Ayasofya Camileri (!) Kaynak : 14.09.2013 - Cumhuriyet Gazetesi | Yazdır
1200’lü yıllarda inşa edilmiş olan Trabzon Ayasofya Kilisesi, Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilerek 1964 yılında müze haline getirilmişti; geçen Haziran’da camiye dönüştürülerek ibadete açıldı.
Bir süre önce de İznik’teki Ayasofya, yeniden camiye dönüştürülmüştü. Şimdi kısmen cami, kısmen de müze olarak kullanılıyor. İstanbul, Cankurtaran’daki 6. yüzyıldan kalma Küçük Ayasofya (Sts. Sergius ve Bacchus Kilisesi) ise zaten cami olarak kullanılıyor.
Ülkemizdeki Ayasofyalar gündemden pek düşmez. Gelelim en büyük Ayasofya’nın, Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülüp ibadete açılması isteklerine… Politikalarını dinsel konulara ve yurttaşların dinsel duygularına dayandırmak isteyen politikacıların sıkça başvurdukları bir malzemedir Ayasofya.
Geçenlerde bilgisayarıma düşen bir mail yine, Ayasofya Müzesi’nin camiye dönüştürülmesini istiyordu; hattâ bu amaçla bir imza kampanyası bile açılmıştı. Şöyle deniyordu “mail”de: “Ayasofya camimiz üzgündür, gözü yaşlıdır. Zira hala ibadete açılmamıştır. Bu nedenle bizlere önemli bir görev düşmektedir. O da lanetin üzerimizden kalkması için Ayasofya Camii’nin ibadete açılması adına gayret gösterilmesi ve bu amaçla faaliyetlerin desteklenmesidir. Fatih Sultan Mehmet, fethin sembolü olan Ayasofya’nın kıyamete kadar cami olarak kalmasını bütün insanlığa emanet ve vasiyet etmiştir..”. “Ayasofya’nın en kısa sürede cami olarak ibadete açılmasını istiyoruz. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, Akdamar kilisesinde, Sümela manastırı ve Tarsus’taki tarihi kiliselerde ibadet yapılmasına izin veren yasal düzenlemeler yaparken müslümanların Ayasofya’da ibadetine izin verilmemesi bir insan hakkı ihlali değil midir?”
Bu istek ne kadar haklı olabilir? Şimdi soralım: Lanet bunun neresinde? Bir kilisenin camiye dönüştürülmesi nasıl, bütün insanlığa vasiyet konusu olabilir; islami ibadete açılmaması insan hakkı ihlali sayılır mı?
Fatih’in İstanbul’u aldığında ilk namazını Ayasofya’da kıldığı ve adını dahi değiştirmeksizin camiye dönüştürdüğü biliniyor. Ayasofya hiç kuşkusuz, bir gereksinmenin karşılanabilmesi için o çağın o anlayışına da uygun olarak camiye dönüştürülmüştür.
Daha sonra Atatürk’ün kararnamesiyle Ayasofya 1934 yılında müze olacaktır. Ayasofya müze olurken onarımdan geçirilmiş ve İslamiyet’le bağdaşmadığı için örtülmüş olan dinsel tasvirlerin üzerindeki koruyucu tabaka kaldırılmıştır. Böylece, her biri birer başyapıt, değerli birer müze parçası olan mozaikler yeniden günışığına çıkarılmıştır. Bu mozaikler de yaklaşık 1500 yıl önce yapılmış olan ve döneminin teknoloji harikası sayılan yapı kadar önemlidir.
Ayasofya bütünüyle, Dünya kültür mirasının en önemli yapıtlarından biridir. Bu nedenle de müze niteliğiyle bütün insanlığın hizmetinde olması doğaldır. Resmi rakamlar Ayasofya’nın Türkiye’nin en çok ziyaret edilen müzesi olduğunu gösteriyor. 2012’de ziyaretçi sayısı 3 milyon 335 bin olmuş. Onu Topkapı Sarayı izliyor.

