İstanbul Alarm Veriyor Kaynak : 01.08.2012 - Yapı Dergisi - 369 | Yazdır

Tuhaf bir dönemden geçiyoruz. Bir yanda ağır iç ve dış politik sorunlar var; öte yanda anormal kentleşme, kentsel dönüşüm çabaları, kentlerin tıkanması, yapılan yanlışların doğal felakete dönüşmesi türünden sorunlar… Kısacası tam bir kargaşa ve çalkantı dönemi.

İçte, ülkeyi yoran çekişmeler ve ciddi sorunlar var: terör, geciken adalet, insan hakları, düşünce ve ifade özgürlüğü, çarpık demokrasi, gelir adaletsizliği, yolsuzluklar gibi… Dışta ise “komşu ülkelerle sıfır sorun” politikası derken dostumuz, komşumuz kalmadı; bölgede savaş rüzgârları esiyor.

Genel siyasal sorunlar kuşkusuz YAPI Dergisi’nin konuları dışında. Gelelim son ay içinde gelişen mesleki konularımıza…

Samsun Canik’te şiddetli yağmurun ardından gelen su baskını vadi tabanına, dere yatağına yapılmış olan konutların bodrumlarında barınan 14 kişinin ölümüne neden oldu. Söz konusu konutlar imar kapsamına alınan alanlarda TOKİ tarafından yapılmıştı. Konutların yapımı için derenin genişliği bile azaltılmıştı. Başbakan’ın dediği gibi bu kez de, “Derenin intikamı ağır oldu”. Mimarlar Odası Samsun Şubesi Başkanı Selami Özçelik olay sonrasında, “Kent Sempozyumu yaptık; sonuçlarını belediyelere kitapçık olarak dağıttık. Buna rağmen eski evleri yıkıp aynı yerlere TOKİ evlerini yaptılar” diyor. Her zaman olduğu gibi meslek odaları söylüyor, ama dinleyen kim?

Başka bir olumsuzluk İstanbul’daki köprülerde yaşanıyor. Fatih Sultan Mehmet Köprüsü ile Haliç Köprüsü bakıma alınınca bazı şeritlerin trafiğe kapatılması gerekti. İşte, İstanbul’un zaten var olan trafik çilesi, köprülerin daralması olgusu da eklenince tahammül edilemez bir düzeye geldi.

Köprülerin bakıma alınması olağan… Ancak bu iş yapılırken, İstanbul’u yönetenlerin, doğabilecek sıkıntıları öngörüp gidermek doğrultusunda hiçbir önlem almadıkları ortaya çıktı. Oysa trafik akışını rahatlatmak için başta deniz yolundan yararlanma olmak üzere pek çok seçenek düşünülebilirdi.

Köprü geçişlerindeki sıkıntılar dayanılmaz düzeye gelince ancak, sayın yöneticiler bazı önlemler almak gerektiğini düşünmeye başladılar. Otobüslerle desteklenen bazı vapur seferleri kondu, Haliç’te bir kenara çekilmiş olan emektar Galata Köprüsü Balat-Hasköy arasında yeniden trafiğe açıldı. Geçişte bekleyişlerin uzun süresi dikkate alınarak FSM Köprüsü’nün iki girişine de seyyar büfe ve tuvaletler konuldu. Son olarak da Boğaz köprüleri geçişi hem çile çekenlere hoş görünmek hem de akışı biraz kolaylaştırmak için Eylül ortasına kadar parasız hale getirildi. Bu son önleme ilişkin müjdeli(!) haberi bizzat Sayın Başbakan açıkladı.

Burada bir hatırlatma yapalım. Boğaziçi Köprüsü yapıldığında, köprü geçişinin, köprünün yapım maliyeti geri dönünceye kadar paralı, sonra da bedava olacağı topluma vaat edilmişti. Aradan tam 39 yıl geçti; köprü kendisini defalarca ödedi; o vaat tutulmalı ve geçişler artık parasız olmalı.

