“Yasaklamak Yasaktır!” | Kaynak : 29.12.2014 - Cumhuriyet Gazetesi | Yazdır |
“Yasaklamak yasaktır”… Bu söylem 1968 Toplumsal Olaylarının baş sloganıydı. Aslında, bu sloganın içinde bir çelişki var, çünkü o da bir yasak getiriyor: Yasaklamayı yasaklıyor. Dönelim 1968 olaylarına… 1968, bütün dünya için çalkantılı bir yıldı. 1968 toplumsal patlaması Mayıs başında önce Fransa’da Nanterre Üniversitesi ile Sorbonne’da öğrenci hareketleriyle başlamış, sonra dalga dalga bütün dünyaya yayılmıştı. Otoriter yönetimlere karşı “Yasaklamak yasaktır” sloganıyla dile getirilen, dünya çapında bir özgürlük arayışı ve başkaldırı dönemiydi. Başı çekenler 2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında doğmuş, üniversite çağındaki öğrencilerdi. Fransa’nın başında ise Cumhurbaşkanı olarak 2. Dünya Savaşı’nın ulusal kahramanı Charles de Gaulle vardı. Başkaldırı, kuşaklar arasındaki anlayış farkının yanı sıra hiç kuşkusuz, de Gaulle‘ün giderek otoriterleşen yönetiminden de kaynaklanıyordu. Başta öğrenciler olmak üzere genç kuşak daha çok özgürlük istiyordu, yönetime katılmak istiyordu; en azından üniversite yönetimine… Herkes, tam olarak tanımlanmasa da “değişim” istiyordu. Öğrencilerden sonra işçilerin, daha sonra da toplumun katılımıyla gösteriler Paris’ten dalga dalga bütün Fransa’ya yayıldı. Gösterileri grevler izledi. Göstericilerin saflarında ünlü düşünür Jean Paul Sartre’a bile rastlanabiliyordu. Yaşlı kurt de Gaulle başkaldırının niteliğini ilkin kavrayamayacak, hattâ “chienlit” (maskaralık) olarak tanımlayacak, bir türlü içine sindiremeyecekti. Ne var ki Sartre’ın tutuklanması şeklinde kendisine gelen yandaş önerilerini de örnek oluşturacak olgun bir davranışla, “Sartre Fransa’dır” diyerek geri çevirecek ve çaresizlik karşısında seçimlere gitmeye razı olacaktı. Olaylar başka ülkelere de yayılmıştı. Bütün Avrupa öğrenci ve işçi gösterileriyle çalkalanıyordu. Ne var ki demokratik çözümlerle bir süre sonra durulma sağlandı. Benzer olaylar o tarihlerde Türkiye’de de görüldü; önce üniversitelerde boykotlar ve işgallerle başladı; sonra sağ-sol çatışmaları, terör, dinci kışkırtmalara dayalı olaylar ve faili meçhul cinayetlerle yıllarca sürdü. Yıllar sonra 2013 Mayıs ayının son günlerinde İstanbul’da başlayan Taksim Gezi Parkı direnişi Mayıs 1968’in 45 yıl sonraki bir benzeriydi. Taksim Gezi Direnişi birçok ili etkilerken dış dünyada da geniş yankı buldu. Ülkede çalkantılar bugün de sürüyor. Üstelik içteki olaylara BOP kapsamında Ortadoğu karışıklıkları eklendi. Bugün içeride uzlaşmasız bir politik ortamda, iç barışı bozan dinsel ve etnik istismara dayalı tehlikeli ayrışmalar söz konusu. Bütün bunların yanı sıra siyasal iktidarın erkler ayrımını yok sayan, gittikçe otoriterleşen bir yönetim tarzı var. Bu tarz, doğası gereği, demokrasi dışı dayatmalar, karartma, sansür ve yasaklarla besleniyor. |
