1963’ten bu yana MİMARLIK |
Kaynak :
01.03.1984 -
Mimarlık Dergisi - 84/2
|
![]() |
Doğan Hasol : Öncelikle belirtmek isterim ki, Dergideki görevimden ayrıldığım 1969 yılından bugüne kadar ilk kez böyle bir çağrı aldım ve böyle bir toplantıya katılıyorum. Geçen dönem belki bir tutukluk dönemi olarak nitelenebilir. Deneyim zincirinin tamamlanması sanıyorum ki görevin yerine getirilmesinde en önemli noktalardan bir tanesidir. Bizden sonra görev almış bazı arkadaşlarımın bu toplantıya katılmadıklarını görüyorum. Bir küskünlüğün belirtisi olmasın bu? Örneğin Dergiye büyük emekler vermiş olan Demirtaş Ceyhun’u burada göremiyorum. Bu çağrıyla yine de umutlanabiliriz. Mimarlık Dergisi herşeyden önce Mimarlar Odası’nın yayın organıdır. Dolayısıyla Sayın Kulaksızoğlu’nun da belirttiği gibi Mimarlık Dergisi başka mimarlık dergilerinden farklı olmak, farklı bir yapıda olmak zorundadır. Öncelikle Oda’nın görüşlerini, Oda’nın işlevlerin kitlelere yaymak durumundadır. Tabii bunu kendi üyelerinin bir bölümünden aldığı destekle değil, tümünden aldığı destekle yapmalıdır. Sanıyorum ki Sayın Atauz’un gayet iyi belirlediği dönemler-ki bu dönemlere ben de aynen katılıyorum-1963-71, 1971-81, 1981-83 ya da 84, birbirinden kesin farklılıklar göstermektedir. Birinci dönem, 1963-71 dönemi, Oda’nın görüşlerine, çabalarına paralel doğrultuda daha teknik, daha çok meslek politikasını hedefleyen gelişme dönemidir. 1971-81 dönemi, Oda yönetiminin pek çok üyesine ters düşmesine rağmen sürdürdüğü, ülke düzeyindeki politik ortamın içinde yer almak dönemidir. Bu dönemi ben ülke çapında bir kargaşa dönemi olarak tanımlamak istiyorum. Aynı kargaşa bizim Odamıza, Oda çalışmalarımıza da yansımıştır. 1981-83 dönemi ise daha çok kuramsal, çeviriye dayalı yazıların Dergide yer aldığı bir dönemdir. 1963-71 döneminde Oda da, Dergi de üye desteğini tam olarak sağlama çabası içindedir. Bu çalışmalarından bu şekilde belirlediği eski tutanaklardan rahatlıkla izlenebilir. Komisyonlar yardımıyla mümkün olduğu kadar çok sayıda üyenin Oda çalışmalarına katkısı sağlanmaya çalışılmıştır. Daha sonraki dönemlerde bu, nedense gözardı edilmiş ve bütün üyelere açık çalışmalar yapılmak istenmemiş, sadece üyelerin belirle kesimleri bu çalışmaların içine alınmak istenmiştir. Örneğin, 1969 yılından buğuna kadar bana tevcih edilen ilk görev bugünkü toplantıdır. Bunun dışında bizim o dönemdeki deneyimlerimizden yararlanmak için veya herhangi bir nedenle de olsa bilgimize başvurulmamıştır. Bilmiyorum bu durum Sayın Hulusi Güngör için, Sayın Erol Kulaksızoğlu için nasıldır? Bu, üyeyle olan bir kopukluğun göstergesidir. 1971-81 dönemi ayırıcı niteliği olarak üye desteğinin kaybedildiği dönemdir bence. Bu dönemde düşünceye saygı gösterilmediği ya da tek bir düşünceye saygı gösterildiği kanısındayım. O dönemde Oda yönetimi kendisi gibi düşünmeyenleri daima uzağında tutmayı yeğlemiştir. Bundan Oda’nın ne kadar kârlı çıktığını takdirlerinize bırakıyorum. 