Artan olumsuzluklar İstanbul’un giderek azmanlaşan yaşanmaz bir kent haline geldiğini gösteriyor. İstanbul alarm veriyor!.. Bir an önce İstanbul’un geleceği hakkındaki kararların çağdaş, bilimsel planlama anlayışıyla belirlenmesi gerekiyor. Geleceğin İstanbul’u nasıl olacaktır? İstanbul, yaşanması güç, yoğun yapılaşmalı, ağır nüfus baskısıyla boğulmuş bir şehir mi, yoksa eşsiz tarihi ve kültürel birikimini de koruyan emsalsiz doğal zenginlikleriyle çağdaş bir şehir mi olacaktır? Öncelikle bu kararın verilmesi gerekir.

Bugün olduğu gibi, planlama anlayışından uzak, noktasal, bireysel kararlarla İstanbul’un değerlerinin korunması olanağı yoktur. Temel plan kararları olmadan yoğunluk ve yüksekliğe ilişkin şehircilik kurallarını altüst ederek şehri gökdelenlerle, alışveriş merkezleriyle, sıkışık ve anormal yükseklikteki konutlarla, alt-üst geçitlerle doldurmak İstanbul’u yok etmekle eşdeğerdir. Ne yazık ki bugün İstanbul’da yapılan budur. İstanbul toprak rantı ve spekülasyon hırslarına teslim olmuş durumda.Nüfus patlamasıyla İstanbul yatayda ve düşeyde yoğunlaşıyor.

İstanbul’a ilişkin olarak tartışmalı konuları bir kez daha gözden geçirelim.

Belediye Başkanı Topbaş, şehri bunaltan güçlükler karşısında kendi sorumluluğunu gözardı edip, “Üçüncü köprüye karşı çıkanlar şimdi ne diyecek?” diye sorarken sıkıntıları 3. Köprünün yokluğuna bağlamak istiyor. Bir bakıma köprüyü benimsetmek için sıkıntılardan medet umuyor.

Üçüncü Boğaz Köprüsü Topbaş’ın planında mevcut değildi, merkezi yönetimin baskısıyla sonradan eklendi. 3. Köprü var olan köprülerin 30 km kuzeyinde yer alacak. O köprünün yapılmasının şehir trafiğine bir yararı olmayacağı açık. O köprü kuzeyde yeni bir kuşağı yapılaşmaya açacak.Yörede, iki yakada şimdiden arsa spekülasyonu ve yapılaşma hazırlıkları hızlanmış durumda. Oysa öteden beri bilinen bir gerçek var: İstanbul’un akciğerleri yeşil alanlar ve su havzaları kuzeyde olduğu için İstanbul kesinlikle Kuzeye doğru gelişmemeli. Orada yapılacak köprü ve çevre yollarının çekeceği yapılaşma İstanbul’un son kalan ciğerlerini de yok edecek, İstanbul’un soluğunu kesecektir.

Kentsel dönüşüm konusuna gelince… Kentsel dönüşüm uygar dünyanın pek çok yerinde yapıldığı gibi ülkemizde de yapılmalı kuşkusuz. Ancak şehircilik biliminin gereklilikleri yerine getirilerek, çağdaş planlama yöntemleri ve ilkeleri uygulanarak… Yoksa Samsun’da ya da İstanbul’da Sulukule’de, Kadıköy Fikirtepe’de yapıldığı gibi değil.

Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, âfet riski altındaki alanların dönüşümünü Türkiye’nin 700 noktasında aynı anda başlatacaklarını açıkladı. İnanılması ve gerçekleştirilmesi güç bir iddia… Ayrıca, kentsel dönüşüm alanlarında “3” emsalin üzerine çıkmayı düşünmediklerini de sözlerine ekledi. Bilindiği gibi, “3 emsal”, zemin üstünde arsa yüzölçümünün 3 misli kadar inşaat yapılması anlamına geliyor. Ne var ki bu tanım çok aldatıcı, çünkü bu hesaba bodrumlar katılmıyor. Şu anda İstanbul’da büyükçe arsaların hemen tümü, yerine göre 6-7 kat bodrum yapılacak şekilde (hattâ bazen de dinamitle kayalar parçalanarak) kazılıyor ve kullanıma açılıyor. Sonuçta arsada bir ağaç bile dikecek yer kalmıyor. O alanlar metrekareden sayılmadığı için, “3” olarak sınırlandığı söylenen emsal gerçekte 11-12’yi bulabiliyor. Yapsatçı anlayışa göre eskiden binaların kârı çatı katlarındaydı, şimdi bodrumlarda… Bu danışıklı dövüşün örnekleri sayılamayacak kadar çok. Sayın Bakan, umarım, bu durumun farkındadır.

