“Stalin Yoldaş Adında Bir Şehir Mimarı” Kaynak : 01.07.2011 - Yapı Dergisi - 356 | Yazdır

 

Ünlü yazar Hıfzı Topuz’un yeni bir kitabı çıktı: “Hava Kurşun Gibi Ağır/Nâzım Hikmet’in Romanı”. Kitaptaki bir bölüm dikkatimi çekti. Nâzım, 23 yıl sonra çaresiz, gönüllü sürgün olarak Moskova’ya döndüğünde kendisine rehberlik eden Rus mimar Filipov’la şehir turuna çıkmış. Öykünün sonunu kitaptan okuyalım: Nâzım görmeyeli kentin nüfusu 1 milyon 850 binden
6 milyona ulaşmıştı. Kentte yedi gökdelen yükseliyordu. Yeni bir gökdelenin de yapımına başlanmıştı. Filipov bu yapının planlarının Stalin Yoldaş tarafından onaylandığını açıklayınca Nâzım, ‘Ben Stalin Yoldaş adında bir şehir mimarı tanımıyorum’ dedi. Filipov buz gibi oldu”
(1).

Gerçekten de Sovyetler Birliği’nin mutlak hâkimi Stalin döneminde 1947-53 yılları arasında Moskova’da yedi adet yüksek yapı dikilmiştir. Zarafetten uzak, piramidal, neoklasik, ağır dış görünümleri hemen tıpatıp aynı olan bu yapılar çok değişik işlevleri barındırmaktaydı: üniversite, otel, bakanlık, apartman, yönetim binası gibi. Bu gökdelenler Moskova’da “Yedi Kızkardeşler” olarak da anılır.

Stalin tipi bu gökdelenlerden bir tane de Sovyet işgalindeki Polonya’nın başkenti Varşova’ya, doğal ki bedeli Polonyalılardan alınarak, Sovyetler Birliği’nin armağanı olarak kültür ve bilim sarayı işleviyle dikilmiştir (1952-55). Varşovalılar 231 m. yüksekliğindeki bu yapıdan nefret ederler ve tıpkı Paris’teki Montparnasse Kulesi yergisinde olduğu gibi Varşova’nın en güzel göründüğü noktanın bu yapının tepesi olduğunda birleşmektedirler, çünkü o yapının kentsel görüntüye girmediği tek yer orasıdır (2).

Şimdi dönelim asıl konumuza…

Genel seçimler arkada kaldı. Seçimlerin öncesinde, özellikle Başbakan tarafından, gerçekleştirilmesi düşünülen birçok proje açıklandı. Bunların başında Karadeniz’i Marmara’ya bağlayacak Kanal-İstanbul geliyor. “Çılgın Proje” olarak lanse edilen bu kanal konusundaki çılgın yorumlarımı “Çılgın Proje için Çılgın Yorumlar” başlığıyla YAPI’nın geçen sayısında yazdım. Çılgın projenin yorumları da çılgın olmalıydı; ben de çaresiz öyle yaptım.

Projeler çok!.. Çılgın olanı, olmayanı, hepsi birbiri ardından geldi. Zaten kısa bir süre önce Avrasya Tüneli projesi gündeme gelmişti. Yalnızca, lastik tekerlekli binek taşıtları için İstanbul’un Anadolu yakasını, Avrupa yakasına bağlayacak bir tünel… Bu tünel, Anadolu yakasında Göztepe kavşağından dalıp Avrupa yakasında Ahırkapı-Çatladıkapı’da yüzeye çıkacak ve kıyıda dört gidiş – dört dönüşlü bir otoyolla, deniz surlarını hemen tümüyle yok edip tarihi İstanbul yarımadasını denizden kopararak Trakya’ya doğru uzanacakmış. Kısacası yine toplu taşımacılığı bir yana itip otomobile hizmet edecek büyük bir yatırım… Kredi bulunabilirse yap-işlet-devret formülüyle gerçekleştirilecek. Günlük araç geçiş sayısının belli bir miktarın altında kalması halinde farkı devlet karşılayacak.

Başbakan’ın İstanbul Boğazı’na
3. Köprü ısrarı da hâlâ sürüyor.

