Beyazıt Meydanının Garip Öyküsü Kaynak : 01.12.1992 - Yapı Dergisi - 133 | Yazdır

YAPI’nın geçen sayısında, son otuz yılda Türkiye’de planlama, kentleşme ve yapılaşma alanında sergilediğimiz çarpıklıklara değinirken Beyazıt Meydanının kötü kaderinden de bir nebze söz etmiştik.
Beyazıt Meydanı bugünkü çirkin haline nasıl gelmiştir?
Önce, meydanın geçmişine bir göz atalım… Beyazıt Meydanı, Bizans döneminde Teodosyus Forumudur. Daha Bizans zamanında deprem ve yangın nedeniyle zaman zaman tahrip olmuş bir ortaçağ meydanıdır. İstanbul’un fethinden sonra ise 1454 yılında, İmparator Konstantin’in kapitolünün yerinde Eski Saray’ın kurulmasıyla bir saray meydan niteliği kazanmıştır.
1855’te Şehremaneti (Belediye) örgütünün kurulmasından sonra, başka meydanlarla birlikte Beyazıt Meydanı’nda da düzenleme çalışmaları yapılmış, 1866’da meydanın kuzeyini sınırlayan ve Seraskerlik Dairesi olarak kullanılan Eski Saray binaları yıkılarak yerlerine, daha sonraları İstanbul Üniversitesi’ne verilen Harbiye Nezareti binası yapılmıştır. Meydanın mimari karakterini değiştiren bu binanın Bakırcılar Caddesi tarafındaki bahçe duvarının altına da şimdiki dükkancılar inşa edilmiştir (1).
Beyazıt Meydanı, 1923-1924 yılları arasında İstanbul’da Belediye Başkanlığı yapan Haydar Bey (Ali Haydar Yuluğ) zamanında ele alınarak Y.Mimar Asım Kömürcüoğlu’nun tasarımıyla yeniden düzenlenmiştir. Bizim çocukluk anılarımız arasında yaşayan tramvaylı, çift fıskiyeli eliptik havuzlu meydan Kömürcüoğlu’nun düzenlediği bu meydandır. 1950’li yıllarda, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in İstanbul’da başlattığı, “İmar Hareketleri” adı verilen yıkma-genişletme çalışmalarından Beyazıt Meydanı da payını alacaktı. İlkin,’1956-57’de Ordu Caddesinin genişletilmesi amacıyla tarihi Simkeşhane’nin ve Hasan Paşa Hanı’nın Meydan’a bakan cepheleri ve kuzey bölümleri yıkıldı. Daha sonra, meydanla ilgili olarak Sedad H. Eldem’e hazırlatılan proje, Belediye’ce değiştirilerek uygulandı ve havuzlu meydan ortadan kaldırıldı.
Beyazıt Meydanı’nın en talihsiz dönemi böylece başlamış oluyordu. Sonuç başarısızdı ve kimseyi tatmin etmemişti.
Büyük bir hızla, ama çok büyük bir bilinçsizlik payıyla sürdürülen İstanbul’un imar hareketleri hem İstanbul’u, hem de yarattığı yüksek enflasyon nedeniyle siyasal iktidarı tüketmek üzereydi. Nitekim ekonomik nedenlere politik nedenlerin de eklenmesiyle 1960’ta 27 Mayıs ihtilali geldi.
İhtilal, şehrin yönetimine de askerleri getirdi. General Refik Tulga İstanbul Vali ve Belediye Başkanı, Yarbay Turan Ertuğ da Belediye Başkan Yardımcısı oldu. Beyazıt öylesine perişan bir durumda kalmıştı ki, hangi belediye yöneticisi işbaşına gelirse gelsin, İstanbul’un her döneminde simge olmuş bu meydanı o halde bırakamazdı. Nitekim, daha önceki yazıda da belirttiğim gibi belki de, Anayasayı çiğnemiş Hükümete karşı ilk direnişin başlatıldığı ve bu nedenle de adı Hürriyet Meydanı olarak değiştirilen bu meydanın yeniden düzenlenmesi işi, ele alınan öncelikli konulardan biri oldu. Bu kez, Meydanın yeniden düzenlenmesi arayışları

