Mimarlar Odası 60 Yıldır Toplum Hizmetinde | Kaynak : 01.09.2014 - Mimarist | Yazdır |
Mimarlar Odası, mühendislik odalarıyla birlikte 1954 yılında çıkarılan 6235 sayılı TMMOB yasasıyla kuruldu. İktidarda Demokrat Parti (DP) vardı; başında da Başbakan Adnan Menderes. Tek parti dönemi 1946’da kapanmış, çok partili dönem başlamış, ondan dört yıl sonra da 1950’de seçimleri kazanan DP iktidara gelmişti. Öte yandan, 2. Dünya Savaşı 1945’te sona ermişti. Türkiye, 52 milyon insanın canına mal olan o savaşa, Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine uyarak katılmamış ama yine de olumsuz ekonomik etkilerinden kendini kurtaramamıştı. Savaş sonrası, yaraları sarma dönemiydi âdeta. O süreçte dünya iki karşıt gücün, ABD ve Sovyetler Birliği’nin başı çektiği iki kutuplu hale gelmişti. Türkiye, ABD yanlısıydı. DP, uygulamaya başladığı liberal ekonomiyle “Türkiye yakında küçük Amerika olacak” iddiasındaydı. O iddia, “Her mahallede bir milyoner yaratacağız” söylemiyle pekiştiriliyordu. Çağ, ilerlemiş sanayi çağıydı. Türkiye, katılmakta geciktiği çağa yetişmek istiyordu. Mimarlık ve mühendislik, sanayi çağının vazgeçilmez meslekleriydi. İşte meslek odaları böyle bir ortamda kuruldu. TMMOB Yasası odaların kurulmasını kuramsal olarak sağlamıştı, ama maddi olanaklar sınırlıydı. Doğan Tekeli, Mimarlar Odası’nın o günün koşulları altında kuruluşunu kısaca şöyle özetler: “Mimarlar Odası Aydın Boysan’ın çantasında, Gündüz (Özdeş) Ağabeyin kürsüdeki odasında kuruldu.” Mimarların ve mühendislerin örgütlenme konusunda önceki dönemlerde kazanılmış deneyimleri vardır: 1908’de İstanbul’da kurulan Osmanlı Mühendis ve Mimar Cemiyeti, 1927’de örgütlenen Güzel Sanatlar Birliği Mimari Şubesi, yine 1927’de Ankara’da kurulan Türk Mimarlar Cemiyeti ve anılan cemiyetin 1934’te İstanbullu ve İzmirli mimarların da katılımıyla çok şubeli olarak Türk Yüksek Mimarlar Birliği’ne dönüşmesi. 1950’li yılların ortasında Başbakan Menderes’in tutkusuyla “İstanbul’un imarı” adı verilen uygulama başlatıldı. Yolları genişletmek ve ip gibi dümdüz hale getirmek üzere, tarihi değer taşısın, taşımasın, gözünün yaşına bakılmaksızın binalar yerle bir edilmekteydi. Bütün İstanbul şantiyeye dönmüştü. Ne var ki sonuçta, ekonomi “İstanbul’un imarı” batağına saplanmıştı. Yıkılan binaların kamulaştırma bedelleri ödenemez duruma gelince, hiçbir gerçek değeri olmayan belediye bonoları devreye sokulmuş, ülkenin dış ödemeler dengesi açık vermiş, kredi arayışları sonuçsuz kalmış, ithalat güçlükleri nedeniyle mal darlığı ve karaborsa artmış, enflasyon azmıştı. Ülkenin içine düştüğü ekonomik bunalım döviz darboğazına, ardından yüzde 322’lik 1958 yılı devalüasyonuna ve bunların yanısıra politik ortamın gerginleşmesine yol açmıştır. Menderes imarının doludizgin gittiği dönemde Mimarlar Odası plansız programsız sürdürülen imar çalışmalarını, örneğin, yol genişliklerinin taş atılarak belirlendiği bir gidişi doğal ki onaylamıyordu. O zamanlar Oda Yönetim Kurulu Başkanı olan Doğan Tekeli’nin anlattığına göre, yapılanları irdelemek üzere Taşkışla’da üyelerin katılımıyla bir toplantı düzenlenmiş. Toplantıya 