Üçüncü Köprüye Hayır (Boğazda “köprüler tuzağına” düşmeyelim) Kaynak : 07.07.1988 - Milliyet | Yazdır

1937’de doğdu.1961’de İTÜ Mimarlık Fakültesini bitirdi. Aynı fakültede asistanlık yaptı. 1965-66 yılları arasında Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nin sekreter üyeliği görevini yürüttü. Halen, merkezi Londra’da bulunan Uluslararası Yapı Merkezleri Birliği’nin Yönetim Kurulu üye­si ve Yapı Endüstri Merkezi’nin yöneticisidir.

Boğaz üzerindeki ikinci (Fatih Sultan Mehmet Köprüsü) köprü hizmete açıldı. Üçüncüsünün ne zaman yapılacağı henüz tartışma konusu. Belediye, birinci köprü­nün hemen beş yüz metre ötesi­ne yeni bir köprü yapılmasında ısrarlı. Gazetelerden edindiğimiz bilgilere göre, DPT ve Ulaştırma Bakanlığı bu köprüye karşı. Bu konuda demek ki, merkezi yönetimle yerel yö­netim henüz görüş birliğine varamamışlar. Dışa­rıdan ise İngilizler bu köprüye kendi deyişleriyle Türk lokumu olarak bakıyorlar. İngiliz Başba­kanı Thatcher, ikinci köprü ihalesini Japonlara kaptırınca fazlasıyla öfkelenmişti. Bu nedenle Bo­ğaz üzerinde yapılacak yeni bir köprüde en bü­yük iddiayı bu kez İngilizler taşıyor.

 3. KÖPRÜ GEREKLİ Mİ?

Gelelim “Üçüncü köprü gerekli mi?” tartış­masına. Bugün 6 küsur milyonluk İstanbul’un yaklaşık iki buçuk milyonu Asya yakasında oturuyor. İki taraftan da öteki yakaya çalışmaya gi­denler var. Birkaç yıldan beri birinci köprü, gü­nün hemen her saatinde yıllar öncesinin araba va­purlarını anımsatırcasına tıkanmaya başladı. Bu nüfus kitlesinin günlük hareketinin ve ticari taşı­macılığın bir şekilde karşılanması gerekiyor. Bu hareket içinde köprü, düşünülecek çözümlerden biridir. Ancak yararlarının yanı sıra sakıncaları gözardı edilmemelidir.

Birinci köprü, 1965’i izleyen yıllarda bir ıstırap haline gelen araba vapuru kuyruklarından sonra bir süre rahatlatıcı bir rol oynadı. Şimdi bütün umut ikinci köprüde; ancak Fransızların hesap ve tahminlerine göre bu ikinci köprünün İstanbul trafiğine olumlu katkısı yanlızca yüzde 5 mertebesinde olacaktır. Sonucu kısa bir süre sonra, yaşayarak göreceğiz.

Ne yazık ki Türkiye’de konuya artık hep taşıtlar açısından bakılıyor ve insan öğesi hep gözardı ediliyor. Köprüden amaç taşıtların bir yakadan ötekine en kısa zamanda geçebilmelerini sağlamak. Bu taşıtların büyük çoğunluğunu özel otomobiller oluşturuyor.  Özellikle çok yoğun saatlerde özel otolar tek kişiyle karşıdan karşıya geçiyor. Tek kişi sabah otosuna kurulacak, Bayramoğlu’ndan Topkapı’daki işine gidecek, akşam da aynı yoldan geri dönecek. Bu anlayışla şehir içi trafiği çözülemez. Acaba birinci köprü için kullanış araştırmaları yapılmış mıdır? Yılda kaç kam­yon, kaç otobüs, kaç özel oto, kaç taksi, özellik­le de kaç yolcu geçmiştir köprüden? Bu anlamdaki istatistik sonuçlara bugüne dek rastlamadık. Aslında, getirilecek her çözümde amaç, “insana hizmet” olmalıdır, “taşıt” değil.

Köprüden, yolların genişletilmesinden, göste­rişli yatırımlardan önce toplu taşımacılık için çö­zümler aranmalıdır. İnsanların en ekonomik ve en hızlı şekilde şehrin bir ucundan ötekisine top­luca nasıl taşınabileceği öncelikle araştırılmalı ve bunun en kısa zamanda gerçekleştirilmesine çalışılmalıdır.

