Otuz Yılda Ne Değişti? Kaynak : 01.11.1992 - Yapı Dergisi - 132 | Yazdır

Otuz yıl önce çiçeğiburnunda mimarlar olarak okulu bitirdiğimizde Türkiye’de mimarlığın ve inşaat kesiminin sorunları vardı. 1960 ihtilalinin üzerinden bir yıl kadar geçmişti. 1950’lerin sonlarına doğru kaybolan özgürlük rüzgarları yeniden eserken, yeni bir anayasa kabul edilmiş, planlı kalkınmanın ilk dönemi henüz başlatılmıştı. Bizden önceki mimarlık kuşaklarının yakınmalarına karşılık biz, yeni kuşak, bu ortam içinde, umutlanmak için yeterli nedenler bulabiliyorduk.
Şehirlere göç yaklaşık on yıldan beri sürüyordu; nüfus artış hızı yüksekti. İstanbul, Ankara ve İzmir’de gecekondular ve gecekondularda yaşayan insanların sayısı artıyordu. Şehir merkezlerinde ise arsa spekülasyonu ve hızlı yapsat düzeninin (ya da düzensizliğinin) getirdiği, kalfa yapıları bugünkü tekdüze, yoz şehir karakterinin tohumlarını atıyordu. Konut gereksinmesi ise yine yüz binlerle ifade ediliyordu.
Kalkınan Türkiye’de mimara, mühendise ciddi bir gereksinme olduğu halde, var olan sınırlı teknik güçten bile tam olarak yararlanılmıyordu. O tarihlerde sayıları ancak 1600’lerde olan mimarlar bazan işsiz kalabiliyorlardı. Kamu yatırımları avan projelerle başlatılıyor, “istim arkadan gelsin” örneğindeki gibi, uygulama projeleri müteahhitlere hazırlatılıyordu. Kamu inşaat ihale sistemi çarpıktı. Ünlü 2490 sayılı yasaya göre, patates nasıl alınıyorsa, inşaat işi de öyle ihale ediliyordu. Müteahhitlik kesimi düzenlenmemişti. İsteyen herkes sorumluluğu üstlenecek, imzasını koyacak yetkili birini bulduğunda müteahhitliğe soyunabiliyordu.
O sıralarda meydana gelen Varto depremi çok can ve mal kaybına yol açmıştı. Depremin ardından her kafadan bir ses çıkıyordu. Türkiye’de ilk kez bir deprem olmuşçasına, herkes büyük bir şaşkınlık içindeydi ve yapılabilecek beceriksizliklerin tümü eksiksiz olarak yapılmaktaydı. Başta İmar ve İskan Bakanlığı olmak üzere bütün bakanlıklar, Afet İşleri Genel Müdürlüğü, mimar ve mühendis odaları seferber olmuşlar, yepyeni çözümler üretmeye çalışıyorlardı. Sanki Türkiye deprem kuşağında değildi ve sanki daha önce bu ülkede yüzlerce deprem yaşanmamıştı…
Varto için getirilen çözümlerin hemen hiçbiri işe yaramadı. Varto’dan sonra kısa aralıklarla başka yörelerde meydana gelen depremlerde de durum farklı olmadı. Görevliler-görevsizler, sorumlular-sorumsuzlar hep yeni çözümler arayışı içinde oldularsa da, felakete uğrayanları en az düzeyde tatmin edecek bir çözüm hiçbir zaman bulunamadı.
İstanbul’da nazım plan çalışmaları Prof. Piccinato’nun başkanlığında sürdürülmekteydi. Belediye o zaman çok sınırlı olan olanaklarıyla şehir içinde bazı noktasal düzenlemeleri gündeme getiriyordu. Beyazıt Meydanı da bunlardan biriydi. Eski havuzlu meydan 1957’de yıkılarak sözde yeniden düzenlenmişti.
Beyazıt Meydanı 1960’tan sonra, gençliğin gözünde özgürlük savaşının başlatıldığı ve kazanıldığı alandı. Bu nedenle de adı Hürriyet Meydanı olarak değiştirilmişti. Belki yeni yönetim de böyle gördüğü için Beyazıt Meydanını öncelikle yeniden düzenlemeyi planlamıştı. Daha önce Sedad H. Eldem, Prof. Högg, Prof. Piccinato ve Turgut Cansever’e hazırlatılmış olan projeler içinden bu kez, Turgut Cansever’in projesi uygulanmak üzere seçilmişti. Mimarlar Odası ise, nazım plan yapılmadan noktasal uygulamaların