Sonraki günlerde İstanbul’a biri Avrupa, öteki Anadolu yakasında birer milyon nüfuslu iki yeni kentin yapılacağı yine Başbakan tarafından müjdelendi (!) Bu projeler İstanbul’a ilişkin planlarda yer almıyor. Kaldı ki bugün İstanbul’un en önemli sorununun “nüfus” olduğu biliniyor. Bilimsel bakışla, İstanbul’u daha da büyütecek, nüfusu daha da artıracak projelerden kaçınmak gerekiyor. Acaba danışmanları Başbakan’a bu gerçeği söylemiyorlar ya da söyleyemiyorlar mı?

Seçim vaatleri arasında uçuşan projelerden biri de Taksim Meydanı’nın yeniden düzenlenmesi projesi oldu. Başbakan’ın her nedense Diyarbakır’da açıkladığı projeye göre, yeni düzenlemede araç trafiği yer altına alınacak ve vaktiyle yıkılmış olan Taksim Topçu Kışlası yeniden yapılacaktı. Böylece Taksim Gezisi gözden çıkarılmış oluyor; Atatürk Kültür Merkezi’nin geleceği ise hâlâ meçhul. Bilindiği gibi Başbakan İstanbul ve Ankara’daki AKM’leri yıkmak istiyor. İlgili Koruma Kurulu’nca 1. gruptan sayılarak tescil edilmiş bulunan İstanbul AKM şu anda kaderiyle başbaşa bırakılmış durumda… (Son zamanlarda içinin yolunduğu söyleniyor).

Melih Aşık’ın dediği gibi, yeni yapılacak kışlaya herhalde Maltepe’deki İkinci Zırhlı Tugay’ın topçu taburu yerleştirilmeyecek (3).

1806’da kışla olarak yapılmış olan ve 1921’den sonra avlusu 18 yıl süreyle çeşitli spor etkinlikleri için Taksim Stadı adıyla kullanılan bina 1939 yılında Prost Planı uyarınca 2 Numaralı Park kapsamındaki İnönü Gezisi’nin gerçekleştirilmesi için yıkılmıştı.

İnönü Gezisi’nin amacı Taksim’den Nişantaşı’na kadar olan geniş şeridi kesintisiz bir yeşil alan olarak düzenlemekti; sonuçta bu, gerçekleştirilmişti de. Ne var ki İstanbul’un merkezindeki bu değerli alan, rantın hedefinde olmakta gecikmeyecek ve önce Hilton Oteli, sonra da Taksim Vakıflar Oteli (bugün Ceylan Intercontinental), ardından, Harbiye Orduevi, Hyatt Oteli ve son olarak da Harbiye Kongre Merkezi ile kemirilecekti. Yeşil alan, halka çok görülmüştü…

Şimdi kuşkusuz yine bir rant tesisi olarak düzenlenecek sözümona yeni kışla, İnönü Gezisi’nin toptan yok edilmesinin son halkasını oluşturacak. Aslında kışla bahane. Amaç, mimarlık alet edilerek tarih sözümona yeniden yaratılırken rantın önünü açmaktır. Dışı, 1800’lerin kışlaşı, içi 2000’lerin nesi olacak? Yeni işlevler replika kışlanın içine nasıl sıkıştırılacak? Büyük marifet doğrusu. Bu girişimi aklıbaşında hiçbir mimarın onaylaması mümkün değildir. Nitekim politik külâh kapma peşindeki bir mimarın medyadaki coşkulu savunması dışında bu projeye yeşil ışık yakan çıkmadı. Bu girişimin kısa özeti şudur: Yeşil alanı halkın elinden alıp yerine kışla maskesi gerisinde rant tesisi kondurmak.

Topçu Kışlası binası vaktiyle korunamaz mıydı? Korunabilirdi; korunmalıydı da… H. Prost Gezi’yi de kapsayan 2 Numaralı Park’ı başka türlü tasarlayabilirdi. Ne var ki bugünkü koruma bilinci ve duyarlılığı o zamanlar yoktu. O bilincin eksikliği nedeniyle Türkiye’nin ve İstanbul’un neler kaybettiğini çok iyi biliyoruz. Bir yandan, yitirdiklerimize ağlarken bir yandan da ne yazık ki hoyratça yıkmayı hâlâ sürdürüyoruz. Yıkılanların yıllar sonra replika şeklinde yeniden yapılmaya çalışılmasının hiçbir anlamı ve değeri olamaz. Kısacası, “aslolan yıkmamaktır”. Yıkmadan önce binlerce kez düşünmek, öncelikle de uzmanlara danışmak gerekiyor.

