Yapı-Endüstri Merkezi’nin İlk 25 Yılından Öyküler Kaynak : 01.03.1993 - Yapı Dergisi - 136 | Yazdır

Yapı-Endüstri Merkezi 25. çalışma yılını doldurdu. Kurumlaşmanın çok az olduğu ülkemizde 25 yılın ciddi bir önemi olduğuna inanıyorum.
Daha önce de bir söyleşide belirttiğim gibi Yapı-Endüstri Merkezi bir buzdağıdır. Görünmeyen etkinlikleri görünenlerden kat kat fazladır. Merkezi, yalnızca su üzerinde görünen bölümü ile tanımlamak yanıltıcı olabilir. Burada, yirmi beş yılın ardından, Yapı-Endüstri Merkezi’nin kuruluş günlerini anarak, ilginç kuruluş macerasına değinmeyi düşündüm.
1967 yılının sonları ve 1968’in başları ..
Yoğun bir çabayla Türkiye’de yepyeni bir fikri uygulamaya koymanın telâşı ve heyecanı içindeyiz. Yapı alanında ileride büyük iddiaları olacak bir kuruluşu gerçekleştirmeye çalışıyoruz, tam bir amatörlük içinde.
Olanaklar sınırlı, ama kurucular büyük bir özveriyle çalışıyorlar.
Öyküyü biraz öncesinden başlatmakta yarar var. Yıl 1965… İTÜ Mimarlık Fakültesini dört yıl önce bitirmişim; aynı Fakültede Yapı Bilgisi asistanıyım. Bir yandan, Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Sekreter Üyeliği görevini sürdürüyorum, bir yandan da Oda’nın Dergisi MİMARLIK’la uğraşıyorum. Gitmediğim bir kongrede Şube Yönetim Kurulu’na seçilmişim; görevden kaçmayı kendime yediremediğim için tam anlamıyla “bir koltukta birkaç karpuz”.
O yıl Uluslararası Mimarlar Birliği UIA’nın Kongresi Paris’te toplanacak. Büyük bir olay … Fakülte’den pek çok öğretim üyesi Paris’e gitme hazırlığında.. Ben de Dekanlığa başvuruyorum; ancak bir asistanın böylesine bir dış toplantıya gitmesi o zamana kadar hiç düşünülmediği için mevzuat nedeniyle ilk yanıt olumsuz.. Zorluyorum.. bir çıkış yolu olması gerek. Sonunda, bir formül bulunuyor: taşıt parasının yanı sıra yalnızca seyahat boyunca yolda geçen günlerim için yolluk ödeyecekler. Yolda geçen günlerin, seyahati hiç değilse kıtkanaat karşılayabilmesi için uzun hesaplar yapıyorum. Karar: trenle Paris’e gideceğim, oradan Londra’ya, Londra’dan da Rotterdam’a.
Amacım Paris’te binlerce mimarın katıldığı böylesine büyük bir organizasyonu görmek, içinde bulunmak, sonra da Londra ve Rotterdam’daki ünlü Yapı Merkezlerine ulaşmak.
UIA Paris kongresini ve prefabrikasyon uygulamalarıyla ilgili şantiye gezilerini bir başka yazıya bırakarak burada bu seyahatte gezmek olanağını bulduğum Yapı Merkezlerine değinmek istiyorum. Londra’daki Yapı Merkezi 1931’de kurulmuş; Yapı Merkezleri Birliği (UICB) içinde kuruluşu en eski olan merkez.
Rotterdam’a gelince.. Öyküsü daha ilginç.. İkinci Dünya Savaşı’nda Rotterdam’ın yüzde sekseni yıkılmış. Savaştan sonra şehrin yeniden yapılması gerekiyor. Bunun için de malzemeye, teknolojiye, daha da önemlisi bilgiye gereksinme var. Bu durumda, kurulması gereken ilk yapı, Yapı Merkezi (Bouwcentrum) olmalı diye düşünülüyor. Ve böylece savaş sonrası Rotterdam’da inşa edilen ilk yapı, Bouwcentrum binası, tren istasyonuna yakın bir noktada, daha sonra ünlü mimarlar Bakema ve Van der Broek’un yaptıkları çarşının çok yakınında özel işlevli bir yapı olarak kuruluyor.