1981-83 dönemini ise üyelerin sessiz destekleri ve beklentileri dönemi olarak nitelendirmek istiyorum. Bunu somutlaştırmak istersek, yeni getirilen Odalara kayıt düzenlenmesinin sonucunda-öğrendiğim doğru ise- kamu kuruluşlarında çalışan mimarların Oda’ya kayıt zorunlulukları kaldırılmıştır. Buna karşın Oda’dan pek ayrılan olmamıştır. Bu, üyenin Oda’yı desteklediği, en azından beklentileri olduğu anlamında yorumlanabilir. Bu dönemleri, kendi görüşüme göre bu şekilde belirledikten sonra bazı başka noktalara değinmek istiyorum. Bugünkü toplantımızın son 20 yıllık yayın döneminin bir sayım-dökümü olarak düşünürsek, daha gerilere dönüp Hulusi Bey’in başladığı gibi, yurdumuzda yayınlanmış olan dergileri bir kez daha dile getirmek istiyorum. Arkitekt-Mimar, Eser, Yapı Güzel Sanatlar Fikir ve Kültür Dergisi, on sayı olarak yayınlanmış olan Mimarlık ve Sanat, sonra bizim Odamızın Dergisi Mimarlık, sonra Yapı Dergisi, Çevre, sanıyorum ki en yenisi olarak da Cemil Gerçek’in yayınladığı Mimar Dergisi. Şimdi bizim dönemimizle ilgili birkaç noktaya değinelim. O günlerde şehir plancılarının odası kurulmamıştı. Mimarlar Odası’na düşen bir görev olarak ülke çapındaki yerleşme sorunları ön plana çıkıyordu. Dolayısıyla o tarihlerde ortaya atılmış olan, bugün de halen geçerliliğini koruduğuna inandığımız bir genel yerleşme düzeni söz konusu idi. Çünkü hızlı bir nüfus artışı, onun peşinden daha da hızlı bir kentleşme olgusu ülke çapında pek çok düzensizliklere yol açıyordu. Nitekim kentlerimizin bugün içine girdiği kargaşa ortamı, gecekondular, yerleşme bozuklukları, yaşam biçimlerindeki bozukluklar bir bakıma ülke çapında bir yerleşme politikasının olmamasından kaynaklanıyordu ve o arada “Nazım planlarımızı bitirdiğimiz zaman bu işler çözüme ulaşacaktır” gibi bazı görüşler de vardı. Dolayısıyla hiçbir veriye dayanmadan kağıt üzerinde kalmaya mahkum birtakım planlar yapılıyordu. Nitekim bu planlar bugüne kadar sadece kağıt üzerinde kalmış, hiçbir işe yaramamıştır. Gerek İstanbul için yapılan Nazım Planlar, gerek Ankara için, İzmir için yapılanlar, hepsi rafta kalmaya mahkum belgeler olmuştur. Dolayısıyla iş ve işgücünün ülke düzeyinde dengeli dağılımı, yatırımların ona göre biçimlendirilmesi ya da fiziksel planlamanın bu yatırımlar doğrultusunda yapılması, bunun için de en üst düzeyden politikaların ortaya konması düşüncesi hakimdi. Dergi o tarihlerde Oda’nın görüşleri doğrultusunda bunları savunmaktaydı. İkinci bir konu, Bayındırlık Bakanlığı’nca yapılan çok yanlış yatırımlardı. O tarihlerde konular müteahhitlere projesiz olarak ya da avan projelerle ihale ediliyordu. Asıl projelerin de müteahhitler tarafından yapılması isteniyordu. Bu, hem mimarlık toplumu için bir fire, hem de ülke için çok büyük bir kayıp olmaktaydı. Eski belgelerden rahatlıkla görülebiliyor: Bursa’da bir kapalı spor salonu yapmak için üç milyon liralık ödenek ayrılıyor, ayrılan ödenek temel araştırmaları yapılmadığı için daha temelde bitiyordu. Böylece bugünün parasıyla milyarlar çarçur ediliyordu. Oda’nın benim görev dönemime rastlayan en son savaşımı özel yüksek okullara karşı olanıydı. Özel yüksek okulların eğitim tarihimizden silinmesi bence Mimarlar Odası ve İnşaat Mühendisleri Odası’nın birlikte çalışmalarının başarılı bir sonucudur. Dergi o dönemde üstüne düşeni Oda’nın çalışmalarına paralel olarak yapmıştır. Zamanla Dergi’nin düşünsel yapısındaki değişikliklerin yanı sıra, biçimsel yapısında ve mekânsal yapısında da değişiklikler oldu. Dergi İstanbul’dan Ankara’ya taşındı ve boyut değiştirdi. Derginin İstanbul’dan Ankara’ya taşınmasını anlamak biraz daha kolay, fakat boyut değişikliğinin nedenini-sadece merak ettiğim için- soruyorum. Bir de “Dergimiz okunuyor mu, okunmuyor mu?” sorusu var. Dergi tabii okunuyor. Ama tümü okunuyor mu, bütün satırlar okunuyor mu? Hiçbir şeyin tümü okunmuyor. Bugün bir günlük gazete bile 20 dakika okunduğunda çok