İnsanlık suçu işleniyor (Söyleşi: Leyla Tavşanoğlu) Kaynak : 26.10.2014 - Cumhuriyet Gazetesi | Yazdır

Söyleşi

Leyla Tavşanoğlu

PORTRE
DOĞAN HASOL

Ortaöğrenimini Galatasaray Lisesi, yükseköğrenimini İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde yaptı. Mimarlar Odası’nın yönetim kurullarında çeşitli görevler üstlendi. 1968’de bir grup arkadaşıyla yapı alanında bilgi merkezi olan Yapı Endüstri Merkezi’ni kurdu. Uluslararası Yapı Merkezleri Birliği’nin (UICB) iki kez başkanlığına, daha sonra onur üyeliğine seçildi. 1990-96 arası Galatasaray Kulübü’nün ikinci başkanlığını yaptı. Pek çok kitap yazdı. Pek çok mimarlık ödülünün sahibi. İTÜ, Yıldız Teknik ve Kültür üniversitelerinden fahri doktorası var.

leyla (1)

Yüksek mimar Doğan Hasol rant uğruna faciaya davetiye çıkarıldığını söylüyor:

Olası bir depremde insanların sığınacağı güvenli alanlara ihtiyacı var. Bütün o alanlar yapılaşmaya açılıyor. O zaman insanlar nereye sığınacak?

Açılan davalarda genellikle uygulamayı durdurma kararları veriliyor. Ama kanuna karşı hileyle ufak tefek rötuşlar yapılıp eski plan devreye sokuluyor.

Yüksek mimar Doğan Hasol, başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin rant uğruna yaşanamaz yerler haline geldiğini söylüyor. İstanbul’un artık azman kent haline geldiğine dikkat çeken Hasol, hiçbir gelişmiş ülkede inşaat sektörüyle ekonomik kalkınma modeli görülmediğinin altını çiziyor. Bir de en tehlikeli gelişmenin afet toplanma alanlarının yapılaşmaya açılması olduğunu vurgulayarak, “Bir deprem durumunda insanlar nerede toplanacaklar?” diye soruyor.
– Özellikle İstanbul’da yaşanan bu korkunç rant soygunu ve çarpık yapılaşmanın sonucu ne olur?
D.H.- Zaten durum şimdiden çok kötü olmaya başladı. Sonuç diye sorarsanız, iş içinden çıkılmaz hale gelir. İstanbul artık yaşanamayacak bir azman kent olur.
Şimdiki belediye başkanı (İBB Başkanı Kadir Topbaş) göreve geldiği zaman çok iyi bir iş yapmış, İstanbul Metropoliten Planlama Bürosu’nu kurmuştu. O büroda 500’e yakın uzman çalışıyordu. O dönemde İstanbul için çok ciddi çalışmalar yapıldı. Bunların arasında 2009’da onaylanan 1/100000’lik çevre düzeni planı var. Bu çevre planının daha da geliştirilmesi, başka planlarla da geliştirilmesi lazım.
2011’de ulaşım master planı yapıldı. Ne yazık ki bugün bu planlar uygulanmaz durumda. Planlama geleceği düzenlemenin aracıdır. Siz nasıl bir gelecek bekliyorsunuz? Türkiye için beklentileriniz için ulusal fiziksel plan yapmak gerekir. İşgücü nerelere dağılacak, istihdam nasıl olacak, yatırımlar nerelere yapılacak? Hangi bölgeler, hangi işlevleri üstlenecek? Bunu ülke çapında stratejik bir plan olarak hazırlarsınız. Ondan sonra bölge ve şehir planları yaparsınız.
– Şehir içinde de kentsel tasarım yapmak gerekmiyor mu?
D.H.- Mutlaka. Şehircinin işi de mimarlık. Yani kentin çeşitli parçalarının nasıl olmasının planlanması gerekir. Bunlar yapılmadığı sürece doğru kararlar verilmesi mümkün değildir.
– Şimdi üçüncü köprü, üçüncü havaalanı, Kanal İstanbul gibi mega projeler yapılıyor. Bunlar çevre düzeni planında var mıydı?
D.H.- Yoktu. Yeni havaalanı ise şimdi yapıldığı yerde değildi. Öngörülen üçüncü havaalanı Silivri’deydi. Ayrıca bu büyüklükte değildi. Yeni yapılacak havaalanı 1.5 yılda 150 milyon yolcu kapasitesine ulaşacak deniyor. Şu anda dünyada çalışır durumda olan böyle bir havaalanı yok.
Dünyanın en büyüğü olan ABD’de Atlanta Havalimanı var. Yılda 95 milyon yolcu kapasitesine sahip. Bütün bu saydıklarımız makul değil. Biz üniversiteye girdiğimiz zaman bize ilk öğretilen bilgilerden birisi İstanbul’un kesinlikle kuzeye kaymamasıydı. Çünkü İstanbul’un akciğerleri olarak tanımlanan ormanlar ve su havzaları kentin kuzeyinde yer alıyor. İstanbul’un gelişmesi doğu- batı yönünde olmalıydı. Bu 1/100000’lik çevre düzeni planında da böyle yazıyor. Dolayısıyla bir plan disiplini içinde, bilimsel yöntemlerle yapılmış planlar içinde bu işleri ele almazsanız durum bugünkü gibi olur. Bugün planlamada tam bir kargaşa var.
– Plan yetkileri son Bütünşehir Yasası’yla esas olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na teslim edilmedi mi?
D.H.- Sadece o mu? Belediyeler, Özelleştirme İdaresi, TOKİ ve dediğiniz gibi bakanlık var ki o her şeye hâkim. Dolayısıyla planlar tam bir yetki karmaşası içinde. Böyle bir düzen olamaz. Olursa bugünkü gibi içinden çıkılmaz durumlar meydana gelir.
Bugün kime sorsanız, İstanbul’un trafik sorunu ne olacak yakınmasıyla karşılaşıyorsunuz. Trafik sorunu bu şekilde çözülemez. Çünkü 1980’de Türkiye nüfusunun yüzde 8.5’i İstanbul’da yaşarken bugün ise nüfus yüzde 18.5’e dayanmış durumda.