30-35 mimar katılmış ve “sesimizi duyurmalı ve keyfi imara karşı çıkmalıyız” görüşünde birleşmişler. Sonunda Başbakan’a resmi bir yazı yazılarak İstanbul’un imarının başbakan düzeyinde ele alınmasından memnuniyet duyulduğunun belirtilmesine ve Oda’nın da çalışmalara katkıda bulunması dileğinin iletilmesine karar verilmiş. Yazı gönderilmiş, ancak birkaç ay hiç ses çıkmamış, daha sonra Başbakan’ın yanıtı, o tarihte DP milletvekili olan Prof.Emin Onat aracılığıyla sözlü olarak gelmiş: “Karışmasınlar! Oda’yı kapatırım.” (1) Bu olay, adı Demokrat olan partinin ve başkanının demokrasi anlayışını göstermesi bakımından ilginçtir. Mimarlar Odası örneğinde olduğu gibi, TMMOB’ye bağlı öteki meslek odaları da, plansız programsız uygulamalar ve yaratılan sorunlar karşısında kendi uzmanlık alanlarındaki görüş ve tepkilerini ortaya koymaktaydılar. Başarısızlıklar arttıkça antidemokratik yollara sapma eğilimi gösteren Hükümet, Odalara tepkisini yansıtmakta gecikmeyecekti. Demokrat Parti iktidarı, 27 Mayıs 1957 günü çıkardığı bir yasayla (2) Gemi Mühendisleri Odası dışındaki odaların merkezlerini Ankara’ya almıştır. Amaç, memur mimar ve mühendislerin yoğunlukta olduğu başkentte memur üyeler üzerinde kurulacak baskıyla Odaları daha kolay yoldan denetim altında tutabilmekti. İşte, odaların merkezleri devlet zoruyla Ankara’ya böylece alınmıştır, ama ne Demokrat Parti iktidarı ne de daha sonraki iktidarlar, Odaları, mesleki doğruları dile getirmekten alıkoyamayacaktır. İşler kötüye gittikçe DP iktidarı demokrasi dışı davranışlardan medet umarak, muhalefet ve basın üzerinde baskıcı denemelere girişmiş, ayrıca, bölücü bir girişimle, muhalefeti şer cephesi olarak ilan edip, o hayali cepheye karşı kendi yandaşlarıyla Vatan Cephesi(!)ni oluşturmuştur. Doludizgin aykırı gidişin sonunda Anayasayı da delince 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesi gelmiştir. Çok garip bir rastlantıdır: Odaları dizginleme hedefli yasanın tam yıldönümüne rastlamaktadır bu tarih. 1960-70 arası, pek çok bakımdan bir öncekinden farklı bir dönem olmuştur. İhtilalin ardından çıkarılan özgürlükçü 1961 Anayasası topluma yeni bir ivme kazandırmıştır. Dönemin ekonomik karakteri, karma ekonomi tercihli, kalkınma planlarına dayalı bir düzendir. Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuş ve 5′er yıllık kalkınma planları uygulamaya konmuştur. O günlerin politik çevrelerinde kalkınma planının uygulanma biçimi konusunda üç değişik görüş egemendi. Sol görüş: “Plan yol gösterici değil, emredici olmalıdır”; liberal görüş: “Plan emredici değil, tavsiye edici olmalıdır”; sağcı oportünist görüş: “Bize plan değil, pilav lazım”… Mimarlar Odası ise kalkınma planının yalnızca ekonomik ve sosyal planlama boyutlarıyla ele alınmasını, buna karşılık fiziksel planlamayı göz ardı etmesini bir eksiklik olarak ortaya koyuyordu. Oda’nın 1960’lardaki sloganı “Mimarlar Odası Toplum Hizmetinde” idi. Odadan gönderilen mektup zarflarının üzerinde bile bu slogan yer alırdı. O anlayış, aynı açıklıkla ifade edilmese de Oda’nın 60 yıllık yaşamının “vazgeçilmez ilkesi” olmuştur. 