İstanbul Nereye Gidiyor?

Hükümetin İstanbul’a olan ilgisi hiç kuşkusuz, İstanbulluları mutlu eder. Ancak, son zamanlarda İstanbul’a ilişkin olarak alınan kararlar hep İstanbul’u daha da yoğunlaştırıp büyütmekten yana. İşte asıl tehlike burada. İstanbul ülkede tek merkez haline geliyor. Kaotik bir azman şehir halinde, yaşanabilir olmaktan giderek uzaklaşıyor; İstanbul, İstanbul olmaktan çıkıyor. Bu sürdürülebilir bir gelişme değil.

Sorunlar İstanbul’un aşırı nüfus baskısıyla anormal şekilde büyümesinden ve çözüm için bilimsel yaklaşım eksikliğinden kaynaklanıyor. Şehre plansızlık egemen. Var olan planlar delik deşik; onaylı İstanbul Ulaşım Planı bile uygulanmıyor. Ülke çapında da durum farklı değil: Kentleşme Şurâsı sonucunda kabul edilen Bütünleşik Kentsel Gelişme Stratejisi ve Eylem Planı (KENTGES) da uygulanmıyor. TÜBİTAK’ın 2023 Vizyon Projesi de öyle… TÜBİTAK’ın 2003-2023 Strateji Belgesi ne oldu acaba?

Belediye yetkileri, tıpkı 1950’lerde Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde olduğu gibi merkezî otoriteye geçmiş gibi görünüyor.

Başbakan karar veriyor;

•Ataşehir Finans Merkezi haline getiriliyor,

•Ataşehir’e tasarımı çağ dışı büyük bir cami yapılıyor,

•İstanbul Boğazı’na 3. Köprü yapılıyor,

•Çılgın Proje olarak “Kanal İstanbul” işine girişiliyor,

•İstanbul’da biri Avrupa, öteki Anadolu yakasında birer milyon nüfuslu şehirler için hazırlık yapılıyor,

•Marmaray bitirilemezken, lastik tekerlekli araçlar için Avrasya Tüneli ve Sur dışı otoyol gündeme geliyor,

•Taksim Meydanı plansız olarak ele alınıyor; Taksim Gezisi yok edilerek vaktiyle var olan kışlaya benzer bir bina yeniden yapılmak isteniyor,

•Çamlıca’da İstanbul’un simgesi olacağı söylenen en az 6 minareli(!), dev boyutlu bir cami yapılması için çalışılıyor,

•Haydarpaşa ve Galataport, rant projelerine dönüştürülmek isteniyor.

Şehrin planlayıcısı ve yöneticisi konumunda olması gereken Belediye, Başbakan’ın buyruklarının uygulayıcısı konumunda.

Buna karşılık Avrupa ne yapıyor?.. Önemli şehirler için geniş uzman kadrolarıyla geleceğe dönük bütünleşik planlar ortaya konuyor ve STK’ların da katılımıyla kamuoyunda yoğun tartışmaya açılıyor.

Paris için Cumhurbaşkanı Sarkozy tarafından 2050 yılı hedefli “Büyük Paris” planlaması yarışmaya açılmıştı. New York Belediye Başkanı NY City Kıyı Planı 2020 vizyonunu açıklamıştı; plan şehrin 835 km’ lik kıyı şeridini kapsıyor. Daha sonra Hollanda’ da Amsterdam 2040 Planı açıklandı. Rusya’da ve başka yerlerde de bu anlamda örnekler var.

İstanbul için bunlara benzer herhangi bir çalışma yok. Aslında öncelikle yapılması gereken bu olmalı.