Floransa’da Başka, Bosna’da başka Kaynak : 01.07.1993 - Yapı Dergisi - 140 | Yazdır

27 Mayıs geceyarısından sonra Floransa’nın Signoria Meydanında büyük bir patlama oldu ve buradaki ünlü Uffizi Müzesi ile içindeki kimi yapıtlar büyük hasar gördü. Gelen ilk haberler patlamanın doğalgaz sızıntısından kaynaklanabileceğini dünyaya yayıyordu. Gerçek, çok kısa bir süre sonra anlaşıldı: 5 kişinin ölümüne, 30 kişinin yaralanmasına ve Uffizi’de maddi değerinin saptanmasına olanak bulunmayan hasara yol açan olay, Signoria Meydanına bırakılmış bombalı bir arabanın patlamasıyla meydana gelmişti. Olayın, son zamanlarda, önce İtalyan Adalet örgütünün, sonra da Hükümetin kararlı davranışlarıyla köşeye sıkıştırılan Mafya’nın bir intikam gösterisi olduğu anlaşılmıştı.
Hasar tespit çalışmaları yapılırken, Müzedeki pek çok yapıtın, bombanın yarattığı basınçtan ve havaya dağılan parçalardan tanınmaz hale geldiği belirtiliyordu. İnsanlık mirası pek çok ünlü heykelin başlarının ve kollarının koptuğu, pek çok ünlü tablonun da onarılmayacak şekilde tahrip olduğu görülmüştü.
Olaydan bir hafta sonra Floransa’daydık. Uffizi Müzesi kapalıydı. Müzeye giden bütün yollar polisçe tutulmuştu ve çevredeki ünlü ortaçağ sokaklarına giriş-çıkışlar polis denetimi altındaydı.
2 Haziran geceyarısına doğru büyük bir kalabalık tam bir hafta önce patlama olayına sahne olan Signoria Meydanını doldurmaya başladı. Her yaştan yerli-yabancı insanların oluşturduğu bir kalabalık.. Yer yer, kucaklarında ya da arabalarındaki çocuklarıyla genç çiftlerin, tekerlekli koltuklarında sakatların da bulunduğu bir kalabalık. Amaç, sabotajı kınamak, protesto etmek …
Binlerce kişi, ellerinde uzun mumlarla bekliyorlar. Meydana tepeden bakan ünlü Arnolfo Kulesi’nin dişleri arasında yanan meşaleler, Meydanı kuşatan binaların, evlerin pencerelerindeki mumlar geceye daha dramatik bir renk katıyor. Bir iki grup, siyasal görüşlerini yansıtmak üzere pankart açmışlar, ama bağırıp çağırma yok. Aslında onlarla pek ilgilenen de yok.
Patlamanın olduğu saat 1.05’te ortalığı ilkin derin bir sessizlik kaplıyor, ardından kalabalığın sürekli alkışlarıyla birlikte kulenin çanı devreye giriyor. Kulağa çok da hoş gelmeyen acemi işi bir çan sesi. Sonradan öğrendiğimize göre, Kulenin çanı bu yüzyılda üçüncü kez çalınıyormuş. İlk kez, yaşanan bir su baskınında, ikinci kez İtalya’nın İkinci Dünya Savaşı’na katılmasının duyurulması için; bu kez de Uffizi’nin bombalanmasının protesto edilmesinde ..
Alkışların ardından büyük bir sessizlik.. Sessizliği yalnızca çan sesleri ile birkaç köpek havlaması deliyor. Gecenin karanlığında mumların, meşalelerin ışığında huşu içinde bir sessiz direniş ve vandallığa sükûnet içinde bir başkaldırış.
Çan sesi kesilince yeniden alkışlar başlıyor. Çalınan borularla, kimliğe ve tarihe sahip çıkma töreni sona eriyor. Ne nutuk, ne “kanlar yerde kalmayacak” edebiyatı..
Yorgun insan seli yine büyük bir sessizlik içinde dağılıyor. Yukarıda anlattığımız duyarlı topluluklar, Uffizi için gösterdikleri duyarlılığı nedense Avrupa’nın ortasındaki Bosna-Hersek için göstermiyorlar; bir yıldan beri etnik