1960’lı yıllarda Oda’nın önemli konularından biri “ihtisas ayrımı” mücadelesi idi. Odalar kurulurken, İTÜ’nün İnşaat Şubesi’nden mezun olmuş kimi mimarlar İnşaat Mühendisleri Odası’na kaydolmuşlardı. Onların o odanın üyesi olmaları onlarla birlikte bütün inşaat mühendislerinin mimari projeleri imzalamaları yetkisini yaygınlaştırıyordu. Bir yetki kargaşası söz konusuydu. Mimarlar Odası’nın, bir yıl içinde yüzlerce proje imzalayıp -sözde- mesuliyet üstlenen “imzacı mimarlar”a karşı sürdürdüğü savaşıma, böylece “ihtisas ayrımı” sorunu da ekleniyordu. Bu sorunun iki oda arasında çözümü yıllar alacaktı. Ne var ki İhtisas Ayrımı anlaşmazlığı İnşaat Mühendisleri Odası ile Mimarlar Odası’nın özel yüksekokullar konusundaki ortak savaşımını engellememiştir. Odaların kazandığı hukuk savaşımı sonunda Anayasa Mahkemesi, salt ticari amaçla kurulmuş bu okulları Anayasaya aykırı bularak, mevcut devlet üniversitelerine katılmalarına, aksi halde kapatılmalarına karar verecekti. O günlerin tartışılan ağırlıklı başka bir konusu da Boğaziçi Köprüsü’ydü. Oda, Boğaz geçişinin, gerekli araştırmalar yapılmadan ve değişik alternatifler aranmadan tepeden inme kararla yapılmasına karşıydı. (3) 1970′li yıllar ülke çapında siyasal ve toplumsal kargaşa ve çalkantı yıllarıdır. 70’li yılların başında, 12 Mart 1971′de Ordunun üst kademesi Hükümete verdiği bir muhtıra ile ülke yönetimine müdahale etmiştir. Avrupa’da 1968’de öğrenci olaylarıyla başlayıp güçlü, etkili bir rüzgâr gibi geçen toplumsal bunalım, bizde kesintisiz olarak on yıl sürecekti. Bu dönem sağ-sol çatışmalarıyla ülkemizin ayrıştığı, kutuplara bölündüğü bir dönemdir. |
O dönemde ülke yönetiminde planlı kalkınma düzeni ve disiplininden giderek uzaklaşılmış, ayrıca 1974 dünya petrol bunalımı ve Kıbrıs Harekâtı ülkeye içte ekonomik, dışta siyasal sorunlar getirmiştir. 1977-1980 arasında Türkiye ciddi bir toplumsal ve ekonomik bunalımla karşı karşıya kalmıştır. İç politikada kutuplaşma giderek artmış, 1950′lerin icadı Vatan Cephesi’ni andırır bir ayrışmayla Milliyetçi Cephe hükümetleri oluşturulmuş, karşıt kamplardan insanlar birbirlerine kıyarlarken, uzlaşmaz ve aymaz politikacılar ülkeyi askeri emir-konuta zinciri içinde yapılan 12 Eylül 1980 darbesine sürüklemiştir. O on yıllık dönemin olumsuz etkileri kuşkusuz, Odalara da yansımıştır. Oda yöneticilerinin bir bölümü meslek politikası yerine daha çok kendi politik inançlarını egemen kılma çabası içinde ülke siyasetini yönlendirmeye çalışmışlardır. Yöneticilerin, “bizim gibi düşünmeyen bizden değildir” anlayışı üyelerin pek çoğunu Oda’dan âdeta uzaklaştırılmıştır. O günlerin modası haline gelen, “düzen değişmedikçe hiçbir şey yapılamaz” sloganı, yapılabilecek çalışmaları yavaşlatmış, biraz da tembelliği geliştirici ya da tembelliğe kılıf hazırlayıcı bir bahane olmuştur. 12 Eylül 1980 ihtilali 1982 Anayasası ile, Turgut Özal dönemini ve anlayışını ülkeye armağan (!) etti. Dönemin ekonomik karakteristikleri liberalizm, özelleştirmeler, serbest döviz, serbest dışticaret ve kronik yüksek enflasyondur. 