Ayasofya’nın yeniden cami olarak kullanılmasını isteyenlerin ileri sürdükleri gerekçe “Fatih’in Vasiyeti” diye tanımladıkları fermandır. Bu sava karşı Çelik Gülersoy ilginç bir görüş getirmişti: “Her fiil ve tasarruf döneminin koşulları içinde değerlendirilmelidir. Fatih, Ayasofya’yı Ortaçağ anlayışı içinde cami yapmak zorundaydı. Bugün yaşasa farklı düşünebilirdi. Bir başka açıdan bakalım: Fatih, yine dönemin koşulları içinde Rumlara öyle ayrıcalıklar tanımıştır ki, o ayrıcalıklar da bugünün akıl ve politikasına uygun düşmüyor. Ekonomiyi dışarıdan taşıdığı her cins ve ulustan cemaate teslim etmiştir. Bugün olsa bunu yapar mıydı? Hukuki duruma gelince… Şehrin Fatih’i olduğu için mi cami kararı geçerli sayılıyor? Güzel ama şehir bir kere elimizden çıkmış, bunun ikinci bir fatihi var. O da müze yapmış. Fatih’in iradesi hukuk oluyor da Atatürk’ün iradesi neden hukuk olmuyor?”

Yine soralım: Tarihi İstanbul yarımadasında cami sıkıntısı mı söz konusu? Hayır… Çevrede atalarımızın yaptığı her biri başyapıt olan camilerimiz var. Böyle bir ihtiyaç yoksa hedef, bir kiliseyi camiye dönüştürmenin vereceği “haz” mıdır? İstanbul’u yeniden mi fethetmek istiyoruz? Kendimizi hâlâ İstanbul’un sahibi olarak görmüyor muyuz? Fetih’ten bu yana yapılan görkemli anıt-eserlerle Konstantinopolis, İstanbul’a dönüştürülmedi mi? Hâlâ mı tereddüdümüz var?
532-537 yılları arasında Bizanslı iki mimarın yaptığı bazilikal planlı bir kilise olan ve tabii kıbleye dahi yönelmeyen Ayasofya’da, Hıristiyanlık tasvirleri altında ya da onları örterek ibadet etmek gerçek Müslümanlara hangi yüce duyguları verecektir?
Bugün İstanbul’un da, Ayasofya’nın da Türklere ait olduğunun yeniden kanıtlanmasına gerek yoktur. Vaktiyle Bülent Ecevit’in de dediği gibi, “Bugünkü haliyle Ayasofya, bence Doğu ve Batı kültürleri arasında, İstanbul’un coğrafi konumuna ve Türklerin tarihsel işlevine uygun düşen bir köprü niteliğindedir ve mozaikleriyle Hıristiyanlığın, eklenmiş minareleriyle de İslamın barış içinde bir arada yaşayabileceğini sergileyen bir anıt görünümündedir.”
Dünyanın her yöresinde her dinin inançlı yandaşlarının dinlerini yaymak üzere çaba içinde olduklarını biliyoruz. Ancak bu büyük bir incelik ve ustalıkla yapılıyor. Unutmayalım: İslam’ın evrensel mesajına göre, “Müslüman için bütün dünya bir ibadethanedir.” Neyin kavgasını yapıyoruz? Ayasofyaların camiye dönüştürülmesiyle kutsal bir zafer mi kazanmış oluyoruz? Eski Osmanlı topraklarındaki camilerin kiliseye dönüştürülmesi girişimleri bizi incitmez mi? “Ayasofya”, “kutsal bilgelik” demek. Bizim bilgeliğimiz nerede?
Evrensel konularda bağnazca zaferler kazanma girişimlerine uluslararası arenada sempatiyle bakılmıyor artık. 1989’da yürürlüğe giren, Türkiye’nin de imzaladığı “Avrupa Mimari Mirasının Korunması Sözleşmesi” de Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesine engeldir. Bu sözleşme Avrupa mimari mirasının bütün Avrupalıların ortak mirası olduğunu kabul eder.
Bir notla bitirelim: Mevcut Ayasofya’lar bize yetmemiş olacak ki bir Ayasofya da Almanya’da kurulmuş… Adı Castrop-Rauxel Ayasofya Camii… İlginç değil mi ?