Yeşili görenin gözü dönüyor
İstanbul’da kişi başına düşen yeşil alan iki metrekare. Oysa normal dünya standartlarına göre bunun 10 metrekarenin altında olmaması gerekiyor

– İyi de İstanbul’un nüfusu kayıt altında mı, kayıtdışı mı? Gerçek sayıyı bilen var mı?
D.H.- TÜİK birtakım veriler veriyor. Bugün İstanbul’un nüfusu 14.2 milyon deniyor. 15 milyona tırmandığını söyleyebiliriz. Ama İstanbul’un bu kadar yüksek nüfusa hazırlıklı olmadığı açık. Bu sorunu her gün, en azından ulaşımda yaşıyoruz.

 

 

 


– Peki, İstanbul’a yapılan bir anlamda insanlık
 suçu değil mi? 

D.H.- Biz bunlara en azından kente karşı işlenen suçlar diyoruz. Ama sanıyorum hukukumuzda bunun tanımı yok. Bakın, Özelleştirme İdaresi Başkanlığı herhangi bir yeşil alanı ya da bir spor alanını bir plan değişikliği yaparak rahatlıkla imara açıp satabiliyor. Tabii yüksek değerle satabilmesi için plan değerlerini yükseltiyor; imar durumunu yüksek yapılaşmaya açıyor.
Bu yapılanın kente etkisi korkunç oluyor. Bugün Zincirlikuyu’nun haline bakın. Boğaz Köprüsü’ne girmek için bazen 45 dakika beklenebiliyor. Hayat böyle sürmez. Zaten bizde her şey hâlâ bireysel taşımacılığa dayalı. Şehrin bütün sokakları otopark haline getirildi.
– Yeşil alanların talan edilmesi bir yana, deprem gibi bir doğal afet durumunda halkın toplanma alanları da kupon arazi kapsamında satılmıyor mu? Örneğin son örnek Fatih Belediyesi marifetiyle Vatan Caddesi üzerindeki Lunapark arazisi değil mi? Bir deprem durumunda bu İstanbul halkı ne yapacak?
D.H.- Sanıyorum Allah göstermesin demekten başka çaremiz kalmadı. Ali Sami Yen Stadı bir spor alanı, yeşil alandı. Yapılaşmaya açıldı. Ben stadın Ali Sami Yen Parkı olması için kaç tane yazı yazdım. Yörenin hem soluklanmaya hem de olası bir depremde insanların sığınacağı güvenli alanlara ihtiyacı var.
Olası bir depremde bu insanlar nereye sığınacak? Bütün o alanlar yapılaşmaya açılıyor. Ayrı şekilde bugün Ataköy sahilinde dikilen yapılar.
– Peki, işin hukuki boyutu yok mu? Bu yapılanlara cezalar getirilemiyor mu?
D.H.- Bu yapılanlara meslek odaları çok haklı olarak karşı çıkıyor. Davalar da açıyorlar. Davalarda genellikle uygulamayı durdurma ya da yıkım kararları verebiliyor. Ama kanuna karşı hileyle söz konusu alanlar için alelacele eski planı ufak tefek rötuşlarla yeniden devreye sokarak, bu dava eski plana göre açılmıştır, şimdi yeni plan devreye girdi, deniyor. Dolayısıyla mahkeme kararları hükümsüz hale geliyor. Ya da büyük bir umursamazlık içinde inşaata devam ediyorlar.
– Ankara’da Atatürk Orman Çiftliği’nde de öyle olmadı mı? Ak Saray için uygulamayı durdurma kararı olmasına rağmen şimdiki Cumhurbaşkanı yargı kararlarını hiçe saymadı mı?
D.H.- Maalesef bu durumdayız. Bütün bunları özetleyecek olursak şunu söyleyebiliriz:“Her şeyi bırakın, planlamaya bakın.” Bu başıboşluk sür-git devam edemez. Planlamadaki yetki kargaşasının bir an önce önlenmesi, kararların yerel yönetimlerle verilmesi lazım.
Merkezi otoritenin, herhangi bir bakanlığın bu işten elini çekmesi gereklidir. Dünyada bu iş bilimsel olarak nasıl yapılıyorsa aynısı Türkiye’de uygulanmalıdır. Ülkemizde her ne kadar itibar görmüyorlarsa da bu kadrolar ülkemizde var. Bugün odaya kayıtlı 43,500 mimar, 80’in üzerinde mimarlık yüksekokulu bulunuyor. İşin başka bir yanı da, son zamanlarda açılan mimarlık fakültelerinin acilen düzenlenmesi gereğidir.
Bugün Avrupa ülkelerinde dört yılda mimar yetiştiren hiçbir okul yok. YÖK bütün okullara dört yıl üniforması giydiriyor. Sadece tıp fakülteleri bunun dışında kalıyor. Eğitimin gereği neyse o yapılır.