1980’ler askeri yönetimin baskılarının da etkisiyle ülke çapında gözlenen, “politikadan uzak durma eğilimi” Odaları da etkilemiş, yönetimler yeniden meslek politikasına dönmüştür. Odalar her dönemde olduğu gibi o dönemin, üstelik baskıcı siyasal iktidarına da yaranamadıkları için bu kez memur mimar ve mühendislerin meslek odalarına kaydolma yükümlülüğü iktidarca kaldırılmıştır. Amaç yine odaların gücünü azaltmak ve odaları sindirmektir. Ne var ki mimar ve mühendis sayılarındaki hızlı artış odaların şube ve temsilciliklerinin artmasını ve yaygınlaşmayı sağlamıştır. 1990’lı yıllar Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla iki kutuplu dünyanın sonunu getirirken, bizde içgöç olgusunun daha da tırmanmasıyla dinsel söylemler, ezilmişlik, mağduriyet ve aşağılanmışlık üzerinden biçimlendirilen yeni, ayrıştırıcı bir toplumsal yapı doğdu. Terör, çatışmalı-kanlı toplumsal olaylar, bir bölümü ünlü aydınlara yönelik faili meçhul cinayetler, uzlaşmaz politikacılar ve başarısız koalisyonlar, dönemin belirleyicileri oldu. Ve bütün bunlar 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi AKP’yi iktidara getirdi. Sonrası malum… Ayrıcalıklı, kayırmalı özelleştirmeler… Çevrenin, yeşilin, toprağın, suyun yağması… Büyük kentlere nüfus akını ve nüfus patlaması… Plansız-programsız olabildiğince gösterişli yatırımlar… Kent toprağı rantının kayırmalı-ayrıcalıklı imar durumlarıyla köpürtülmesi… Yoğun ve yüksek yapılaşma… Mimarlıktan nasibini almamış TOKİ ürünleri… Kamu yapıları için dayatılan öykünmeci-gerici, yoz mimarlık… Mimarlar Odası bütün bunlara karşı çıkmakta haklı değil midir? Karşı çıkmaza görevini yapmamış olmaz mı? Bütün engellemelere karşın eğilip bükülmeden yoluna devam ediyor. Oda genelde, her dönemde, çalışmalarını üyelerinin çıkarlarını korumaktan çok, kamu yararını ve değerlerini korumak doğrultusunda yoğunlaştırmıştır. Ülke çapında planlı yerleşme, nitelikli yapılaşma, gecekondu ve konut sorunları, çevrenin, doğal ve kültürel varlıkların, kent toprağının ve kıyıların korunmasının yanısıra mesleğin geliştirilmesi konularıyla uğraşıp durmuştur. Oda, yasaların verdiği yetki ve görevle, ülkenin ve toplumun sorunlarına sorumluluk bilinciyle yaklaşmış, çaresiz durumlarda konuları yargıya taşımıştır. Doğal olarak Mimarlar Odası’nın yanısıra öteki meslek odalarının da aynı yoldaki çalışmaları popülist politikacılar tarafından hep yadırganmış ve baskı altında tutulmak istenmiştir. Meslek Odaları bugün de yeni tehditlerle karşı karşıyadır. AKP İktidarı TMMOB yasasında değişiklikler yaparak, birçok kurumu olduğu gibi meslek odalarını da kendi denetimi ve güdümü altına almak istiyor. Öncelikli amaç, iktidarın dümen suyuna girecek uslu odalar yaratmak… Önceki örneklerin de gösterdiği gibi Odalardan yakınmak yalnızca bugünkü iktidara özgü değil. Odalar, yukarıda da belirtildiği gibi, daha önce de hiçbir iktidara yaranamadılar. Zaten yaranmak yolunda bir çabaları olması da gerekmiyordu. Odaların yaklaşımı hep ülke çıkarları ve mesleki doğrular yönünde oldu, söylem ve uyarıları siyasal iktidarların eylemleri ve çoğu popülist uygulamalarıyla doğal ki örtüşmedi. Bu nedenle de kimi iktidarlar bugünün evrensel demokrasi