başarılı ve amacına ulaşmış sayılıyor. Dolayısıyla Dergi için de aynı durum geçerlidir. Gazeteden farklı olan yanı bugün okunmasının yanı sıra, ilerde de okunabilmesidir. Bugün Arkitekt’lerin eski ciltlerinde veya yirmi yıl önceki Mimarlık Dergilerinde o günleri yansıtan, o günlerin aynası olabilen pek çok şeyi bulabiliyoruz. Dolayısıyla bugün okunması önemlidir ama, okunmaması da çok büyük bir kayıp değildir. Toplumumuzda okuma alışkanlığı gerçekten az; bu, aydınlarımız için daha çok geçerli. Derginin bence az okunmasının bir diğer nedeni parasız dağıtılması. Parasız verilen her şey değersiz kabul edildiği için, Dergi de bazı üyelerimiz tarafından bir kenara konuluyor. Ama saklanıyor, atıldığını sanmıyorum. |
Güven’in söylediklerine ufak bir ilave yapmak istiyorum. 1963-71 döneminde Oda’nın yönetimine hakim olan düşünceler arasında, kişisel siyasal seçenekler Oda’yı ilgilendirmiyordu. Ülke çapındaki siyasal seçenekler Oda’nın konusu değildi, çünkü Oda’nın bütün üyelerinin aynı doğrultuda düşünmesi zaten beklenemezdi. Ancak gözlenen önemli bir tek şey vardı. Mimarlar Odası o dönemde sürekli olarak her hükümetin muhalifiydi. Çünkü hiçbir hükümet mimarlık konularını bizim kadar iyi bilmiyordu, dolayısıyla hatalar yapıyordu. Hiçbir siyasal tercihe bağlı kalınmaksızın her hükümet eleştiriliyordu. İkinci dönem, 1971-81 hakkında, sadece kendi gözlemimi söyleyeceğim. Türkiye’de bazı kesimlerde yaygın düşünce şöyle idi: “Türkiye’nin sorunları çözülmedikçe, mimarlığın sorunları çözülemez, tarımın sorunları çözülemez, sağlık sorunları çözülemez…” Böyle bir kalkanın ardında, -Güven buna kolaycılık dedi, ben buna” düşünsel tembellik” diyorum- bu dönemde herkes çok şey söyledi ama söyledikleri hep şu noktada düğümleniyordu: “Türkiye’nin sorunları, çözülmedikçe hiçbir şey çözülemez.” Yani, “Türkiye’nin sorunları çözülmediğine göre, elimizi kolumuzu bağlayıp oturalım, yahut başka türlü savaşımlar verelim”. Mimarlar Odası da yönetimi doğrultusunda bu görüşe sahip çıkınca bu görüş Dergiye de ister istemez yansıdı. Oda’nın doğrultusu bu olunca üyelerin çoğunluğundan tam bir kopma oldu. Böylece Oda tarafsız bir politika izlemeyi bir kenara bıraktı ve Oda yöneticileri kendi görüşlerini bütün üyelere mal etmeye, empoze etmeye çalıştılar. Bunun sonucu da sanıyorum ki, bir meslek örgütü için çok tutarsız oldu. Bu benim gözlemim. Teşekkür ederim. Söyleşi : Türkiye’de mimari yayıncılık
Mimarlar Odası’nın dergisi, öteki mimarlık yayınlarına göre farklı nitelikler taşımak durumundadır. Bu dergi her şeyden önce Oda’nın dergisidir ve Oda’nın işlevlerine katkıda bulunmak, Oda-üye ilişkilerinin en üst düzeyde tutulmasına yardımcı olmakla yükümlüdür. Mimarlar Odası’nın yasal görevini “üyelerinin hak ve menfaatlerini* korumak” ve “üyelerini mesleki bakımdan denetlemek” şeklinde özetleyebiliriz. Buna, yasal görevlerinin içinde sayılmamış olmakla birlikte “Türkiye’de mimarlık düzeyinin yükseltilmesine katkıda bulunma”yı da eklemeliyiz. Bence, bu veriler Mimarlık Dergisi’nin içeriğinin belirlenmesindeki en önemli ipuçları olmaktadır. Dergi Oda yönetimine paralel doğrultuda, üyelerin hak ve menfaatlerinin korunması, mesleki denetimin sağlanması ve ülke mimarlık düzeyinin yükseltilmesi yolunda yayın politikasını belirleyecektir. “MİMARLIK Dergisi bunda ne denli başarılı olabilmiştir?” Dergi her dönemde doğal olarak Oda yönetimine ayak uydurmuştur. Bunun başka türlü olması da beklenemezdi. 