içinde Prof. Piccinato, Prof. Högg ve Turgut Cansever’e projeler hazırlatıldığını görüyoruz. İtalyan Milli Şehircilik Enstitüsü Başkanı olan Prof. Piccinato 1954’te Ataköy projesine danışman olarak atanmış, 1958’de de İstanbul Nazım Plan Bürosu’nun başına getirilmişti. Münih Şehri’nin başmimarı olan Prof. Högg ise bir süre için İstanbul planlamasıyla görevlendirilmişti. Bu üç proje arasından Turgut Cansever’in projesinin uygulanmak üzere seçilmesiyle birlikte İstanbul mimarlık çevrelerinde büyük bir tartışma başladı. Mimarlar Odası ve mimarların önemli bir bölümü İstanbul’un nazım planı yapılmadan Beyazıt Meydanı’nın düzenlenemeyeceğini savunuyordu. Doğal olarak karşı görüşte olanlar da vardı.
Uzun süren tartışmalar ve homurtular arasında Belediye, Meydanı bir yaya bölgesine dönüştürecek yeni projenin yürütülmesi için Turgut Cansever’i, görevlendirdi. Cansever bir yandan İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü görevini yürütürken, bir yandan da Beyazıt Meydanı’ndaki bir şantiye barakasında Meydan’ın proje ve uygulama çalışmalarını yönetiyordu. Ancak tartışmalar ve karşıkoymalar öylesine büyüktü ki, askeri yönetim yerini sivil yönetime bırakır bırakmaz Cansever’in her iki görevine de son verildi ve Beyazıt Meydanı işte bugün görülen durumuyla, bitmemiş olarak kaderiyle başbaşa bırakıldı. Otuz yıldan beri de öylece duruyor.
Gerçekten de nazım plan olmadan Beyazıt Meydanı düzenlenemez miydi?. Kanımca düzenlenebilirdi. İmar ve İskan Bakanlığı’na bağlı İstanbul Nazım Plan Bürosu, çalışmalarını uzunca bir zamandan beri sürdürmekteydi ve Beyazıt’ın düzenlenmesine yetebilecek belli kararları olmalıydı. Ayrıca Beyazıt Meydanı’nın kendisi bazı kararlara odak olacak nitelikteydi.
O tarihten yaklaşık yirmi yıl sonra 1980’li yıllarda Taksim ve Üsküdar Meydanları için açılan proje yarışmalarının yanısıra Beyazıt Meydanı da bir kez daha yarışmaya çıkarıldı. Bu kez nedense hiç kimse “Nazım Plan bitirilmeden bu meydanlar yarışmaya çıkarılamaz” diye direnmedi.
Kanımca, 1960’ların başında mimarlarca sürdürülen itirazlar başka bir nedenden, uygulanacak projeden çok, Turgut Cansever’e duyulan tepkiden kaynaklanıyordu (2). Yazımıza “Beyazıt Meydanı bugünkü çirkin haline nasıl gelmiştir?” sorusuyla başlamıştık. Şimdi asıl sorulması gereken sorular, “Beyazıt Meydanı otuz yıldır nasıl bu halde bırakılmıştır? Yaz-boz tahtasına dönen Meydan daha ne kadar bu halde kalacaktır?” şeklinde olmalıdır.
Şimdi bir yandan bu soruları sorarken, bir yandan da mimarları, özellikle de o dönemde tartışmalara etkin bir biçimde katılmış olanları, otuz yılın süzgecinden geçmiş, ama hala güncelliğini koruyan bu konuyu YAPI’nın sütunlarında yeniden tartışmaya çağırıyorum.

1. Doğan Kuban- Yegan Kahya, Beyazıt Meydanı Kentsel Tasarım Yarışması Kitabı-İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı, 1987.
2. Turgut Cansever’in, Milli Birlik Komitesi Başkanı Cemal Gürsere yazdığı, mimarları suçlayan bir mektubundan çokça söz ediliyordu.