İstanbul 2000 ve Yapı Sanayi Sektörü Kaynak : 03.03.2000 - | Yazdır

Saygıdeğer dinleyiciler, “21. Yüzyıl İçin Öngörüler” o kadar zor ki, bugünden yarını bile kestirmenin güçlüğü var. Önümüzdeki yüzyıl için neler söylenebilir? Yeni yüzyılın son yılındayız. İki yüzyıl sonrası için ne söylenebilir? Ne biliyoruz ki ne söyleyebileceğiz? Olsa olsa bu bir kehanet olabilir. Bir örnek verelim isterseniz. Yüzyıl önce, 1800’lü yılların sonlarında, 2000’li yıllarda şehirlerdeki yaşamın bir bölümünün havada geçeceği varsayılmış! Öyle hayat etmişler. Çünkü kent içi taşıtlarının yerini hava taşıtları alacakmış. Paris’teki Borimarche mağazasının 1900 yılı posta kartlarına göre 2000 yılının taksileri kanatlı, pervaneli türden uçan taşıtlar olacaklardı. İklimlendirilmiş giysiler içinde günde yalnızca 2 saat çalışacaktı. Yani şimdi biz onu yapıyor alacaktık. Hafta sonlarında da Ay’a gidecektik. Alışılagelmiş yemekler yerine konsantre vitaminler ve proteinler yiyecektik. Böylece evlerde mutfağa gereksinme kalmayacaktı. 1920-1960 arasında bile kimi şehirciler ve mimarlar mutfağın tümüyle ortadan kalkacağını savunuyorlardı. Onlara göre yemekler bir yandan sosyal konutlar için tek bir merkezde hazırlanacaktı, öte yandan eşdeğer kimi haplar yemeklerimizin yerini alacaktı. Oysa yemekler giderek çeşitlendi,  ev mutfaklarının önemi gittikçe arttı, ev kadınları bilmem hangi ülkeden ithal edilmiş mutfaklarıyla övünür oldular, yemek adeti de günlü!>: yaşamın bir parçası olarak önemini korudu. Buna karşılık pek çok şey öngörülemedi. Bunların arasında ne var? Örneğin bilgisayar; kimsenin aklına bile gelmemişti 1900 yılında bilgisayar. “Mc Donald’s” da yoktu, “Blue Jean” de yoktu; çağrı cihazı, araba telefonu cep telefonu, akla gelmiyordu. Kimse yemeğini “mikro dalga fırında” ısıtmayı düşünmemişti, bilgi otoyollarından yararlanmak da yine kimsenin aklına gelmemişti.

Yakın Geçmişe Bakmak

Yakın geçmişe bakarsak… Örneğin öğrencilik yıllarımıza… Biz öğrenciliğe başladığımızda grafos kalemi yeni çıkmıştı. Bizden bir iki yıl önce tirlin kullanılıyordu. Biz grafostan rapidoya geçişi gördük. Ondan sonra bilgisayara geçişi yaşadık. Dijital hesap makinelerinin de hiçbiri yoktu.  Dolayısıyla kestirmek gerçekten çok güç. Bu, kehanete bile sığmıyor, kehanet bile olamıyor. Çünkü çok büyük bilgi eksikliğimiz var. Şu son yüzyılda yaşananlar, neredeyse zaten binlerce yıldan bu yana yaşananlara bedel oldu. Önümüzdeki yüzyılın da öyle olacağını tahmin etmemek mümkün değil.

Gelelim yapı sanayisine ya da yapı sektörüne. Öncelikle Türkiye açısından Yapı Sektörü ‘nün Ekonomik Önemi Nedir? İsterseniz kısaca ona bir göz atalım.

İnşaat sektörü Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre ikiye bölünüyor zaten. Biri İnşaat Sektörü, doğrudan hizmet sektörü içinde yer alıyor. İkinci bölüm Yapı Malzemesi. Yapı Malzemesi, Devlet İstatistik Enstitüsü’ne göre sanayi sektörü içinde yer alıyor. İnşaat sektörünün milli gelir içindeki payı uzun yıllar ortalama % 6,5 olarak gelişti. Önemli bir sektör.  1998’de sektörde bir durgunluk yaşandığı için bu % 5,4’e düştü ama sanıyorum ki ortalama hep % 6,5 dolaylarında olacaktır.