20 yıllık süre içinde MİMARLIK, Oda yönetiminin görüşlerini yansıtmıştır. Bu görüşler, yönetimin üyelerle bütünleştiği ölçüde-daha az ya da daha çok- mimarlık topluluğunun görüşleri olmuştur. Ülkenin politik çalkantılar içinde sarsıldığı 1970’li yıllar boyunca Dergi de Oda yönetimine paralel olarak politize olmuş, yönetim gibi Dergi de üye çokluğundan ve üye desteğinden uzak kalmıştır. Kanımca, bu durum-hoşumuza gitse de gitmese de- o çalkantılı dönemi için kaçınılmazdı. Bundan böyle Odamızın içerik bakımından yukarıda sıraladığım işlevleri yerine getirirken, kişisel görüşlere ya da yalnızca bazı grupların görüşlerine değil, Türk mimarlık topluluğunu temsil edebilecek görüşlere ağırlık vermelidir. “İçerik”le ilgili olarak üyeler arasında bir soruşturma (anket) yapılmasını yararlı gördüğümü de ayrıca belirtmek isterim. Genelde bir yayının sorunlarını “içerik”, “biçim” sorunları ve “ekonomik” sorunlar olarak özetleyebiliriz. İçerik konusuna biraz önce değinmiş bulunuyorum. Öteki sorunlar, yani biçimsel ve ekonomik sorunlar teknik nitelikte olmaları nedeniyle sanırım buradaki çerçevemizin dışında kalırlar. Yalnız şunu eklemek isterim. Bir Mimarlar Odası için aylık dergi yayınlamak ve bunu üyelerine parasız dağıtmak büyük bir özveridir. Bunun Türkiye gibi özellikle ekonomik açıdan yayın koşullarının son derece ağır olduğu bir ülkede Oda’nın dar olanakları içinde sürdürebilmesini bu özverinin boyutunu ve değerini daha da büyütmektedir. Yabancı ülkelerdeki mimarlar odalarınca yayınlanmış dergilere pek rastlamadım. Çoğu çevrelerce oda dergilerine örnek olarak gösterilen AIA, RIBA dergileri ise, bu kuruluşlar oda niteliğinde olmadıklarından geçerli örnekler değildirler. Bu bakımdan da bizim “MİMARLIK” bir kez daha övülmeye değer. Ancak, ne yazık ki Oda’nın yüklendiği bu özveri her zaman takdir edilememektedir. Parasız dağıtılması nedeniyle Dergi, parasız ve zahmetsiz edinilen her şeyin değersiz varsayılmasındaki durumla karşı karşıyadır. Gelelim, bizim, 1973 Temmuz’undan beri yayınladığımız YAPI Dergisi’ne. YAPI, Yapı-Endüstri Merkezi’nin bir yayını olduğu için Merkez’in uğraşlarına paralel doğrultuda, klasik, alışageldiğimiz mimarlık dergilerinden ayrılmak durumundadır. Ancak, bu dergi bir bakıma boyut, içerik ve kadro olarak, 1960’larda yayınladığımız “Mimarlık ve Sanat”ın bir devamı olmuştur. YAPI, ilk sayısında açıklandığı gibi “Ülkemizde her alanda yapılagelen üretimi topluca yansıtmak ve ülkemizin tüm yapısını oluşturan değerleri belirlemek” üzere yola çıkmıştır. “YAPI sözcüğü en geniş kapsamıyla alınmış olup, tüm yapısal sorunları incelemek amacındadır. Ağırlık merkezi inşaat, teknik ve endüstri olmak üzere, iktisadi konulardan sanat sorunlarına kadar açılan bir yelpazede, bir bütünlük içinde ve elden geldiğince eksiksiz olarak ele alınacaktır” denilmişti ilk sayıda. Görüldüğü gibi YAPI, MİMARLIK Dergisinden farklı bir temele oturmaktadır. Bu nedenle de en azından içerik bakımından farklı olması son derece doğaldır. YAPI, yukarıda belirtilen amaca ulaşma yolunda 53. sayısına gelmiştir. On yıl önce belirlediğimiz amacı ne denli gerçekleştirdiğimiz konusuna gelince de, bu konuyu kişisel yargılarımızla değerlendirmek yerine, okuyucuların yargılarına bırakmayı yeğliyorum. *Söz konusu “menfaat” sözcüğü, kuşkusuz, dar ve kısır anlamda değil, daha geniş anlamda “ülke yararı doğrultusunda meslek grubunun çıkarı” olarak değerlendirilmelidir. |