Bir aylık keşif seyahatinden döndüğümde Yapı Merkezi düşüncesi beni iyice etkilemişti. O tarihlerde böyle bir merkez için bildiğim kadarıyla iki değişik çalışma yürütülüyordu. Birincisi İmar ve İskân Bakanlığı’nın İstanbul’da İnönü Gezisinde, Spor ve Sergi Sarayı yakınında kurmayı düşündüğü merkez, ikincisi İTÜ Mimarlık Fakültesi Yapı Araştırma Kurumu’nca yürütülen proje.
Ben o hızla kendimi, Yapı Araştırma Kurumu’nun düşündüğü projenin içinde buldum. Taşkışla’nın hemen yanında, Londra ve hele Rotterdam’dakiyle hiç kıyaslanmayacak kadar küçük, ama gerçekten çok küçük bir yapının çelik iskeleti bitirilmişti. Ek görevle atandığım Yapı Araştırma Kurumu’nda projeyi, o zaman Kurum’un Genel Sekreteri olan Ruhi Kafesçioğlu’nun yürütücülüğünde tamamlamaya, yapıyı bitirip bir Yapı Merkezi olarak açmaya çaba gösteriyorduk, ama benim asistan statümle kavrayamadığım, işin yürümesini engelleyen birşeyler vardı. Yapı bitirilemedi ve daha sonra yine bilmediğim nedenlerle yıktırıldı.
İmar ve İskân Bakanlığı’nın projesi ise hiç gerçekleşmedi.
Yine o sıralarda koltuğumun altında bir karpuz daha var: Lufthansa İstanbul Şehir Terminali’nin içmimarisini yeniliyorum. İlkeleri görüşmek ve başlama işaretini vermek üzere Lufthansa’nın Frankfurt’taki inşaat merkezinden Avusturyalı bir mimar geldi. Geldiğinin ikinci günü İstanbul’da kullanılabilecek yapı malzemesi türlerini görmek istedi. Böyle bir istek karşısında yapılabilecek tek şeyi yaparak: birlikte, o günlerin yapı malzemeleri çarşısı Perşembepazarı’na gittik. Dükkânların birinden çıkıp ötekine girmekle geçen yaklaşık bir saatin sonunda adamın başıdönmüştü. “Bütün bu malzemeyi topluca görebileceğimiz bir yer yok mu?” dedi ve sonuçta dolaşmaktan vazgeçti. O günkü, kendiliğinden oluşan deneyim ve bu soru da kafamdaki Yapı Merkezi düşüncesini pekiştiriyordu.
İşte şimdi deneme sırası bize gelmişti.
Bir yapı merkezi kurma düşüncesini açtığım zaman bana ilk katılanlar, kardeşim Yalçın Hasol ile Galatasaray Lisesi’nden arkadaşım Elk.Y.Mühendisi Ergin Serter oldular. İşi kurmak için sermayeye gerek vardı. Yalçın’ın ve benim ancak küçük katkılarımız olabilirdi. Ergin ise, Kalender’de ailesinin babadan kalma evini satmıştı; aldığı parayı bu işe yatırmayı öneriyordu. Ama, ailesinin hemen hemen bütün varlığını bu işe bağlamasını düşünmek bile bana korku veriyordu.
Sonuçta iş, ticaret kurallarına göre işleyecekti ve bizim bu alanda hiç deneyimimiz yoktu.
Riski dağıtmaya çalışmak bana daha doğru bir yol olarak göründü. Başka arkadaşlarımızı da projeye katarak hem riski dağıtacak hem de gücümüzü arttıracaktık. Sırasıyla, o tarihlerde İTÜ Mimarlık Fakültesinde asistan olan Bülent Özer, Yılmaz Zenger ile Doçent Ruhi Kafesçioğlu, ardından mimar arkadaşlarım Erdal Müldür ve Turhan Uyaroğlu ilk gruba katıldılar. Çoğunluk mimarlardan oluşuyordu, Yalçın reklamcılıktaki, Ergin ise Elektrik dalındaki bilgileriyle katkılar getireceklerdi. Kadroyu tamamlamak için inşaat ve makina mühendisleri gerekiyordu. Öğrenciliğimde tanıdığım ve bana bir ağabey kadar yakın olan İzzettin Somer ile Muzaffer Yalçınalp ve Mak.Y.Müh. Hikmet Vardar gruba böylece katıldılar. Doğallıkla bir de hesap kitaptan anlayan biri gerekiyordu. O da Hesap Uzmanı arkadaşım Yalçın Tezer olacaktı.