Yapı malzemesine gelince… Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre ülke sanayisinin % 10’u. Sanayi üretim değeri bakımından bu. Birinci sektör gıda Türkiye’de, ikinci sektör tekstil, onun hemen ardından yapı malzemesi geliyor. Yine Türkiye ihracatının % 10’u: 2,5 milyar dolar, Türkiye’nin dışsatımı 25 milyar dolar olduğuna göre, bu da yine % 10. Yani sanayinin % 10’u yapı malzemesi Türkiye’de.

İnşaat yatırımlarına bir göz atarsak; ülke yatırımlarının % 53’ü, yıllık 26 milyar dolar. Bunu kendi içinde bölümlere ayırırsak, yine bu ayırma şekilleri Devlet İstatistik Enstitüsü’nün kabulleridir: Konut, konut dışı bina ve altyapı.

Konut; inşaat sektörünün % 58’i, 15 milyar dolar yıllık ortalama, ülke yatırımlarının yıllık % 30,6’sı’dır. Yani buradan konutun Türkiye’nin ekonomik yaşamında ne denli önemli olduğunu görüyoruz.

Konut dışı bina, inşaat yatırımlarının % 19’u, 5 milyar dolar. Altyapı yatırımları da inşaat yatırımlarının % 23’ü, 6 milyar dolar.

Bunların için le görülüyor ki, konut çok önemli. Yani, inşaat sektöründe durgunluk dediğimiz zaman bunun hemen hemen doğrudan konuttan kaynaklanmış olması gerekiyor.

İstihdam açısından bakıldığında da, Türkiye’de toplam 22 milyon kişi çalışıyor, bunun 1.3 milyonu yani % 6’sı inşaat sektöründe çalışıyor. Malzeme sektörü bunun dışında. Yurtdışı müteahhitlik hizmetlerine bakarsak, bugüne kadar alınan yurtdışı ihalelerin toplamı 40 milyar dolar. Bunun 25 milyar dolarlık bölümü bitirilerek teslim edildi, 15 milyar dolarlık bölümü halen 30 ülkede devam ediyor. Bu da mal ihracatı, turizm ve işçi dövizinden sonraki en çok döviz getirici katkı oluyor. Yani yurtdışı müteahhitlik hizmetlerinin katkısı, mal ihracatı, turizm ve işçi dövizinden sonraki en büyük döviz kaynağımız. Yurtdışı müteahhitlik hizmetlerinde yeni iş alımlarında azalma var. Bu da dikkat çekici.

Bir başka nokta: Son depremlerin (deprem sonuçlarının daha doğrusu) Türkiye Müteahhitlik Sektörü’ne de bir darbe vurduğunu söyleyebiliriz. Yurt dışında Türkiye’nin yapım olgunluğu bakımından, kötü bir puan almış olduk.

Sektörün Yapısı

Şimdi, ekonomi içinde sektörün durumu bu. İsterseniz bir çizelgeyle sektörün yapısına genelde bakalım. (Bkz. tablo.)

Sektörün bileşenleri bunlar diye düşünüyorum. Yukarıda asal etkenler var, aşağıda yan etkenler var ama, yukarıdakiler kadar önemli benim görüşüme göre:

  • Asal etkenleri; nüfus, yerleşme, proje, uygulama, bakım diye,
  • Yan etkenleri de bilgi ve örgütlenme olarak düşünüyorum.

Süregelen durum birinci sütundaki, nüfusla ilgilidir: anormal bir nüfus artışı var, hızlı kentleşme var. Türkiye’nin karakteristikleri bunlar.

Bir de varılan sonuçtan önce katalizörler, yani durumun oluşmasına katkı getiren birtakım etmenler var. Plan kavramına inançsızlık, (biraz önce sayın Sümer Gürel buna değindi) arazinin ve gayri menkulün spekülasyon aracı haline gelmesi, bireysel çıkarcılık, gecekondu ve getirilen imar afları.