İnşaatla kalkınma modeli olamaz
– AKP hükümeti inşaat sektörü sayesinde ekonominin harikalar yaratmasıyla övünüyor. Acaba inşaat sektörü hangi gelişmiş ekonominin lokomotifi olmuştur?
D.H.- Dünyada inşaatla kalkınmak gibi ekonomik bir model yok. Bizimki başarılı olursa örnek oluşturacağız.
Ama İstanbul’un ya da başka büyük şehirlerin toprağını feda ederek, kimliğini, ölçeğini, tarihini, tarihi değerlerini yok ederek bir yere varamazsınız. Plansız biçimde, ranta dayalı yoğun ve yüksek yerleşmeler İstanbul’da at koşturuyor. Bunu yaparak dünyanın en güzel şehirlerinden birisi olan İstanbul’a yazık etmiyor musunuz? Bu değerli tarihi ve kültürel mirası hoyratça harcamamalı, çok özenle korumalıyız.
– Kule gibi yapılara izin verdikten sonra bu kez “Bunlar kentin siluetini bozuyor. Tepeleri tıraşlana” emrini vermek de tuhaf olmuyor mu?
D.H.- Bu yapılırken aklınız neredeydi? Belediyelerimiz plan yapmayı sevmiyor; plan değişikliği yapmayı seviyor. Yapılacak değişikliklerin o planın hedefleri ve stratejisi içinde olması gerekir. Bugün eski otobüs garajlarından geriye kalan arsalar yapılaşmaya açıldı. Oysa bu kentin yeşil alana ihtiyacı var.
Size yurtdışından bir örnek vereyim. Londra Büyükşehir Belediyesi her yıl Avrupa’nın 21 önemli şehrini inceliyor ve bir rapor hazırlıyor. Bu yıl da aynısını yaptı. Bu son raporda ne yazık ki İstanbul yeşil alan bakımından son sıralarda yer alıyor. İstanbul’da kişi başına düşen aktif yeşil alan iki metrekare. İmar Kanunu bile bunun en az yedi metrekare olması gerektiğini söylüyor. Normal dünya standartlarına bakarsak 10 metrekarenin altında olmaması gerekiyor. İnşaatla kalkınacağız, diyoruz. Yeşili, İstanbul’un kimliğini yok ederek mi yapacaksınız bu işleri?
-Bir de birilerine inanılmaz rantlar sağlayan kentsel dönüşüm anlayışında doğru uygulama nasıl yapılabilirdi?
D.H.- Bakın bu rant girişimcinin, arsa sahibinin cebine gidiyor. Oysa kentsel dönüşüm, kentsel yenileme için bu kaynakla bir fon yaratılabilirdi. Biz Mimarlar Odası olarak yıllar önce kentin artan rant değerinin kente mal edilmesi gerektiğini söylemiştik.
Yıllar önce bir Şerefiye Vergisi vardı. Yani önünüzden geçen yol genişletilirken sizden alınan vergi Şerefiye’ydi. Bu çok daha çağdaş bir hale getirilebilir ve imar artışlarından sağlanan gelirler kentsel dönüşümün kaynağı olabilir. Ne yazık ki bu yapılmadı. Oranın rantı tamamıyla arsa sahiplerine bırakıldı.