anlayışından saparak odaları etkisizleştirmek üzere engeller yaratmak yolunu seçtiler. Son kez de öyle oldu : 9 Temmuz 2013 geceyarısı, TBMM’de görüşülen, garip prosedürlü Torba Yasa kapsamında 3194 sayılı İmar Yasası’na, Meclis İç Tüzüğü’ne aykırı bir şekilde eklenen bentlerle mimarlık ve mühendislik meslek odalarının başta mesleki denetim olmak üzere bazı yetkileri kaldırılırken bazıları da Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na aktarılıverdi. Bu, gerçek bir baskındı ve çeşitli çevrelerce TMMOB’ye ve bağlı meslek odalarına iktidarın darbesi olarak yorumlandı. İktidar, Torba Yasa baskınında Odalara kesilen cezayla da yetinmedi; yine aynı şekilde dayatılan bir değişiklikle mimarların ve plancıların 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Yasası ve Türkiye’nin de kabul ettiği Bern Sözleşmesi ile korunmuş hakları da budandı. Eklenen maddeyle, Bakanlığa “mimari estetik komisyonları” kurma ve o komisyonlara, yapıların “özgün fikir ifade edip etmediğine karar verme” yetkisi tanındı. Özgün fikir ifade etmeyen yapılarda yapılacak değişikliklerde ilk müellifin görüşü aranmayacak(mış). Böylece, mimarların eser sahipliği hakkı, kimi komisyonların insaf ve takdirine bırakılmış oluyor. Bu komisyonların nasıl kurulacaklarını ve bugün pek çok alanda örnekleri görüldüğü gibi, sivil emir-komuta düzeni içinde nasıl işletileceklerini tahmin etmek için bilgin ya da kâhin olmaya gerek yok. Yapılan değişikliklerin, Türkiye’nin de imzaladığı uluslararası sözleşmelere, AB normlarına ve Anayasa’ya aykırı olduğu kesindir. Meslek odaları evrensel demokrasinin gerektirdiği, kamu kurumu niteliğindeki anayasal kurumlardır. Anayasanın 135. maddesi de bunu öngörüyor. Bugünün demokrasi anlayışı, vazgeçilemez kuvvetler ayrılığı ilkesi uyarınca benimsenmiş “üç erk”in, yani “yasama”, “yürütme” ve “yargı”nın yanısıra dördüncü erk olarak, çoğu kez sanılanın aksine, “medya”yı değil, “STK’ları ve meslek kuruluşlarını” kabul ediyor. Bu kuruluşları budamak, hiç kuşku yok ülke demokrasisini budamak anlamına gelir. Anlaşılan o ki, politikacılar demokrasiyi öğreninceye kadar meslek odalarının çilesi bitmeyecek. Gelelim konunun biraz da üyeler açısından irdelenmesine… Zaman zaman kimi üyelerin “Oda bize ne veriyor ki?” yollu sitemleriyle karşılaşılır. Odamızın bazı dönemlerde iyi yönetilmediği, kimi yönetimlerin meslek politikasını aşarak ülke politikasını yönlendirmeye daldıkları da olmuştur. Ancak, Oda etkinliklerinin iyileştirilmesi için çareler bulunması da yine üyelerin işidir. Varsa birkaç kötü örnek, kurumların yok edilmeleri için gerekçe oluşturmaz. Kurumların değeri, genelde, var oldukları süre içinde pek fark edilmez. Bu nedenle bir an için onların yokluklarını, var olmadıklarını düşünmekte yarar vardır. Tıpkı “özgürlük” konusunda olduğu gibi… Bir an için Odamızın olmadığını düşünelim. Ben düşündüm böyle bir durumda ne yapabileceğimizi… Tek çıkar yol, kolay olmasa da “hemen yenisini kurmak”tır. Onun için gelin, 60 yılı gururla tamamlayan Odamız çevresinde birbirimize kenetlenerek bir koruma zinciri oluşturalım. Oda bizim odamız, sahip çıkalım! (4)
|