ve dinsel arındırma kapsamı içinde yakılıp yıkılan Bosna-Hersek için..
Çıkarları doğrultusunda, çok uzaklardaki Kuveyt ve Somali’nin yardımına koşan ABD ve Avrupa, Avrupa’nın göbeğinde, bir toplumun ve bu toplumun yüzyıllar boyunca üretip dokuduğu tarihsel-kültürel varlıkların yok edilmesine seyirci kalıyorlar. Aslında, seyirci kalmaz gibi görünüp üzülür gibi yapmaya özen göstererek, konuyla ilgilendiklerini tarihe kanıtlamak istiyorlar. Konuyu gündemde tutarak sürekli konuşuyorlar; güdümlerindeki Birleşmiş Milletler kanalıyla hiçbiri uygulanmayan sözde barış planları üretiyorlar. Sonuçta herşey yalnızca lâfta kalıyor.
Bütün Avrupa basını, televizyon ve radyoları Bosna-Hersek’teki gelişmelere hep birinci haber olarak yer veriyorlar, ama sonuç bildiğiniz gibi.. Bir yıldan beri on binlerce Boşnak ölüyor, yaralanıyor, sürülüyor, utanç verici işkencelere maruz kalıyor; köklü bir kültür yok ediliyor. Avrupa’nın göbeğinde, bütün dünyanın gözleri önünde planlı-programlı gerçek bir soykırım trajedisi yaşanıyor.
Sırpların uyguladığı etnik arındırma operasyonu sonucundaki bilanço yürekler acısıdır. 150 bin Boşnak öldürülmüş, bir milyonu topraklarından sürülmüştür. Yüzbinlerce hasta ve yaralı, Batılıların insaf ve merhametine muhtaç bırakılmıştır. Yeniden yerlerine konmasına artık hiçbir şekilde olanak bulunmayan tarihî değerlerin yüzde 80’i tahrip edilmiştir.
Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Alija İzzetbegoviç’in belirttiğine göre (1), geçen süre içinde Bosnalı Müslümanların on beşte biri öldü, beşte biri yaralandı, on binlerce kadın kötü işkencelere uğradı. Foça şehrindeki bütün İslâm eserleri, ünlü Bosna evleri, güzelim Aladza Camisi tümüyle yok edildi. Bosna’da son bir yıl içinde 800’den çok cami ile birçok medrese ve vakıf yapılan ya tümüyle yok oldular ya da büyük yıkıma uğradılar. Saraybosna Doğu Enstitüsü yakıldı, Saraybosna Belediyesi’nin eski kütüphanesi de aynı sonla karşılaştı. Yine Saraybosna’daki Balkanların en büyük camisi olan Gazi Hüsrev Bey Camisi otuz kez bombalandı. İşgal altındaki Brchko kentinde beş cami bir gün içinde dinamitlenerek tahrip edildi. UNESCO’nun koruma alanı olarak ilan ettiği Mostar’ın eski çarşısı hemen hemen tümüyle yıkıldı. Çeşitli yerlerin, kentlerin, sokakların adları değiştirildi.
Bütün bu olanlar karşısında Batı dünyası yalnızca üzüntülerini dile getirmekle yetiniyor. Ne kadar duyarlı, ne soylu bir tablo değil mi? Yalnızca kendinden olanı değerli sayan, kendinden olmayanı yakıp yıkacak kadar çifte standartlı ilkel bir uygulama nasıl yorumlamalıdır? Diplomatik çevreler Bosna-Hersek olaylarına din gözlüğüyle bakmanın doğru olmayacağını söylüyorlar. Bütün bunlar ilkel dinsel duygularla yüklü bir kinin göstergesi değilse neyin göstergesidir acaba? Yalnızca siyasal boyutlu, hortlamış bir Avrupa barbarlığının mı? İşin bu yönü nasıl yorumlanırsa yorumlansın Bosna-Hersek’te, Alija Izzetbegoviç’in dediği gibi, “insanlığın bütün kutsal değerleri tecavüze uğramıştır”.

(1) Newsletter, IRCICA, Nisan 1993, No.31 Special issue s.4.