Bir Enayi Bulmuşlar.. Kaynak : 01.04.1993 - Yapı Dergisi - 138 | Yazdır

İLKSAN OLAY
Son günlerde kamuoyu eski-yeni iktidarların ve bazı bakanların yaptıkları ileri sürülen yolsuzluklarla çalkalanıyor. Bugünkü iktidar, şimdi anamuhalefet partisi olan eski iktidarı “suçlayıp bazı bakanlarını Yüce Divan’a sevk ederken, anamuhalefet partisi lideri de iktidarın 500. gününe doğru birbiri ardından yolsuzluk bombaları patlatıyor.
Dile getirilen yolsuzluk örnekleri o kadar çok ki, bizim gibi sıradan insanların hayretler içinde kalmaması olanaksız.
Biz burada olaylardan yalnızca birine, İLKSAN olayına değinmek istiyoruz. İLKSAN olayı, parasal usulsüzlük boyutunun yanı sıra toprakla, imarla ilgili olarak yaşadığımız pek çok çarpıklığı da gözler önüne serecek izler taşımaktadır.
İLKSAN nedir?.. İLKSAN’ın ilk kuruluşu, 1943 yılında zamanın Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile ilköğretim Genel Müdürü, ünlü eğitimci İsmail Hakkı Tonguç tarafından
gerçekleştirilmiştir. Amacı, öğretmenlere sosyal yardımda bulunmak olan “İlkokul Öğretmenleri Sağlık ve Sosyal Yardım Sandığı İLKSAN’ın geçen zaman içinde amacından uzaklaştırılarak iktidarların ve kimi çevrelerin çıkarlarına hizmet eder duruma getirildiği ileri sürülmekte.
Yan şirketleri de olan kuruluş, birçok ticari girişimlerde bulunuyor. Otomobil kampanyaları bile açarak öğretmenlerden paralar topladığı, buna karşılık, üyelerine zamanında ve gerektiği kadar yardım yapmadığı ve yukarıdaki işler yapılırken oluşan yolsuzluk ve usulsüzlükleri belgeleyecek müfettiş raporlarının bulunduğu gazete sütunlarında anlatılıyor.
Halen 250 bine yakın öğretmen ve memurun üyesi bulunduğu İLKSAN’ın Yönetim Kurulu bir süre önce, İstanbul’da Ömerli Barajı koruma alanı içinde bulunan 6030 dönümlük bir araziyi satın almaya karar veriyor. Ve bir firmanın kısa bir süre önce çeşitli kişilerden toplam 120 milyar lira ödeyerek aldığı bu araziyi, 130 milyar lirası peşin olmak üzere 346 milyar liraya almak üzere anlaşma yapıyor. Daha doğrusu, firma arsayı önce, noterden “ön protokol” ile İLKSAN’a 346 milyar liraya satıyor, daha sonra sahiplerinden 120 milyar liraya satın alıyor. Arsanın bedelinin tümüyle ödenmemiş olması nedeniyle arsa tapusunun halen satıcı firmada olduğu belirtiliyor.
Yapılanma olanakları kısıtlı olan bu arazide öğretmenlere konut yapılacaktır.
Ömerli Barajı’nın 1/25.000 ölçekli planında gölden itibaren 300 metrelik bölümün mutlak koruma alanında, 2000 metreye kadar bölümün orta mesafeli koruma alanında, 2000 metreden sonrasının ise uzak mesafeli koruma alanında kaldığı kabul ediliyor.
Plan uyarınca, mutlak koruma alanında kesinlikle inşaat yapılamıyor, söz konusu arazinin orta ve uzak mesafeli koruma alanlarında kalan çok az bir bölümüne ise ancak 250 metre kareyi geçmeyen, günübirlik kullanım için 4 adet yapı yapılabiliyordu.
İSKİ Genel Müdürünün belirttiğine göre, “arazinin tümüne imar izni verilmesi mümkün değil. Bir enayi bulup satmışlar” (O öyle sanıyor).
“Bütün bunlar olabilir” diyebilirsiniz. İLKSAN kandırılmış; 120 milyar değerindeki bir arsayı 346 milyar liraya almış; imar durumu bakımından da aldanmış” diyebilirsiniz. Ama
iş bu kadarla bitmiyor.
İLKSAN’ın gücü böylesine büyük paraları karşılamaya yetmediği için işin içine Hükümet desteği giriyor. Başbakan’ın deyişiyle “öğretmenler ev sahibi olmasınlar
mı?”
Maliye ve Milli Eğitim Bakanlıkları arazinin alımı için yedek ödenekten 300 milyar lira aktarılması kararıyla İLKSAN’a destek veriyorlar ve peşinatta kullanılmak üzere İLKSAN’a 60 milyar lira ödeniyor. Bakanlık Bütçesi’nde İLKSAN’ın ödeneği yalnızca 10 milyar lira olarak öngörüldüğü için bu kez yedek ödeneğin devreye sokulması gerekiyor.