Son olarak, 17 ve 25 Aralık’ta bazı bakanlar ve bakan yakınları ile ilişkili olarak ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk iddialarını inceleyecek TBMM Soruşturma Komisyonu çalışmaları için haber ve yayın yasakları getirildi. Başta Cumhuriyet olmak üzere bazı gazeteler ve yayın organları hukuki dayanağı olmayan bu yasağı yok hükmünde sayarak uymayacaklarını bildirdiler. Yayın yasağı kararları yalnızca bundan ibaret değil kuşkusuz. Son zamanlarda o kadar çoğaldı ki, medyada giderek neredeyse “yayın”ın yerini “yasaklar” alacak gibi görünüyor. Utku Çakırözer’in belirttiğine göre, “AKP iktidarının ilk dönemlerinde çok sınırlı sayıda yayın yasağı kararı alınırken, 2011 yılından itibaren bu rakam yılda yaklaşık 40-50 yasak kararına ulaşmış; 2011-2014 yılları arasında alınan yayın yasağı kararı sayısı 150’yi geçmiş” (1). Bir süre önce Internet ortamına bile, içte ve dışta tepkilerle karşılanan yasaklar getirilmişti. Benzer yasakların Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) eliyle hâlâ sürdüğü bildiriliyor. Gazete haberine göre TİB, 2014’te 18 binden fazla siteyi erişime kapatmış (2). Geçenlerde bir gazete son zamanlarda getirilen yayın yasaklarını liste halinde verdi; upuzun bir liste (3)… İçinde bulunduğumuz çağın adı, “İletişim Çağı”. Bu çağda haber yasağı konulması, ancak çok istisnai durumlarda olabilir. Aksi yöndeki uygulamalar, yaşanan çağa ayak uydurulamamış olduğunu gösterir. Halkın haber almasını engellemek, çağdaş insan hakları ve özgürlük ilke ve ölçütleriyle de bağdaşmıyor. Ayrıca, engelleme, bizim mevcut yasalarımızla olduğu kadar Avrupa Birliği standartlarıyla da uyuşmuyor. Nitekim Uluslararası PEN Yöneticileri bizdeki bu yasakları kınadılar. Uluslararası Basın Enstitüsü IPI de yaptığı açıklamada yayın yasağının politik bir sansür olduğunu belirterek, “Bu yayın yasağı Türkiye’deki demokrasiye gölge düşürecektir” dedi (4). Öte yandan, Avrupa Konseyi ile bizim Anayasa Mahkemesi tarafından düzenlenen konferansa katılan AİHM Yargıcı Işıl Karakaş, demokratik toplumda yayın yasağının kabul edilemeyeceğini belirterek, “Aslolan basın özgürlüğüdür. Bunda yayın yasağı olamaz… Siyasetle ilgili herhangi bir konuda hiçbir şekilde yayın yasağı getirilemez… Avrupa içtihatlarında böyle bir yayın yasağı anlayışı yok” dedi (5). Bir de uluslararası araştırmalarla saptanan veriler söz konusu… Türkiye, Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütünün 2014 Dünya Basın Özgürlüğü Raporu’na göre 179 ülke arasında 154’üncü sırada… Merkezi Washington’da bulunan düşünce kuruluşu Freedom House’ın 2014 Basın Özgürlüğü Raporu’nda ise 134’üncü sırada ve “Basını Özgür Olmayan” ülkeler kategorisinde (6)… Yine Freedom House’a göre, Internet’te “Kısmen Özgür Ülkeler” arasındayız. Hangi gerekçeyle olursa olsun insan hakları ve özgürlük ilkelerinden sapan ülkelerde demokrasiden söz etmek anlamlı olmaz. Zaten Alman Bertelsmann Stiftung Vakfı’nın Demokrasi Endeksi’nde Türkiye, OECD ve AB üyesi 41 ülke arasında 41’inci sırada, yani sonuncu. Kısacası, övünülecek bir konumda değiliz. Yaklaşık yarım yüzyıl öncesinin sloganını, halkın bilgi almasını yasaklayan tutum karşısında bir kez daha tekrarlayalım: “Yasaklamak Yasaktır!” 1. U., Çakırözer, Yasakla ve Yönet, Cumhuriyet gazetesi, 1.12.2014. |