Varılan sonuç: plansız, sağlıksız çirkin kentler, çarpık yerleşme, gecekondulaşma, kaçak yapılaşma, yoğun, sıkışık kentsel yerleşme, betonlaşma, yeşil alanların, tarım alanlarının ve su havzalarının yitirilmesi, bir çeşit yağma, kültürel ve tarihsel mirasın yitirilmesi.

asal etkenler

yan etkenlenler

Çizelgeler, yeni yapılar için, yalnızca depreme karşı değil, genel anlamda izlenmesi gereken yollan içeriyor. Aslında, doğru yapım, deprem güvenliğine de yanıt veriyor. Toplumumuzun kötü alışkanlıklar yüzünden çürük olarak yapılmış yapılarımızın yanısıra, özen gösterilerek yapılmış olanlar da, bugünkü deprem yönetmeliğinin esaslarına göre, deprem güvenliği bakımından yetersiz kalıyor. Özellikle deprem riski yüksek bölgelerde bulunan yapı stoğunun sağlıklı hale getirilebilmesi için de izlenmesi gereken daha çetin bir yol var. Bunları da burada satırbaşlarıyla sıralamaya çalışalım: 

    • Yürürlükteki kent planlarının, politik ve ekonomik çıkarlardan uzak olarak yalnızca şehircilik ilkeleri ve deprem gözlüğüyle yeniden incelenmesi ve gerekiyorsa düzeltilmesi,
    • Yapı stoğunun deprem güvenliği açısından gözden geçirilmesi (yerleşme düzeni, arsa zemini, taşıyıcı sistem),
    • Düzeltilebilecek yapıların yeni deprem yönetmeliğine göre irdelenerek, taşıyıcı sistemlerinin desteklenmesi ve güçlendirilmesi. 

Bu sonuncu işlemin, apartmanlarda hiç de kolay ve pratik olmayacağı açık. İçlerinde büyük toplulukları barındıran yapılar bu işlemler için daha elverişli oldukları gibi özellikleri nedeniyle bunlara öncelik verilmesi de gerekiyor. Okullar, öğrenci yurtlan, hastaneler, oteller, cezaevleri, stadyumlar, spor salonları, sinemalar, tiyatrolar ve stratejik önemi yüksek yapılar bu kapsamda öncelikle ele alınmalı.

Gösterilecek çaba, daha çok, geleceği kurtarmak çabası gibi gözüküyor.

Çözüm için öneriler: Elbette bunlar benim kişisel düşüncelerimdir.
Eklentiler yapılabilir, çıkarmalar yapılabilir veya bunlarla mutabık olmayabilirsiniz.

  • Ülke, bölge, şehir çapında fiziksel planlama yapılması,
  • Plansız uygulamaya, planların delinmesine son verilmesi,
  • Kent toprağının imar yoluyla artan değerinin kamuya aktarılması,
  • Toplu konut için arsa üretilmesi,
  • Gecekondulara ve kaçak yapılaşmaya geçit verilmemesi.

İkinci nokta olarak “proje”ye geçersek; Türkiye’de süregelen durum, yetersiz projelendirme düzeni, burada katalizör: bilgi yoksunluğu, denetim eksikliği.

Varılan sonuç: projesiz olarak, ya da eksik projelerle sağlıksız inşaat.  Çözüm için önlemler, öneriler:

  • Proje bürolarına yaptırılacak önlemlerin alınması,
  • Proje denetim sisteminin kurulması
  • Kamu kesiminde projelerin müteahhitlere yaptırılmasından vaz-geçilmesi.
  • Yapım ruhsatı almamış yapıların yapımına göz yumulmaması.