Örnekler çoğaltılabilir:

Mecidiyeköy’deki Ali Sami Yen Stadı arsası, yoğun yapılaşmaya dayalı bir imar durumuyla satıldı. Oraya da yüksek getirili büyük gelir tesisleri yapılacak. Aslında doğru çözüm oranın, yanıbaşındaki Tekel Likör Fabrikası arsası ile birleştirilerek bir parka dönüştürülmesiydi. Tekel Likör Fabrikası, ünlü Fransız mimar Robert Mallet-Stevens’in dikkate değer modernist bir yapısıydı. Korunması için var olan tescil kararı ne kadar geçerli olacak? Bilmiyoruz; hep birlikte göreceğiz. Tekel’in Unkapanı’ndaki eski genel müdürlük binası için de koruma kararı bulunuyordu. O yapı ki, bir mimari yarışma sonucunda elde edilmiştir ve Türkiye’nin giydirme cepheli ilk yapısı olması bakımından ayrıca önemlidir. Yapı, kendilerine tahsis edilen vakıf tarafından acaip değişikliklere uğratıldı; cephesinin yanısıra garip eklemelerle çatısının biçimi bile değiştirildi.

Şimdi sırada İnönü Stadı var gibi görünüyor. Beşiktaş Jimnastik Kulübü yönetimi koruma tescilli stadı yıkarak
42 bin 500 seyirci alacak şekilde büyütme peşinde. Kültür Bakanı, bu duyarsız girişimin karşısına dikildi ama konunun şimdi Başbakan’ın iki dudağının arasında olduğu görünüyor. Başbakan bir televizyon programında bu konuya da değinmiş ve şunları söylemiş: “Kültür bakanı konuya sıcak bakmıyor. Onun da haklı yönleri var. Özellikle Dolmabahçe Sarayı’na yönelik baskılar çok sıkıntılı. En büyük baskı Swissôtel’den geliyor. Çok çok büyük bir felaket. Ona o müsaadeyi verenin gidecek yeri yok. Fakat stat ile ilgili konuya gelince, dikkat edilirse eski açık ile yeni açık farklıdır. Zamanında o araziye uyumlu bir çizim yapılmış. Ben Yıldırım Bey’e (Demirören) şunu söyledim; bana daha önce getirdiğinizi düşünüyorsanız ben ona sıcak bakmam. Ama yeni bir proje hazırladıysanız seçimden sonra onu getirin, ona bakalım.” (4)

Anlaşılan, son kararı yine Başbakan verecek.

Bütün bu saydıklarımız Başbakan’ın yapmak istediklerinden yalnızca birkaç örnek. Son günlerde yine kendisinin kararıyla bir yıkım gerçekleşti: Ünlü heykelci Mehmet Aksoy’un Kars’ta yapmakta olduğu İnsanlık Anıtı, Başbakan tarafından “ucube” diye tanımlanarak yıkıldı.

İşte bakın nereden nereye geldik… Nâzım vaktiyle, Stalin’in mimariye müdahalesini yadırgamış ve eleştirel yollu, “Ben Stalin Yoldaş adında bir şehir mimarı tanımıyorum” demiş. Aradan çok zaman geçti ve dünya, özellikle de Türkiye çok değişti tabii.
Ne diyelim…

Notlar:

1.Topuz, H., Hava Kurşun Gibi Ağır / Nâzım Hikmet’in Romanı, Remzi Kitabevi, 2011, s. 238.

2.Hasol, D., Yüksek, Daha Yüksek, En Yüksek, Mimarist 24 / Yaz 2007. Bkz.www.doganhasol.net

3.Aşık, M., Taksim Çılgınlığı, Milliyet, 2.6.2011.

4.Milliyet’in haberi, İnönü Stadı Projesi Değişiyor, 11.6.2011.