Elli yıl önce, elli yıl sonra |
Kaynak :
01.06.2011 -
Yapı Dergisi - 355
|
![]() |
İTÜ’nün 238. kuruluş yıldönümü kutlanırken 60, 50 ve 40 yıllık mezunlara törenle anı plaketleri verildi. Aşağıda, 50 yıllık mezunlar adına Doğan Hasol’un törende yaptığı konuşmayı veriyoruz. “Mezuniyetimizin üzerinden tam 50 yıl geçmiş. Yarım yüzyıl öncesini konuşuyoruz, 20. yy’ın ortalarını… Dünya daha sanayi çağını yaşıyordu; bilgi çağı, bilişim çağı çok uzaklardaydı. 1956’da İstanbul Teknik Üniversitesi’nin giriş sınavına katıldık. Sanayi çağının gözde mesleği mühendislikti. Tabii en gözde üniversite de İstanbul Teknik Üniversitesi. Sınava 3.500 iddialı öğrenci girdi; 650’si seçildi. O zamanlar ne YGS, ne ÖSYM, ne YÖK vardı; ne de şifre kuşkusu. Her okul kendi sınavını yapardı; isimleri kapalı sınav kâğıtları her okulun bir kurulu tarafından tek tek okunurdu; İTÜ’de de bu uygulandı. İTÜ’nün iki ana binası vardı: Taşkışla ve Gümüşsuyu. Maçka’daki, İTÜ’ye bağlı Teknik Okulu da bunlara ekleyebiliriz. Maçka Kışlası’nda dönüştürme çalışmaları sürüyordu. Üniversitenin 5 fakültesi bulunuyordu: İnşaat, Mimarlık ve Maden Fakülteleri Taşkışla’daydı; Makina ve Elektrik Mühendisliği Gümüşsuyu’nda. Rektörlük Taşkışla’da olduğu için orası aynı zamanda üniversitenin sancak gemisiydi. Taşkışla’nın otele dönüştürülme tehdidiyle karşılaşmasına daha en az 20 yıl vardı. Gökkafes de Taşkışla’yı perdelememişti. Maslak Kampusu fikri ise daha ortada yoktu. Ortam gerçekten keyifliydi. Kışladan okula dönüşmüş, ferah, yepyeni bir Taşkışla… İlginç dersler, deneyimli iyi hocalar. Buna karşılık ne yemekhane vardı, ne de kütüphane. Bunlar ve yurt Gümüşsuyu’ndaydı. Tabii “erkek” öğrenci yurdu… Çünkü öğrencilerin büyük çoğunluğu erkekti; kız öğrenci sayısı son derece azdı. Kız öğrenci bolluğu bakımından rekor bizim Mimarlık Fakültesi’ndeydi. Biz şanslı sayılırdık: 90 kişilik sınıfımızda 11 kız arkadaşımız vardı. Mimarlık Fakültesi, öteki fakülte öğrencilerinin ziyaretgâhı idi adetâ… Başka fakültelerden arkadaşlarımız bizi çok özledikleri için sık sık ziyaretimize gelirlerdi: Hattâ o kadar ki o müdavimleri, bizim fakültenin öğrencisi sananlar bile vardı. Okulun Beyoğlu’na yakınlığı ciddi bir avantajdı. Beyoğlu sinemaları belki de en canlı dönemlerini yaşıyordu o dönemde: Lale, Saray, Emek, Yeni Melek, Atlas, İpek, Alkazar, Elhamra gibi sinemalar… Elizabeth Taylor, Nathalie Wood, Brigitte Bardot, Grace Kelly, Kim Novak ve daha niceleri en yeni filmleriyle bize Beyoğlu kadar yakındılar. Grace Kelly’yi daha Monaco prensine kaptırmamıştık; Marilyn Monroe da daha hayattaydı. Ünlü erkek sinema oyuncuları da vardı kuşkusuz, ama tabii onlar bize rakip bile olamazlardı. Biz İTÜ öğrencileriydik. Yakamızda arı rozeti, elimizde T cetveli ile çok fiyakalıydık. Ne yazık ki şimdiki İTÜ öğrencilerinin T cetvelleri, gönyeleri bile yok… Bilgisayarlarını taşıyacak halleri de yok. IPad’leri, iPhone’ları var ama, ceplerinde… Ayrıca o gereçler, bırakın üniversitelileri, çocuklarda bile var artık. Öğrencilik yıllarımız boyunca ülkenin ekonomik durumu sıkıntılıydı; giderek daha da kötüleşiyordu.1958’de Türkiye’nin bugüne kadarki en büyük devalüasyonu yapıldı. İthale dayalı mallar, çizim aletleri, çizim kâğıdı, hesap cetveli bile bulunamıyordu. Yokluklar, kıtlıklar, döviz darboğazı… Ve de çarpık bir demokrasi anlayışıyla iktidar baskısına dayalı bir siyasal rejim… Sonuçta sabırlar tükenince 4. sınıftayken 28-29 Nisan 1960 öğrenci olaylarını yaşadık. Yürüyüşler sırasında bazen cop yiyenlerimiz oldu. O zamanın öğrencileri olarak biz yine de şanslı sayılırmışız: Hiç değilse bugünkü gibi biber gazı, gaz bombası, boyalı basınçlı su, panzer gibi ileri teknoloji araçları ve daha da önemlisi, ileri demokrasi yoktu. |