Kalitesiz, Çürük, Sağlıksız Yapılar

Şimdi bunları anlatıyorum, bütün bunlar sağlıklı yapılar içindir. Denebilir ki, ya depreme dayanıklı yapılar? Bir yapının depreme dayanıklı olması son derece normal. Bu şuna benziyor, hani son zamanlarda görüyoruz, o insan çok dürüsttür diyorlar. Aslında dürüst olmak esastır, dürüstlüğün bir nitelik olmaması gerekir. Ama dürüst insana o kadar çok ihtiyaç var ki, dürüstler ancak işte bu dürüsttür diye gösterilebiliyor. Şimdi, depreme dayanıklı yapılar da öyle. Bir yapıyı sağlıklı yaparsanız, mühendislik hizmetlerini, mimarlık hizmetlerini doğru verirseniz, zaten deprem e dayanıklı olacaktır o yapı. Onun için ayrıca, dürüsttür der gibi, bu yapı depreme dayanıklıdır demenin fazla bir anlam taşıdığına inanmıyorum.

Uygulamaya geldiğiniz zaman süregelen durum, kötü inşaat uygulaması. Bu yaygın. Hepimiz biliyoruz. İstanbul’da da böyle, Anadolu’da da böyle.  Burada bilgi yoksunluğu katalizör, denetim eksikliği, kötü malzeme, uygun olmayan teknoloji, kötü işçilik, müteahhitlik ve ihale düzeninin kurulamaması, merkezi ve yerel yönetimlerin konuya gerekli önemi vermemeleri.

Varılan sonuç: Kalitesiz, çürük, sağlıksız yapılar stoğu.

Çözüm için  önlemler, öneriler:

  • Müteahhitlik sisteminin kurulması,
  • Mesleğin örgütlenmesinin sağlanması,

Türkiye’de 40.000’in üzerinde müteahhit olduğu söyleniyor; ama bunların yüzde kaçı gerçekten müteahhittir? Tartışılmaya değer. Herhangi bir örgütlenmeleri de yok.

  • Mal sahibi ve müteahhitten bağımsız bir denetim sisteminin kurulması,
  • Yapı, denetim, sigorta sisteminin kurulup işletilmesi,
  • Devlet ihale sisteminin iyileştirilmesi,
  • Kullanma, iskân izni almamış yapıların kesinlikle kullandırılmaması.

Bir de bakım konusu var. Türkiye’de bu çok gözardı edildi. Ve depremden sonra incelenen pek çok betonarme yapıda bunun ne denli önemli olduğu ortaya çıktı. Çünkü deprem kadar, korozyon yapıları tehdit eder durumda. Bakım gereğini gözardı ediyoruz, yapıların zamanla çürüme si karşılaştığımız durum. Örneğin; korozyon, yorulma, rutubet sorunları.

Çözüm Önerileri

Çözüm için öneriler: “Binalara bakım” gereğini anımsatmak, özendirmek, sigorta kapsamında zorunlu kılmak, hatta bazen de sübvansiyon vermek.

Yan etkenler: bilgi, eğitim, araştırma, geliştirme, bilgi kurumlarındaki yetersizlik şu anda içinde bulunduğumuz durum.

Eskiden varolan kurumların, örneğin; İmar ve İskân Bakanlığı’nın, Tübitak Yapı Araştırma Enstitüsü’nün kapatılmış olmaları bence en büyük sakıncalar. En azından belki bu kurumlara yenileri eklenebilirdi. Yahut bu kurumlar yeterli değilse yeniden düzenlenebilirdi. Ama tümüyle ortadan kaldırıldılar. Bir “Şehircilik Bakanlığı” kurulabilirdi, İmar ve İskân Bakanlığı’nın yerine… Öyle yapılmadı. Doğrudan o bakanlık kapatıldı, görevleri Bayındırlık Bakanlığı’na verildi. Ama Bayındırlık Bakanlığı yerleşme konularını hep üvey evlat gibi gördü. Kendi evladı gibi görmedi.

YÖK sistemi içerisinde yetersiz üniversiteler kuruldu. Bugün 29 mimarlık okulu var Türkiye ve Kıbrıs’ta. Bunların eğitim düzeyleri tartışılabilir. Tabii mimarlık okulları böyle de inşaat mühendisliği okulları farklı mı? Yahut makine mühendisliği okulları? Onların da farklı olduğunu hiç sanmıyorum.