yapılamayacağını ileri sürerek karşı çıkıyor ve asker belediye başkanını ikna etmek üzere toplantı üzerine toplantı düzenliyordu. Sonuçta ikna edebildiği kişi Başkan değil de, Oda’nın o zamanki hizmetlisi Mehmet Umur oluyordu. Mehmet, bu toplantıların sonucunu en veciz şekilde özetleyen kişiydi. “Ben bu işi anladım” diyordu. Mehmet: “Evvel Allah Sonra Nazım Plan!” Gerçekten de nazım plana o tarihlerde böyle bakılıyordu.*
Meydanın yapımı Cansever’in projesine göre başlatıldıysa da hiç bitirilemedi.
1960’ların başlangıcından bu yana tam otuz yıl geçti. Otuz yıl, bir mesleki ömür demektir. Bu süre içinde Türkiye’de mimarlık ve inşaat kesimi alanında nelerin değiştiğine bakmakta yarar var.
Bugün nüfus artış hızı hemen hemen otuz yıl öncesindeki gibi… Buna ek olarak, büyük şehirler için kentleşme oranı daha da arttı ve bu şehirler, masum (selim) karakteri değişen ve artık mafyanın uğraşı alanı içine giren gecekondularla ve kaçak yapılarla kuşatıldı; hatta kuşatılmaktan da öte, fethedildi. Sağdan soldan her partiden politikacılar bu oluşumda ödün üstüne ödün verdiler. Gecekondu ve kaçağı, elaltından teşvik ettiler, yasalar çıkararak affettiler. Böylesine bir himaye olmasaydı, Sultanbeyli gibi bir kent azmanı kaçak olarak nasıl kurulabilirdi?
Şehir planları yapılamadı, yapılmadı. Var olan planlar belediyelerce kamuoyundan, kentlilerden gizlendi; saydamlık ilkesi hiç uygulanmadı. Başta İstanbul olmak üzere büyük şehirlerde, yavru belediyelerin de destek ve katkılarıyla, neredeyse, “kaçak inşaat serbest, yasal inşaat yasak” hale geldi. Kimi araziler çarçabuk yapılan plan değişiklikleriyle bir anda cins değiştirdiler. Hükümet’in de katkılarıyla kimi yeşil alanlar bir anda gökdelen arsasına dönüştürülebildi, kimi alanların inşaat yoğunlukları kat kat artırıldı. Partilerin, politikacıların ödünleri, sayıları artan belediyelerin de çeşitli nedenlere dayalı hoşgörüleriyle, pek çok şehirde tarih, kültür, doğa elden gitti.
Kentleşme, gecekondulaşma bütün hızıyla sürüyor.. Konut açığı milyonlar, yıllık konut gereksinmesi yüz binlerle ifade edilirken mimarlar, mühendisler yine işsiz. Proje, malzeme, teknoloji standartları hala yok.. Hala geri yapım teknikleri egemen. Mimarlık ve mühendislik okullarının sayıları artarken, bilimsel düzeyleri düştü.
2490 sayılı yasa değişti, ama ihale sistemi eskisi kadar bozuk. Burada da, ihale mafyasından söz edilirken ciddi müteahhitlerin bir oda içinde birleşmek için verdikleri savaşım sonuçsuz.
Koskoca İmar ve İskan Bakanlığı, Tübitak’a bağlı Yapı Araştırma Enstitüsü, Bölge Planlama ve Nazım Plan Büroları 1980’den sonra gereksiz görülerek kapatıldı.
Bu yıl Erzincan’da meydana gelen ve şiddetine göre hasarın yine çok büyük olduğu depremin ardından sergilenen beceriksizlikler, Varto’dan bu yana bu alanda da bir arpa boyu yol almadığımızı gösterdi.
Beyazıt Meydanına gelince…
Otuz yılda bitirilemeyen talihsiz Beyazıt Meydanı rekorlar kitabına girmeye aday. Zaman, Mimarlar Odası’na arka çıktı. Oda “nazım plan bitirilmeden Beyazıt Meydanı yapılamaz” diyordu işte, ne nazım plan bitti, ne de Beyazıt Meydanı.

*Nazım Plan olmadan Beyazıt Meydanı düzenlenemez miydi? Bunu başka bir yazıda tartışırız.