Hareketli geçen bir ayın ardından 27 Mayıs 1960 devriminin heyecan ve coşkusunu yaşadık. Hürriyet istemiştik; ona kavuştuk: 27 Mayıs Devriminden sonra Beyazıt Meydanı’nın adı Hürriyet Meydanı oldu. Çoğumuz 1961 yılı Haziran’ında mezun olduk. Bugünün içki yasağı ve 23 Nisan bayramı kabullerine göre çoğumuz daha çocuk sayılırdık yani 24 yaşın altındaydık, ama iş bulmakta hiç kimsenin güçlük çektiğini duymadım. Hepimiz yurtiçinde ya da dışında bir yerlere dağıldık. İstanbul’un bugün 13 milyona tırmanan nüfusu o günlerde 1 milyon kadardı. Şehrin eski mahalleleri, ahşap evleri, plajları, tramvayları vardı ama şehir mütevazı idi. Bugün övünüldüğü gibi görkemli değildi(!); şöyle bir gökdeleni bile yoktu… Tramvayları, mezun olduğumuz yıl törenle, çiçeklerle uğurladık. Biz emektar tramvayı uğurlayıp yerine troleybüsü getirirken aynı yıl Ruslar “Sputnik”le uzaya ilk insanı gönderdiler. Uzaya giden ilk insan Yuri Gagarin uzayda 108 dakika kaldı. İstanbul’da asayiş tamdı; polis yine kuş uçurtmuyordu: 27 Kasım 1961’de İstanbul Polisi, bacağında, Moskova yazılı kâğıt bulunan bir kargayı nezarete aldı. Kurucu Meclisçe hazırlanan 1961 Anayasası yine o yıl referandumla ve yüzde 61,5 oyla kabul edildi. Devlet Planlama Teşkilatı kuruldu. 5 yıllık planlarla, karma ekonomiye dayalı planlı kalkınma dönemi başladı. Yine o günlerde Türkiye’nin ilk işçi kafilesi Almanya’ya gitti. 13 Temmuz’da da Türkiye’nin Ortak Pazar’a ilk üyelik başvurusu reddedildi. Şimdiki AB, o zamanlar Ortak Pazar’dı. İçinde bulunduğumuz şu günler, AB’ye alınmayışımızın da 50. yıldönümüne karşılık oluyor. 50 yıl önce pek çok şey özgürlük ve demokrasi içindi; 50 yıl sonra hâlâ gerçek demokrasiyi beklemekteyiz, Godot’yu bekler gibi. İşte öykünün 50 yıl önceki başlangıcı böyle… Gençtik, toyduk; zamanla piştik. Şimdi çok tecrübeliyiz. Gençliğimizi verdik, karşılığında tecrübe edindik. Kârlı bir alışveriş mi oldu bilemem. Fransızların dediği gibi, “Gençler bilseydi, yaşlılar yapabilseydi…” Bugün tek avuntumuz, gençler yaşlılığın ne olduğunu bilmiyor, bizler gençliğin ne olduğunu, hatırladığımız kadarıyla, iyi biliyoruz. Bir zamanlar, hayallerimiz, umutlarımız vardı. Bugün anılarımız, birikmiş acılarımız var. Annemiz, babamız, büyüklerimiz yanıbaşımızdaydı; onlar kalmadı, ama çok şükür çocuklarımız, torunlarımız var. 1956’da 3500 başvuru arasından sınavla seçilmiş 650 şanslı insandık. Bugüne erişebilenlerin sayısı yazık ki epeyce azaldı. Yaşam koşusunda bizler kadar şanslı olmayıp aramızdan ayrılan sevgili arkadaşlarımızı özlemle anıyoruz; tabii, sevgili hocalarımızı da. Bizler elli yıl sonra bugünü yaşamanın mutluluğuna eriştiğimiz için çok şanslıyız. 60’ıncı yılımızda buluşmak üzere hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Bizleri yıllar sonra yeniden bir araya getirdikleri için de Rektörlüğümüze en içten teşekkürlerimizi sunuyorum. Bizler geçiciyiz; İTÜ kalıcı. Bizi biz yapan kurum İstanbul Teknik Üniversitesi bin yaşasın!” |