Burada sonuç; bilgi boşluğu, iyi yetişmemiş meslek adamları … Çözüm için; mevcut üniversitelerdeki kadro ve eğitim olanakları çağdaş düzeye gelinceye değin yenilerinin açılmaması. Üniversitelerdeki mimarlık ve mühendislik eğitim düzeyinin yükseltilmesi, yardımcı teknik elemanların yetiştirilmesi. İşçilerin eğitilmesi, sertifika düzeninin kurulması. İnşaat yaptıracak kesimlerin bilgilendirilmesi, eğitilmesi.

Örgütlenmeye gelince; örgütlenmedeki sıkıntılarımız belli; kendi mesleğimizde de var. Sorumluluklarda dağınıklık, başıboşluk geldiğimiz nokta. İmar ve İskân Bakanlığı’nın, yeniden kurulması veya bir Şehircilik Bakanlığı’nın… Çevre Bakanlığının belki de buna bağlanması, meslek odalarına gelişmeyi hızlandıracak desteğin sağlanması. Teknik elemanların yetki sınırlarının belirlenmesi, meslek odaları bünyesinde onların denetiminde sınav, staj, yetki belgesi düzenin getirilmesi. Yapıda mesleki denetim sigortası, yapı denetimi ve sorumluluk sisteminin yasallaştırması.

Özellikle birtakım konular, “artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye depremden sonra dile getirildi. Fakat zamanla bunlar unutuldu. Şu anda yine her şey eskisi gibi. O tarihlerde ben yine “hiçbir şey eskisinden farklı olmayacak” diye yazmıştım. Ne yazık ki gelişmeler beni doğruladı. İsterdim ki beni doğrulamasın. Biraz ileriye bakarsak, yani, kehanet gibi değil. Yüzyıl konusunda konuşmaya kuşkusuz kendimi hiçbir şekilde yetkili görmüyorum, ama bir adım ilerisine, önümüzdeki yıllara şöyle bir göz atacak olursak, bazı şeyler düşünebiliriz. Konuta bugüne kadar yapmadığımız şeyi yapmak zorundayız diye düşünüyorum. Kim için, nerede, nasıl? Bu soruların doğru olarak yanıtlanması gerekiyor. İstanbul ölçeğinde olabilir, Türkiye ölçeğinde olabilir ama, biz konutu kimin için yapıyoruz? Nerede yapıyoruz? Nasıl yapacağız? Bunun yanıtının verilmesi lazım. Finansman ve teknoloji sağlandıktan sonra talep organizasyonunun düzenlenmesi gerekiyor. Çünkü talep organizasyonu endüstriyi harekete geçirecektir. Bizde ne yazık ki yıllardan beri talep bir türlü organize edilememiştir. Standartların gelişmesi lazım ve çeşitliliği standartlar içinde aramak zorundayız. Aynen bir lego sisteminde olduğu gibi. Bunlar Türkiye’nin eksikleridir. Belki Avrupa Birliği’ne girmemizin en büyük yararı burada olabilir. Çünkü bazı standartları benimsemek zorundayız. Gelişigüzel yaptığımız şeyleri bir standart dizgesi içine getirmek zorunda kalacağız. Belki AB’ne katılırsak ya da katılma süreci içinde bunlara zaten dikkat etmek zorunda olacağız.

Kadro ve Örgütlenme Var mı?

Konutta eğilim, az katlı konutlara doğru gidiyor. Bunun doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmak istemiyorum ama, bugün görünen odur. Herkes özellikle deprem korkusuyla, “aman az katlı konutlar olsun, tek aile evleri olsun” un peşinde. Bir de önümüzde duran çok önemli bir sorun; mevcut yapı stoğunun nasıl sağlıklı hale getirileceği, nasıl sağlamlaştırılacağı. Bu öyle pek kolay bir hizmet değil. Bildiğiniz gibi şu anda bu hizmetler karşısında insanlar pes etmiş durumdalar. Öte yandan bir kısım teknik elemanlar bu işi istismar eder durumda. Ama doğru dürüst çözüm bulacak bir kadroya ve örgütlenmeye hiçbir şekilde sahip değiliz.