1967’de kadro böylece tamamlandıktan sonra kuruluş hazırlıklarına giriştik. Önce, “vakıf mı, şirket mi kuralım” tartışmaları başladı. Öylesine deneyimsizdik ki, bir limited şirket halinde örgütlenme kararı verildikten sonra bile anasözleşme hazırlıkları aylarca sürdü. Anasözleşmede kuruluşun amacını şöyle tanımlıyorduk :
Yapı ve endüstri alanında yetkili elemanlarının fikrî potansiyeline dayanarak yapı, yapı malzemesi ve donatımının kalitesini arttırıcı çabalarda bulunmak, kültür hizmetleri yapmak, yapıcı ve yaptırıcıya yardımcı olmak.
Çalışma alanları ise
• Yurtiçinde ve dışında imâl edilmekte olan yapı malzemesi ve donatım araçları için daimî ve geçici sergiler ve fuarlar tertiplemek.
• Yurtiçinde ve dışında yapı merkezleri ile kuruluş, firma ve kişilerle işbirliği yapmak, yerli ve yabancı malzemenin yurtiçinde ve dışında tanıtılmasını sağlamak.
• Araştırma, test, deney yapmak ve yaptırmak.
• Yapı ile ilgili bilgilerin toplanması, geliştirilmesi ve yayılmasını sağlamak.
• Teknik müşavirlik ve kontrol hizmetleri yapmak.
• Kitap yayını, ithalatı, ihracatı ve ticareti yapmak.
şeklinde belirlenmişti.

Sıra kuruluşun adının konmasına gelmişti. Bu kuruluşun benzerlerine İngilizce’de Building Centre, Fransızca’da Centre du Bâtiment, Almanca’da Bauzentrum deniyordu. Bu kuruluşların oluşturduğu, ileride üyesi olmayı planladığımız birlik de International Union of Building Centres adını taşıyordu. “Eh! çok kolay, bunların Türkçesi de “Yapı Merkezi” olur” diyeceksiniz, ama bu o kadar kolay değildi çünkü dostlarımız Ersin Arıoğlu ile Köksal Anadol’un o tarihlerde iyi bir öngörüyle bizim tasarladığımıza benzer bir kuruluşu gerçekleştirmeyi düşündükleri için firmalarına bu adı verdiklerini öğreniyorduk. Fakat sonradan çalışmaları mühendislik ve müteahhitliğe doğru kaydığı için bu projeyi biraz ertelemişlerdi. Yapacağımız işi en iyi tanımlayan addan kolay kolay vazgeçemiyorduk; biraz değiştirerek kullanmaya karar verdik. Kuruluşumuzun adı “Yapı-Endüstri Merkezi” olacaktı.
İki dost kuruluşun bu isim benzerliği zaman zaman küçük karıştırmalara neden olmadı değil; ancak hiçbirimizi rahatsız edecek boyutta bir sıkıntıya yolaçmadı. Amblemimize gelince… İleride Uluslararası Yapı Merkezleri Birliği (UICB)’ye üye olmayı ve onun ev’li amblemini kullanmayı tasarladığımız için Yapı-Endüstri Merkezi’nin ilk harflerini bu evin içine oturtacak bir kompozisyon arıyorduk, sonuçta Yılmaz Zenger’in kompozisyonu benimsendi. Ev’le birlikte kullanamadığımız için garip bir şekil.. Ama olsun.. Yakında UICB’ye üye olacağız. Ev’le birlikte kompozisyon tamamlanacak.
Taahhüt edilen şirket sermayesini 325 bin TL olarak saptamış, ancak ilk aşamada aramızda 100 bin TL dolayında bir para toplayabilmiştik. Bunun da bir bölümü T.Ticaret Kanunu gereği bankada bloke olmuştu, yani paranın bir bölümünden de yararlanamıyorduk.
