Mimarlık ve Hukuk Kaynak : 02.12.2014 - Güncel Hukuk Dergisi | Yazdır

Mimarlık, Avrupa Birliği’nce insana doğrudan yönelik üç ana meslekten biri olarak benimsenmiştir; diğerleri Hukuk ve Tıp’tır. İnsanlar pek farkında olmasalar da zamanlarının hemen tümünü mimari ortamlarda geçirirler… Kentsel mekândan, evsel mekâna kadar… İçinde yaşanan mekânların, yaşam biçimini ve insan davranışlarını etkilediği açıktır. Ünlü siyaset adamı Sir W. Churchill, “Biz binalarımızı biçimlendiririz, sonra da onlar bizi biçimlendirir” derken mimarlığın, kişileri hattâ giderek toplumu olgunlaştırmadaki etkisine değinmiş oluyordu.

AB yukarıda belirtilen üç mesleğin öncelikle yasalarla düzenlenmesini öngörüyor. Ülkemizde AB’ye hazırlık kapsamında, öteki dalları bilmiyorum ama, mimarlık alanı için mesleki akreditasyon (derecelendirme) odaklı kimi hazırlıklar başlatılmıştı. Ancak o hazırlıkların tümü, ister “Mimarlık Politikası” deyin, ister “Mimarlık Yasası”, bir kenara atılmış durumda. Buna ek olarak, torba yasalara serpiştirilen kimi maddelerle mimarların telif hakları daraltılırken, meslek odalarının da güçlerini yok etmek amacıyla yetkileri budanıyor.

Uygar ülkelerin tutarlı mimarlık politikaları ya da mimarlık yasaları vardır: Örneğin, kendisini bir mimarlık ülkesi olarak tanımlayan Finlandiya’nın, bakanlar kurulunca onaylı mimarlık politikası yıllardan beri yürürlüktedir. Fransa’nın Mimarlık Yasası da öyle… O yasa öncelikle Fransa’nın mimarlığa bakış açısını ortaya koyar; birinci maddesi “Mimarlık, kültürün bir ifadesidir” der.

Ülkemiz, bugün egemen taşra kültürünün baskısı altındadır. Mimarlığın da, öteki sanat dallarındaki gibi, bu talihsiz durumdan nasibini alması kaçınılmaz. İyi mimarlık için mimarın iyi seçilmiş olması ön koşuldur ama yeterli değildir; yatırımı yapanın da düzeyli görgü ve bilgiye sahip olması gerekir. İyi mimarlık örneklerinin birikimiyle oluşan ülke mimarlığının da övünülecek kıvama gelebilmesi için toplumun mimarlık konusunda bilinç kazanması, mimarlığı istemesi gerekiyor.

Mimarlık, kentsel planlama ve kentsel tasarımın bütünleyicisidir. Ne var ki ülkemizde yıllardır göz ardı edilen kentsel planlama ve kentsel tasarım artık tümüyle dışlanmış durumda. Merkezi yönetim ve belediyeler plan yerine, plan değişikliği yapmayı yeğliyorlar. Oysa ekonomik, sosyal ve fiziksel planlar bir ülkenin gelişmesinde geleceği belirleyen en önemli araçlardır. Plansız gidişin sonucu çarpık kentleşmedir. Bugün fiziksel planlama yetkileri belediyeler dışında bakanlıklara, valiliklere, TOKİ, ÖİB gibi birçok kamu kurumuna dağıtılmış durumda. Böylece, plan yapma yetkilerinde tam bir karmaşa söz konusu… Dağınık girişimler arazi değerlerini maksimize etme doğrultusunda kentlerin aleyhine çalışıyor ve yalnızca arazi spekülasyonunun aracı oluyor.

Bu konuda işin hukuki boyutuna gelince… Meslek odalarının açtıkları davalar çoğu kez mevcut planın alelacele yapılan ufak tefek rötuşlarla yeni bir planmış gibi sunulmasıyla bertaraf ediliyor ya da yargı kararları, Ankara Atatürk Orman Çiftliği örneğinde olduğu gibi siyasal gücün baskısıyla yok sayılıyor.

Özel kesimde kimi geliştiriciler, iyi mimarlığın hem üretim, hem de pazarlamadaki önemini kısmen de olsa kavramış görünüyorlar. Ne var ki onların dışında, çoğu kentsel plansızlıktan beslenen yaygın spekülasyon ortamında, çağdaş mimarlık arayışından uzak, kâr odaklı uygulamalarla mimari sıradanlık sürüp gidiyor. Kamu yöneticileri ise mimarlığın gerçek önemini ne yazık ki hâlâ kavrayabilmiş değil. Kamunun proje yaptırma düzeni, özellikle de Bayındırlık Bakanlığı’nın dağıtılmasından sonra, proje yarışmaları yerine, müteahhide havale esasına dayanıyor. İhale yasası ise sürekli yapılan değişikliklerle delik deşik… Bütün bu nedenlerle özellikle son yıllarda yapılan kamu yapıları mimari bakımdan örnek oluşturmaktan çok uzak… İş bununla da kalmıyor, depremlerde en çok hasar görenler de yine kamu yapıları oluyor.

Bütün bu gelişmelere ek olarak son zamanlarda bir yandan da siyasetin mimariye yön verme çabalarıyla sağlıksız bir anlayış belirdi: Kamu binaları, hattâ TOKİ apartmanları için Selçuklu ve Osmanlı tarzları -nasıl olabilecekse?- dayatılmak isteniyor. Tarihte, totaliter yönetimler altında, özellikle de bunalımlı dönemlerde görüldüğü gibi geriye dönük, “tarihselci” türden mimarlık arayışlarıdır bunlar… Tarih bu tarz üslup arayışlarının başarısızlığını kaydetmiştir. Gelecek kuşaklar bu dönemin mimarlık bakımından hiç yaşanmadığını sanacaklar.

 

Isparta

Isparta

Konya

Konya

Şu anda yapılmakta olan birçok kamu yapısı bu yoz anlayışı ortaya koyuyor. Aralarında ne yazık ki o anlayışla üretilmiş adliye sarayları bile var; üstelik en kötüleri de onlar. Ekli fotoğraflar o binaların mimarilerindeki tutarsız sonucu ortaya koyuyor. Bunlar Türkiye mimarlığının övünebileceği türden yapılar değildir. Bir yandan da dünyanın ve Avrupa’nın en büyük adliye saraylarını yapmış olmakla övünenler var. Burada iki noktaya dikkat çekebiliriz: Birincisi, dünya böyle bir yarışın içinde değil; ikincisi ise dünyanın en büyük adliye sarayını yapmakla dünyanın en adil ülkesi olunmuyor.

İznik

İznik

Kuşadası

Kuşadası

Antalya

Antalya

Bütün sanat dalları gibi mimarlık da özgün, yeni ve çağdaş olanı yaratmaya dayanır; mimarlıkta taklidin ve öykünmenin yeri yoktur. Churchill’in, yazının başında aktardığımız deyişine dönersek… Mimarisi tutarsız o binalar mı bizim toplumumuzu biçimlendirecek? Mimarlığımıza da, topluma da yazık!