Yapılar ne olacak? Bence, önümüzdeki dönemde yapılar hafifleyecek. Zaten malzeme tarihine baktığınız zaman bu, yapıları hafifletmeye yönelik çabalar tarihidir aynı zamanda. Belki hesapçı mühendisler yerine, tasarımcı mühendisler rol alacaktır önümüzdeki dönemde. Strüktür tasarımı önem kazanacaktır. Bizim inşaat mühendislerimiz için de bu çok önemli. Dışarıda strüktüre ağırlık vermiş pek çok mühendisi bir çırpıda hatırlayabiliriz. İşte bunlardan birkaçı: Nervi, Le Ricolais, Torroja, Fuller, Candela, Otto, Peter Rice. Son dönemde Calatrava. Bunları bir çırpıda sayabiliriz. Daha başkalarını da sayabiliriz. Bence gidiş o yönde olmak zorunda. Malzemenin kendi yükünden kurtulmak, malzemenin yükünü hafifletmek gerekiyor. Malzeme için ayrı bir çizelgem var. Onu da gösterebilirdim, ancak, sanıyorum zaman yok.

Önümüzdeki dönemde yine, yapı endüstrisinde yabancılar ağırlık kazanacak. Bu iş mimarlıktan başlar, mimarlıkta yabancılar ağırlık kazanmaya başladı. Zaman zaman bazı arkadaşlarım, isim de verebilirim, örneğin Cengiz Bektaş, “ben yabancılarla rekabetten korkmuyorum” diyor ama, Cengiz Bektaş yurtdışına giderken, örneğin bir Fransa’ya, bir Almanya’ya giderken vize almak zorunda. Ama Alman mimar, Türkiye’ye vizesiz giriyor. Türkiye’de rahatlıkla çalışıyor, oysa biz o ülkelerde çalışamıyoruz. Örneğin; Amerikalı mimarlar şu anda Türkiye’de çok revaçtalar. Bizim yatırımcılarımız hep Amerikalı mimar peşinde koşuyorlar. Ama Amerika bize kucak açmıyor, yani bizim iş adamlarımızın, yatırımcılarımızın Amerikalı mimarlara açtığı kucak şeklinde bize açılan bir kucak yok oralarda. Gitmek istediğiniz zaman Amerikan Konsolosluğu’nun kapısında kuyruğa girmek zorundasınız. Bu böyle… Küreselleşme de bu. Vaktiyle Ortak Pazar için söylenen bir şey vardı, “onlar ortak biz pazar” diye. Şimdi de böyle bir işbirliğini düşünüyorsak, yine onlar ortak biz pazar.

Yabancı teknoloji gelecek Türkiye’ye… Bu nasıl gelecek? Özellikle yabancı kredilerle gelecek. Şu anda İstanbul’da yapılmakta olan bazı gök delenlerin cephe kaplamaları yabancı firmalar tarafından yapılıyor. Çünkü yabancı kredi sağlanıyor. Bizim yerli yapımcılarımız teklif verdikleri zaman, onlara “kredi koşullarınız nedir?” deniyor. Bizim firmaların böylesine kredi olanakları yok. Ama yurtdışından gelen yapımcılar rahatlıkla, 10 yıllık kredi açabiliyorlar. Bazen peşinat dahi almadan, dolayısıyla derhal kabul edilen öneri onlarınki oluyor. Bu çerçevede şunu da söyleyebiliriz:

Otomotivde örneklerini gördüğümüz gibi, ileri teknolojilerin, geri kalmışları önümüzdeki dönemde Türkiye’ye gelecektir. Yabancı finansman yoluyla olacak bu daha çok.

Sözlerimi bir cümleyle bitireyim. Çağa uygun yapılaşma için, bizim eğitim, proje, uygulama, denetim yöntemlerini gözden geçirmemiz, sorgulamamız ve yenileştirmemiz gerekiyor.

Dinlediğiniz için çok teşekkür ederim.