedir? Romanesk nedir?” gibi… Bunların felsefi, toplumsal, siyasal boyutu üzerinde kimse durmazdı. O tarihten önceki mimarlık kitaplarına bakıldığında bu durum çok açık, çarpıcı bir şekilde görülür. Bülent, mimari tasarımın felsefi, toplumsal, ekonomik, siyasal boyutunu, hattâ teknolojiyi de işin içine katmak suretiyle sentez olarak ortaya koyan ilk mimarlık tarihçisidir.

Bülent Özer’in doktora tezinin eğitim çevrelerinde çarpıcı ve uyarıcı bir etkisi oldu. 1964 yılı sonunda Güzel Sanatlar Akademisi yönetimi kendisine hocalık önerdi. İTÜ’de etkin konuma gelebilmek için uzunca bir süreç gerekiyordu. Bunu da göz önüne alarak öneriyi benimsedi; mimarlığı ve öteki sanat dallarını aynı potada yoğuran Akademi ortamında “Mimarlık Tarihi” öğretiminin başına geçti. Onunla da yetinmeyerek iki yıl sonra “Mesleki Temel Eğitim” (bir çeşit “basic design”) disiplinini kuracak, bir yandan da 1964-72 arasında Maçka’daki İTÜ Teknik Okulu Mimarlık Bölümünde Mimarlık ve Sanat Tarihi derslerini verecekti.

Bülent Özer

Bülent Özer kendini, kültür ve sanat temelinde “eğitim”e adamıştı. Yaşamı boyunca eğitim dışı bir işi olmadı. Oysa, bilgili olduğu kadar yetenekliydi de… Bir deneme olarak (Cengiz Eren ve Öner Tokcan ile birlikte) katıldığı İslamabad Camisi uluslararası proje yarışmasında ikincilik ödülü almışlardı. Ne var ki, kendisi için birincil uğraş hep kültür ve eğitimdi. Sürekli olarak anlatıyor ve yazıyordu, yerli ve yabancı dergilere de yazılar yetiştiriyordu.

1968’de, Yapı-Endüstri Merkezi’nin kuruluşunda da benim önerim üzerine birlikte olacaktık. 1973’te çıkan ilk sayısından itibaren de YAPI dergisinde… YAPI dergisi ilk çıktığında boyutlarıyla bile, yarım kalmış Mimarlık ve Sanat serüvenimizin devamı niteliğindeydi âdeta. Benim Nisan 2013’te Yapı-Endüstri Merkezi’nden ayrılışıma kadar dergideki birlikteliğimiz sürdü.

Mimarlık ve Sanat Dergisi, 1961, 3. Sayı

YAPI Dergisi, Temmuz-Ağustos 1973, 1. Sayı

Bülent Özer, ülkedeki mimarlık tarihi eğitimine yepyeni bir soluk, yepyeni bir boyut getirmişti: Ona göre, mimarlık tarihi eleştirel bakışla, mimari tasarım kuramı, yöntembilimi ve sistematiği ilişkileri içinde ele alınmalıydı. Kuşkusuz çağdaş mimarlık da mimarlık tarihinin ayrılmaz bir parçasıydı.

YÖK’ün kuruluşu ile Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Mimar Sinan Üniversitesi’ne dönüştükten sonra gelen önerilere karşın, Rektör olmayı istemediği için Rektör Yardımcılığı, Bülent Özer’in emekliliğine kadar değişmez görevlerinden biri haline geldi. O dönemdeki çalışmaları da yine hep eğitim ve kültürel etkinlikler alanındaydı. Türkiye ile aralarında kültür köprüsü kurduğu İtalya, Almanya, Fransa ve Avusturya devletlerinin kendisine verdikleri üst düzey nişanlar, eğitim ve kültür alanlarında uluslararası düzeydeki üstün çabalarının taçlandırılmasıydı.

Bülent Özer, Mimarinin, Vitruvius’tan beri süregelen denklemsel sunuluşunu aşağıdaki şekle dönüştürmüştür:

Mimari = Fonksiyon x (Strüktür + Konstrüksiyon) x Sanatsal Değer.

Eski +’lar burada x’ye dönüştürülmüş olmaktadır. Kısaca, bileşenlerden birinin zayıf olması halinde sonuç da zayıflamaktadır.

Bülent Özer, yaptıklarıyla, yazdıklarıyla hâlâ yaşıyor diyebiliriz.