Bir yandan işin formaliteleriyle uğraşırken bir yandan da malzeme sergilemeye de elverişli bir yer bulmamız gerekiyordu. Danıştığımız kişiler bize, İstanbul’da yapı malzemesi ticaretinin yoğunlaştığı Perşembepazarı’nı salık veriyorlardı. Oysa bizim gözümüz hep Taksim-Şişli eksenindeydi.
Sonunda, Harbiye’de bugünkü yerimizi bulduk. Yeni boşalmış bir mağaza idi. Alt katları ise Coca-Cola’nın deposu olarak kullanılmıştı. O zamana kadar ham bir durumdaydı. Projemize göre giriş katını sergi alanı olarak düzenlerken bodrumu da tümüyle elden geçirip konferans salonu ve fuayeye dönüştürmek gerekiyordu.
Malsahibiyle görüştük; bulduğumuz yerin yıllık kirası 200 bin TL idi, yarısını da peşin istiyordu. O dönem için bu, belki de İstanbul’un en büyük kirasıydı.
Peşin istenmeseydi sorun yoktu; hesaplamalarımıza göre bu kirayı ödeyebilecektik. Bir süre yeni ortak arayışına girdik. Üniversitede kendilerine öneride bulunduğum arkadaşlarımdan kimileri “Doğan delirmiş, çok şükür bizim aklımız yerinde” diyorlardı arkamdan, hattâ biraz da acıyarak.
Sonunda, şirket kuruluşu için zorunlu olarak bloke ettirdiğimiz parayı temlik ederek kiranın ilk bölümünü ödeme önerimizi mal sahibine kabul ettirebildik. Sorun biraz çözülmüş gibi görünüyordu.
Sıra firmalarla temasa gelmişti artık. Hepimiz tanıdıklarımız aracılığıyla firmaları ziyaret ediyor ve firma yetkilisine projeyi anlatmaya çalışıyorduk. O günlerde firma sayısı da az, üretilen malzeme de.. Temaslarda karşılaştığımız ilk güçlük, bizden önce bazı kişilerin kurdukları, başarısızlıkla sonuçlanmış sergiler. Bu sergilerden biri Tepebaşı’nda, bir başkası Gümüşsuyu’nda sanayi sergisi adı altında açılmış, işler yürütülemeyince malzemeler kapıya konmuş, dükkanlar kapatılmış. Bu olumsuz deneyim, belleklerde çok taze.. Görüştüğümüz firma yetkilileri bizim sonumuzun da bütün iyiniyetimize rağmen kötü olabileceğini örtülü bir şekilde ya da açıkça söylemekten geri kalmıyorlar. Biz, dilimiz döndüğü kadar, kuracağımız merkezin yalnızca bir sergi olmayacağını, işin bir uzmanlık işi olduğunu, bir bilgi merkezinin yararlarını anlatmaya çabalıyoruz, ama zorlanıyoruz ve bu yüzden de gecikmeye başlıyoruz.
Çabalarımızda bizi yüreklendirenler de yok değil.. Şimdi bir Ahmet Ekmekçioğlu’nu, bir Süleyman Bodur’u şükranla anıyorum.
Sonuçta, firmaları birer birer ikna etmeyi başarıyoruz. Sergileme hazırlıkları başlıyor. Açılış hedefi 15 Ocak 1968.. Mimarlar Odası İstanbul Şubesi’nin yıllık genel kurulu da aynı gün Yapı-Endüstri Merkezi Konferans salonunda yapılacak. Başka bir deyişle Yapı-Endüstri Merkezi, Oda genel kuruluyla açılacak. Ben artık, Şube yönetiminde değilim.
Bizim deneyimsizliğimiz firmalarınkiyle birleşince sergi 15 Ocak’a yetiştirilemiyor ve ‘Merkez’in açılışını, çaresiz, ertelemek zorunda kalıyoruz. Ama genel kurul ertelenmez ki.. Hepimiz büyük bir çabayla hiç değilse konferans salonunu toplantıya yetiştirmeye çalışıyoruz. Sinema perdesi bizim evde bazı hanım mimar arkadaşlarımızın da katkılarıyla dikiliyor. Salonun sandalyelerini taşımak bile bizlere düşüyor. Olanaksızlıklar içinde inanılmaz bir özveri, inanılmaz bir çaba ..

