İnşaat Yapmayı Biliyor muyuz ? Kaynak : 01.06.1993 - Yapı Dergisi - 139 | Yazdır

Türkiye’de kaliteli yapılar üretebiliyor muyuz? Eli yüzü düzgün, akmayan, kokmayan, sağlıklı, uzun ömürlü yapılar?..
Bunun yanıtı derhal “Hayır” dır.
Burada, yapıların estetik niteliklerini bir yana bırakıp fiziksel niteliklerinden söz etmek istiyorum. Çünkü her şeyin önce doğruluğu sonra güzelliği aranmalıdır, tartışılmalıdır. Kaliteli inşaat yapamıyoruz. Daha başlangıçta kusurlu olan yapılar yıllar içinde çok fazla bakım gerektiriyor, çok kısa sürede de yıpranıp eskiyerek elden çıkıyor.
Kalite konusundan söz ederken gecekondulardan, kaçak yapılardan da söz etmiyorum. Bunların kalitesiz olması, doğaları gereğidir. Söz konusu ettiğim yapılar kamu yapıları da içinde olmak üzere mimar ya da mühendis eliyle üretilmiş yapılardır. Tek katlı evden, gökdelene kadar…
İnşaatlarımız niçin kalitesizdir?
Başta, bilgiye değer vermediğimiz için..
İnşaat, özellikle de bina inşaatı, bir bakıma çok basit, bir bakıma da çok karmaşık bir üretim süreciyle yapılır ve her iki durumda da çok ciddi bir bilgi birikimi gerektirir. Ancak, mimarlığın ne olduğundan bile habersiz, ama ne var ki kendini mimar sanan bireylerden oluşan bir toplum doğal olarak bilgiyi hiçe sayar.
Türkiye’de herkes doğuştan mimardır (!) Herkes biraz tabip, biraz eczacı, biraz hukukçu olduğu gibi.. Ama iş mimarlığa gelince herkes “tam” mimardır. Herkes Mimar Sinan’ı bilir, ama Sinan’ın işini, ne yaptığını kimse bilmez.
Toplum hâlâ mimarın aklından, bilgisinden değil de yalnızca sanatçı saydığı kişiliğinden yararlanmayı, o da bazen, aklına getirebiliyor. Bir de şehirlerimizin bugün geldikleri zavallı durumla ilgili olarak, sorgulamaksızın suçlamak için ..
Ziya Paşa’ya atfedilen bir söz vardır. “Millet-i Osmanî ferden ukalâ, cem’an budaladır” dediği söylenir Ziya Paşa’nın. Demiş mi, dememiş mi, demişse Aziz Nesin gibi kovuşturmaya uğramış mı tam olarak bilemiyorum, ama söz yerine oturuyor.
Toplum böyle olunca diplomalı mimar ne etsin? O da bu toplumun bir bireyi. Diplomalı mimarın yazgısı daha okula girerken belirleniyor. Mimar adaylarını, öğrencinin yeteneği, isteği değil de ÖSYM belirliyor. Okula gönülsüz giren bir genç insanı nasıl eğitip mimar yapabilirsiniz?
Mimarlık diplomasına hak kazanmak için ne bugünkü 4 yıllık öğrenim süresi, ne ders saatleri, ne öğretim olanakları, ne de öğretim üyesi sayısı yeterlidir. Buna karşılık okul sayısı çok, öğrenci sayısı anormal derecede çok. Koşullar hâlâ YÖK koşulları. Her şey niteliğe değil de, yalnızca, giderek büyüyen sayılara dayanıyor. Okulun var mı? Var .. Öğrencin var mı? Var .. Ama bunlar mimar yetiştirmek için hiç de yeterli değil. YÖK düzeni her öğretim dalını, her mesleği yozlaştırdığı gibi mimarlığı, mühendisliği de yozlaştırdı.
Meslek uygulamasına gelince … Gecekondular ve kaçak yapılar için mimar katkısı zaten istenmiyor.

1990’da İstanbul’daki 1.650.000 yapıdan, 950.000’inin ruhsatsız olduğu biliniyordu. Bugün bu oran kesinlikle ruhsatsız yapılar lehine artmıştır. Bunların yanı sıra inşaat mühendislerinin bir bölümünün de kendi mesleklerini geliştirmek yerine mimarlığa soyundukları düşünülürse Türkiye’de mimarın alanının iyice daraldığı ve mimar eliyle üretilen yapı sayısının çok azaldığı görülür. Okulda yeterince yetişmemiş, profesyonel uygulama alanı iyice daralmış bir mimar topluluğuyla karşı karşıyayız. İnşaat mühendislerinin durumu da bundan farklı olmayınca geri kalmış inşaat teknolojimizin de yerinde sayması doğal olur. Teknolojimizi geliştiremeyiz, yeni teknoloji üretemeyiz.
Mimara, mühendise yardımcı alt kadrolara gelince, onlarda da hayır yok. Geleneksel uygulamayı bilen işçilerimizi Almanya’ya gönderirken zincirin halkalarını yıllar önce kopardık; yenileriyse bu kargaşa ortamında hiç yetişmedi.
Eğitim, bilgi, deneyim her kademede eksiktir. Öte yandan, bütün bu yetersiz olgulara karşılık, Türkiye’nin ciddi bir yapı malzemesi üretimi vardır. Yapı malzemesi sektörümüz, kusurlardan arınmış değildir, ama oldukça gelişmiştir. Yabancı teknoloji, makine, teçhizat getirilmiş; bilgi daha iyi kullanılmış, iyi hammadde ve gerekli enerji de sağlanınca iyi ürün elde edilebilmiştir.
İthalâtı da dikkate alırsak bugün piyasada binlerce çeşit yapı malzemesi vardır. Bu malzeme çeşitliliği, eskinin taş, ahşap, tuğlasıyla karşılaştırıldığında karşımıza binlerce yeni detay çözümü zorunluluğu getirir. Çözüm ise bilgiye, deneyime, verilen emek ve zamana dayanır. Meslek adamlarımız yukarıda da belirttiğimiz nedenlerle, çoğunlukla bilgi ve deneyimden yoksundur. Verilecek zaman ise çoğu kez, aralarındaki kötü rekabet koşulları yüzünden zorunlu olarak yetersiz kalan ücret nedeniyle bilgi ve deneyim açığını kapatmaya yetecek düzeye ulaşamaz.
Türkiye “var”larla “yok”ları bünyesinde içiçe taşıyan bir ülkedir. Okulu vardır, çağdaş standartlara göre okul değildir; otomobillerde bile telefonu vardır, çalışmaz. Bu söylediklerimizi her alana uygulayabilirsiniz. Var olan şeyler “nicelikleriyle” vardır, ama “nitelikleriyle” yoktur.
Kısır döngü böylece sürüp gider. Bazı ülkelerin yüksek teknoloji, hattâ “akıllı binalar” çağına geçtikleri bir dönemde, yaklaşık 25 bin mimarımız, 42 bin inşaat mühendisimiz varken, yapı fiziği, yapı biyolojisi koşullarından uzak, çağdaş kurallara uymayan sağlıksız, yoz binalarımızla, kısaca geri teknolojimizle başbaşa kalırız.