Deniz, İstanbul’a verilmiş nimetlerden biridir. Öncelikle bu bedava asfalttan yararlanılmalıdır. Oysa yıllardan beri deniz yolu hemen hiç kulla­nılmamakta, trafik nedense hep karaya kaydırıl­maktadır. Son yıllarda devreye sokulan hızlı de­niz otobüsleri toplumsal yararlarından çok, dik­kati denize çekmesi, denizin taşımacılıktaki önemli rolünü hatırlatması bakımından yararlı olmuştur.

Suyun üstünden olduğu gibi altından da ya­rarlanılabilir. Tüpgeçit; elverişli çözümlerden bi­ri olabilir. Nitekim Ulaştırma Bakanlığı Boğaz’ da üçüncü köprü yerine bir tüpgeçit önermekte­dir.

Öte yandan İstanbul boyutunda, İstanbul ni­teliğinde bir şehrin hala bir metroya kavuşama­mış olması, gelmiş geçmiş yöneticiler için bağış­lanabilir bir ihmal kusuru değildir.

Osmanlı döneminde yapılmış olan ve Avru­pa’nın ilk metrolarından sayılan emektar Tünel’e, bırakınız bir yenisini ekleyememiş olmayı, o dö­nemin ileri anlayışının bile hala ne kadar gerisin­de olduğumuzu görmek üzüntü veriyor.

İstanbul bugün nüfus bakımından Avrupa’ nın ikinci büyük şehridir. 21. yüzyıl başında ise en büyük şehri olacağı tahmin ediliyor. Bu bü­yüklükteki bir şehrin trafiğini yer üstünde çöze­mezsirıiz. Hele “Trafik tıkanıyor” gerekçesiyle yol­ları genişleterek hiç çözemezsiniz. Yolu başından sonuna aynı genişlikte tutamazsınız, debiyi artı­ramazsınız; aradaki darboğazlar yolun yine tıkanmasına neden olacaktır. Üstelik, İstanbul gibi ta­rihi ve doğal varlığı bol olan bir şehirde bu mi­rası zedelemeden yol genişletrnek hemen hemen olanaksızdır. Nitekim dünyanın önde gelen mi­marlık dergilerinden Architecture d’ Aujourd’ hu­i’nin Nisan’ 88 sayısında, İstanbul’da son dönem­de gerçekleştirilen imar hareketleri ağır bir dille eleştirilmekteydi.

Bir su yolu üzerine köprü yaparsınız. Bu, ge­çişi daha çekici hale getirir, özendirici olur, ge­çenlerin sayısı gidetek artar. “Gördünüz mü? Bu köprü bile artık yetmiyor” dersiniz ve yenisinin yapılması böylece bir zorunluluk haline gelir. Buna şehircilikte “köprüler tuzağı” denir.

Boğaz’da birinci köprü, ikinci köprü, üçün­cü köprü… Daha kaç köprü yapılması gereke­cek? Sekiz mi, on mu? Kaç tanesi yeterli olacak? Bu, yollar için de böyledir: Yolu genişletirsi­niz, geniş yol daha çok arabayı cezbeder, böylece bir süre sonra yetersiz hale gelir. 

Bu tuzağa Haliç’te köprülerle düşülmüştür. Haliç’in üzerindeki üçüncü köprü Haliç’in o gün­lerdeki umutsuz terk edilmişliği içinde sessiz sedasız gerçekleştirildi. Bugün Haliç’i kurtarma ça­balarının gürültüsünden sıyrılıp Piyer Loti Kah­vesi’nden şöyle bir baktığınızda göreceksiniz ki, bu köprü Haliç’in boynuna saplanmış bir beton gerdanlıktır, bir çirkinlik anıtıdır. Bütün Haliç te­mizlense de bu çirkinliği kim temizleyebilecektir?

SONUÇ

Gelin, bu tuzaklara düşmeyelim: İstanbul’da taşıtların bir yakadan diğerine geçmesi sorunun­dan önce insanların topluca, en ekonomik şekilde, en kısa zamanda nasıl taşınacağını tasarlayalım.

Öncelikle yapılması gerekenler yapılmadan yeni köprülere hayır!