Konferans salonu 15 Ocak’a şöyle-böyle yetişiyor; ancak toplantı sırasında, fuayede henüz kurumamış şap üzerine yapıştırılan ahşap mozaik parkeler sıcak ortamın da etkisiyle küçük kubbeler oluşturacak şekilde kabarıyor. Yarı şaşkınlık, yarı utançla ne yapacağımızı bilmiyoruz. Bir yapı merkezi için kötü bir başlangıç.. (Sonraki yıllarda o günkü toplantıda bu duruma tanık olan mimar arkadaşlarımıza YEM çalışmalarıyla kendimizi bağışlattırabildiğimizi sanıyorum.) Standını 15 Ocak’a yetiştirebilmiş tek kuruluş Arçelik, Açılışı 8 Mart 1968 gününe erteliyoruz. 15 Ocak’ı izleyen günlerde sergi için yoğun bir çaba sürüyor. Onlarca insan standları bu kez 8 Mart’a yetiştirmeye çalışıyor. O günlerden birinde Arçelik’in müdürü Muammer Öztat (daha sonra Admar Reklam Ajansı sahibi) geliyor. Biz, bitmiş tek standı, Arçelik standını tozlanmaktan korumak için naylon bir örtüyle sarmışız.
Standda gazosifon (gazyağıyla ısıtılan termasifon) sergileniyor. Bir de pleksiglaslı-ışıklı Arçelik yazısı ile amblemi var. Muammer Bey standın ışıklarını niçin, yakmadığımızı soruyor. Ben, gürültü-patırdı, toz toprak ortamındaki çalışmaları işaret ederek biraz da hayretle “Bu ortamda .. ?” diyorum. Muammer Bey, dostça, “olsun” diyor. “En azından buradaki işçiler Arçelik’in, standını herkesten önce bitirdiğini görürler”. Böylece ayaküstü, bir reklamcılık dersi almış oluyoruz.
8 Mart’ta güzel bir açılış yapıyoruz. Artık hepimiz çok mutluyuz, her şey pırıl pırıl. Sergilediğimiz malzemenin çeşidi bugünküyle kıyaslanamayacak kadar az: tuğla, kiremit, marley, bazı boyalar, beyaz fayansın yanı sıra yeni yeni üretilen birkaç renkli fayans. Desenli fayans bile yok. Kimya sanayisi hiç gelişmemiş olduğu için sergiye hiç yansımıyor. İthalat zaten yasak. Seramik sağlık gereçlerini Eczacıbaşı ve Sümerbank Bozüyük fabrikası üretiyor, fakat çeşit çok sınırlı. Karoseramik’i ise yalnızca Bozüyük üretiyor. Bugünkü firmaların pek çoğu o günlerde daha kurulmamış bile.
Kuruluş telaşı bittikten sonra daha sakin bir şekilde ilerinin planlanması çalışmaları kendi içimizde başlıyor.
Yapı-Endüstri Merkezi’nin ilk müdürü benim. Koltuğumun altında yine çok karpuz var, ama 1967’nin son aylarından beri artık üniversitede değilim. Merkezdeki günlük çalışmanın ardından kuruluşa katılan arkadaşlarımla gece geç vakitlere kadar süren, bitmek bilmeyen toplantılar yapıyoruz. Toplantılar uzadıkça uzuyor.. Bu kez, kurucu
arkadaşlarımızın beklentileri arasında büyük farklılıklar olduğu ortaya çıkıyor. Bazıları aradıklarını bulamadıkları, bazıları sıkıldıkları için gruptan ayrılıyorlar. Bir süre sonra ben de büyük bir yorgunluk ve bıkkınlık içinde askere gitmek üzere müdürlükten ayrılıyorum. Yerime önce, kuruculardan Erdal Müldür, daha sonra da Sanayi Odası’ndan transfer edilen Gökşin Sanal geliyor (O günlerin sanayi çevrelerini iyi tanıyan Gökşin Hanım, Yapı-Endüstri Merkezi’ne başarılı hizmetler vermiştir). Askerlik hizmetim bittikten sonra dokuz ay kadar Ankara’da Mimar Şevki Vanlı’nın girişimiyle Or-An inşaat A.Ş.’ye bağlı olarak bizimkiyle aynı adla kurulmuş olan Or-An Yapı-Endüstri Merkezi’nde görev aldım. Daha sonraları Milli Savunma Bakanı olacak mimar Barlas Doğu ile halef-selef olduk Ankara’da. Sergi yeniden düzenlendi. Bir süre sonra da istanbul-Ankara Merkezlerinin katılımıyla Bağdat’ta ortaklaşa bir sergi gerçekleştirdik. 1972’nin ilk günlerinde ben yeniden İstanbul’a, YEM’in başına döndüm. Hızlı bir çalışma dönemini yeniden başlattık. Yapı Kataloğu’nun, Yapı Dergisi’nin doğuşu bu dönemin ürünüdür.
Burada, pek çok kimsenin yakından bildiği türden YEM etkinliklerini değil de herkesin bilmediği olayları, sahne gerisinin ilginç olaylarını dile getirmek istiyorum.
Sahne gerisi deyince YEM’de yer alan tiyatro olaylarından söz etmemek olanaksız. Kuruluşumuzun ilk yılında bir gün, Galatasaray’dan ve Mimarlık Fakültesi’nden arkadaşım Ergun Köknar bir öneriyle çıkageldi. O sıralar, Ergun baba mesleğini mimarlığa yeğlediği için Şehir Tiyatrosu’nun sanat kadrosunda.. Önerisi ise, Şehir Tiyatrosu’nun bir sahnesini bizim konferans salonumuzda açmak.
Öneri Merkeze daha çok ziyaretçi çekmek ve sürekli kullanılmayan salonun değerlendirilmesi bakımından ilginç görünüyordu, ama bir tiyatronun sahip olması gereken altyapı ortada yoktu. Ergun her zamanki sevimli ve canayakın haliyle “bunlar bizim sorunumuz. Sen karışma” deyince İstanbul Şehir Tiyatrosu’nun Harbiye Bölümü ilk kez YEM’de kuruldu, İnönü Gezisindeki bugünkü binasına taşınıncaya kadar da bizim konuğumuz oldu.
Şehir Tiyatrosu’nu ötekiler izledi. Genco Erkal’ın Dostlar Tiyatrosu, Ulvi Uraz, ünlü zeytinyağcı Adil Yağcı’nın sponsorluğundaki Taşdelenler Tiyatrosu, Vasıf Öngören tiyatroları ayrı ayrı YEM sahnesinden gelip geçtiler. Bir süre de MSÜ Sinema TV Enstitüsü’nün çekirdeği olan DGSA Türk Film Arşivi gösterilerini YEM’de yaptı.
Tiyatrolar için bir yılların parlak dönemi bitmiş, sıkıntılar başlamıştı. Onların yaşadıkları sıkıntılar bize de sıkıntı vermeye başlayınca tiyatro defterini kesinlikle kapatmaya karar verdik.
Aradan uzunca bir süre geçtikten sonra bu kez 1980’de Ferhan Şensoy karşımıza çıkacak ve benim bütün “olanaksız”larımı ve “olmaz”larımı “olur”a çevirecekti. Ferhan’ın konuşmaları, bildiğiniz gibi, çok inandırıcıdır. Üstelik Ferhan Galatasaraylı. Böylece Ortaoyuncular YEM’de kuruluyor ve ilk oyun “Şahları da Vururlar” böylece ilk kez YEM’de sahnelenmiş oluyordu. Bu “ilk”lerin bir başkası da MFÖ Mazhar-Fuat-Özkan’ın Ortaoyuncularla birlikte YEM de sahneye çıkmaları ve oyunun müziğini yapmalarıydı. 1973’te YEM bünyesinde bir kitabevi kurmaya karar verdik. Bu konuya etkinlikler zincirimizin bir halkası olarak ana sözleşmemizde de yer vermiştik. Cephedeki vitrinlerden birini bu işe ayıracaktık. Kitabevini yönetecek aday da vardı: Demirtaş Ceyhun. Demirtaş’la Mimarlar Odası İstanbul Şubesi Sekreterliği’nde ve daha sonra Mimarlık Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürlüğü’nde halef-selef olmuştuk.
Demirtaş artık ikisinden de ayrılmış, kendi deyişiyle mimarlıktan istifa ederek yazarlığı seçmişti. Yazarlardan oluşan iyi bir çevresi vardı. Yapı-Endüstri Merkezi Kitabevi böylece Demirtaş’ın çabalarıyla açıldı.
Biz Kitabevinin teknik kitap ağırlıklı olmasını istiyoruz; ancak o tarihlerde teknik kitap çok az. Zararı yok kitap kitaptır..
Demirtaş’ın dükkânı artık yazar-çizerlerin uğrak yeri. Özellikle akşamüstleri yazar-çizerler, sanatçılar hep orada. Bu kez, bu olanaktan yararlanarak Cumhuriyet’in kuruluşunun 50. yıldönümünde kültürel konferansları, söyleşileri ve imza günlerini başlatıyoruz. Konferans salonu fuayesi de Sanat Galerisi oluyor. Bu dönemden Füreya’nın, Nuri İyem’in sergilerini, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Haldun Taner, Tahir Alangu, Behçet Necatigil’in konferanslarını anımsıyorum. YEM’deki yoğun konferanslar, söyleşiler, kitap imza günleri Türkiye Yazarlar Sendikası’nın kuruluşuna önayak oluyor, ama Kitabevi, getirdiği kültürel verimliliği, ticari yönden getiremeyince Demirtaş bu işten vazgeçiyordu.
Teknik etkinlikler, kuruluştan beri hiç ara verilmeden ağırlıklı bir şekilde sürdürülüyor. Konferanslar, kurslar, seminerler… İşte bu seminerlerden biri olan prefabrikasyon semineri de Prefabrikasyon Kuruluşlarını bir araya getirecek birliğin kuruluşuna ortam hazırlıyor. Seminere katılan prefabrikasyonculardan bir grup, seminer sonrasında benim odamda toplanarak bir birlik kurulması yolunda ilke kararını veriyorlar (Birlik’in kuruluşu daha sonra İzmir’de yapılan, benim de çağrılı olduğum bir toplantıda kesinlik kazandı).
YEM daha sonraki yıllarda, seçkin üretici kuruluşların oluşturduğu İnşaat Malzemesi Sanayicileri Derneği İMSAD’ı ve sekretaryasını da konuk etti.
İlişkilerimizi ve çalışmalarımızı yurtdışına da taşırmayı, bilgi merkezimizi böylece daha da geliştirmeyi başlangıçtan beri istiyorduk.
Daha önce de değindiğim gibi bunun en iyi yolu Uluslararası Yapı Merkezleri Birliği (UICB)’ye üye olarak dünyadaki öteki merkezlerin arasına karışmaktı.
UICB o tarihlerde bünyesinde, Batı dünyasından olduğu gibi Doğu dünyasından da ülkeleri barındırıyor. Bir başka deyişle, kapitalist dünyadan da, komünistlerden de üyeler var. Birliğin üyeliğe kabul kuralları oldukça sıkı: üyeliğe kabul edilecek kuruluş, kâr amaçlı bir kuruluş olmayacak. Biz bir şirketiz, ama tümüyle kâr amacına yönelik kuruluş değiliz, hiçbir zaman da öyle olmadık (nitekim bu nedenle, YEM çoğu kez bir kamu kuruluşu ya da vakıf olarak bilinir). Yapı-Endüstri Merkezi çalışmalarında tutumumuz, davranışlarımız, hedef hep “hizmet”ten yana olmuş, parasal konular ve kâr hep geri planda kalmıştır. Kâr, kuruluşun kendisini geliştirebilmesi, daha iyi kadrolarla daha iyi hizmet edebilmesi için gerekli bir araç olarak kabul edilmiştir. Bu düşüncemiz, o dönemde olduğu gibi bugün de geçerlidir. Fakat bütün bunları 1970’lerde UICB yönetimine ve üyelerine anlatmamız pek kolay olmuyor. Çoğu Avrupa’lı üyeler sırtlarını, komünist ülkelerde devlete, kapitalist ülkelerde de vakıflara dayamışlar, büyük bir rahatlık içinde çalışıyorlar. Bizim ise, hiçbir yerden desteğimiz yok; varlığımızı sürdürebilmemiz yalnızca kendi çabalarımızı bağlı. Sonunda bizi “Corresponding member” (yazışma üyeliği) adı altında yarattıkları bir tür üyeliğe lütfen kabul ediyorlar. Gökşin Sanal ile birlikte ilk kez 1974 yılında UICB’nin Prag’da yapılan genel kuruluna katılıyor ve böylece, yabancı meslektaşlarla tanışmak olanağını buluyoruz.

UICB’nin genel kurulu üç yılda bir toplanır; ancak her yıl özel konulu bir toplantıda çeşitli ülkelerden delegeler biraraya gelerek bilgi ve deneyim alışverişinde bulunurlar. 1974’ten bu yana UICB’nin bütün toplantılarına YEM adına katıldık, ve bu birliğin öndegelen etkinlikteki üyeleri arasına girdik. İkinci sınıf üyeliğimiz, bizim için statüyü değiştirdikleri 1977 yılına kadar sürdü.
Tam üyeliğimizden hemen sonra 1977’de Londra’da beni UICB Yönetim Kurulu üyeliğine, 1980’de Belgrad’da Başkan Yardımcılığına, 1989’da Stockholm’da Başkanlığa, 1992’de ‘İstanbul’da yine Başkanlığa seçtiler. Bu görevim halen devam ediyor.
Yapı-Endüstri Merkezi’nin çabalarını yurtiçinde bölgelere de taşırmak isteğiyle başlangıçta çeşitli illeri dolaşan gezici sergiler düzenlemiştik. Bu kez yerleşik ilk denemeyi İzmir’de yapıyoruz. İzmir Şubemiz ve oradaki daimi sergimiz Cumhuriyet Meydanı’nda ‘Heykel’in karşısında çok güzel bir yerde 1970’ten 1982’ye kadar çalışmalarını sürdürdü. İzmir Fuarlarında her yıl düzenlendiğimiz Yapı Malzemesi Pavyonuna iyi bir destek verdi. Burada, arkadaşım mimar Ünal Şınık’ın İzmir Şubemiz’in çalışmalarıyla İzmir Fuarındaki pavyonumuza getirdiği değerli katkıları anmak isterim.
Benzer katkıları Aslı Özbay Ankara Büromuza ve Ankara’daki Yapı Fuarımıza getirmiştir.
Yukarıda anlatmaya çalıştıklarım genellikle sahne gerisi öyküleri. Yapı-Endüstri Merkezi, daimi sergisi, fuarları, geçici sergileri, kuruluş yıllarında yurdun çeşitli illerini dolaşan gezici sergileri; dergi, katalog, kitap yayınları; kursları, konferansları, seminerleri, başvuru kitaplığı, teknik gezileri, dış ilişkileri yurtiçi ve yurtdışı fuarları ile ciddi bir Bilgi Merkezi’nin yirmi beş yılda varabileceği en üst düzeyde, başlarken sözünü ettiğim buzdağını oluşturmuştur.
1989’dan beri UICB’nin başkanlığını yürütmesi, 1992’de Mimarlar Odası’nın, Mesleğe Katkı Ulusal Mimarlık Ödülü ile ödülendirilmesi yalnızca birer rastlantı değildir.
YEM’in birinci 25 yılının sonunda, çabalarımıza çok değerli katkıları olmuş, kendilerine bu nedenle teşekkür borçlu olduğumuza inandığım, belki yüzlerce kişi ile pek çok kuruluş var. Hepsinin adlarını bu yazımın sınırlı çerçevesi içinde anma olanağı yok, Ancak burada YEM kurucularından ikisini; sonsuzluğa göçmüş bulunan Yalçın Hasol ve Hikmet Vardar’ı bir kez daha anmak istiyorum.
YEM, çalışanları bakımından hep şanslı olmuştur ve bugüne onların sayesinde gelmiştir. Onlara da kocaman bir özel teşekkür borçlu olduğumuza inanıyorum.
Daha nice 25 yıllara …