Ancak tam bu sırada anamuhalefet partisi liderinin açıklamalarının ardından basının ve bazı televizyonların yaptıkları araştırmalar olayın bir skandal boyutlarında olduğunu ortaya koyuyor. Arsa satışı işinde aracılık ederek çıkar sağladığı ileri sürülen Tercüman Gazetesi sahibi Kemal Ilıcak’ın olay ortaya çıktığında bir beyinkanaması sonucu ani ölümüyle bu kez olay bir de trajik bir boyut kazanıyor.
Bu arada üç bakan, Maliye, Milli Eğitim ve Milli Eğitim Bakanına vekalet ettiği sırada para aktarılmasına ilişkin belgeleri imzalayan Devlet Bakanı birbirlerine düşüyorlar.
Bu toz-duman arasında, Başbakan Demirel Hürriyet Gazetesi’ne yaptığı açıklamalarla sorumluluğu üstlenerek (ya da üstlenmeyerek), Kemal Ilıcak ve İLKSAN yöneticileriyle

bir arada görüştüğünü açıklıyor ve “Her şey benim bilgim dahilinde olmuştur. Farz edin ki parayı da ben verdim” dedikten sonra “Burada yanlış olan ne?” diye soruyor. Şimdi aklımıza bazı sorular takılıyor. Bu soruların yanıtları Sayın Demirel’in “Burada yanlış olan ne?” sorusunun da yanıtı olabilir diye düşünüyorum:
• Öğretmenlere ev yapılmasına hiç kimse karşı çıkmamaktadır, ancak burada seçilen yöntem doğru mudur?
• 120 milyar değerinde olan bir araziye niçin 346 milyar lira ödenmektedir. Aradaki 226 milyar liralık fark kimlerin cebine girecekti? Nazlı Ilıcak, televizyonda Arena muhabirinin sorularını yanıtlarken Kemal Ilıcak’ın arsa satışıyla olan ilişkisini de anlatıyor ve “Gündelik sıkıntılarını giderecek bir imkan arıyordu. Kemal’in bu işe umutla baktığını görüyordum” diyordu.
• iLKSAN tarafından ödenmiş 130 milyar liraya rağmen arazinin tapusu eski sahibindedir. Bakiye paranın ödenip ödenmeyeceği, ödenen avansın ne olacağı, arazinin tapusunun alınıp alınamayacağı belli değildir. Senetler ödenmezse durum ne olacaktır? Senetler ödenir de tapu alınırsa bu arazi hangi işe yarayacaktır?
• Hükümet kimin parasını, kime, niçin vermektedir? Ortada bir usulsüzlük yoksa ilgili bakanlar niçin birbirlerine girmişlerdir?
• Devletin öğretmenlere tahsis edebileceği arsası yok mudur ki, milyarlarca liralık yeni arsa satın alınmaktadır?
• Öğretmenlere konut yapılacaksa bunu en iyi organize edebilecek kuruluş Toplu Konut idaresi değil midir? TKİ’nin kaynakları kesilirken, konuta ayrılabilecek parasal olanakların başka kuruluşlara aktarılarak çarçur edilmesinin anlamı nedir?
• Arazi, Ömerli Barajı koruma alanı içindedir.
Yapılaşma olanağı çok kısıtlı olan, hatta imar yasağı bulunan bu araziye niçin talip olunmuştur? Böylesine bir arazide yapılabilecek çok sınırlı sayıdaki yüksek maliyetli villa-konut kaç öğretmenin gereksinmesini karşılayabilecekti? Acaba Devlet zoruyla yapılaşma yoğunluğunun arttırılması mı düşünülmüştür? Çevreye, plana ve su havzalarının korunmasına saygı nasıl bu denli gözardı edilebilmektedir?
• İLKSAN’a bu araziyi alması için Devletçe destek verilirken, “su havzalarına ait koruma alanları içindeki yapılaşmaya dönük girişimlere kesinlikle izin verilmemesi yönünde belediyelerin ve valiliklerin dikkatini çeken” 20.11.1992 günlü, Başbakan Demirel’in imzasıyla yayınlanan genelge bilinmiyor muydu?
• 17 Nisan 1993 günlü Hürriyet Gazetesi’nde yayınlanan haber ve fotoğraflara göre İLKSAN, Ömerli Barajı kenarındaki araziden, yeni yapılan Şile yoluna kadar 8 kilometre uzunluğunda bir yol açmak üzere binlerce çam ağacını şimdiden kestirmiştir. Ağaç kesme izni kimden alınmıştır, ya da kimler bu kıyıma gözyummuştur?
İLKSAN olayı nüfuz, çıkar, çevre, imar yolsuzluklarının ne ilk, ne de son örneğidir. Bütün bu yapılanlar Hükümet Programında söylenenlerle hiç bağdaşmıyor. Koalisyon Hükümeti’nin 25 Kasım 1991’de TBMM’ne sunduğu programın son cümlelerinden biri şudur: “Her türlü yolsuzluk, iltimas ve rüşvetle mücadeleye kesinlikle kararlı olan Hükümetimizin oluşturacağı dürüst ve şeffaf yönetim, ülkemize genel bir rahatlık getirecektir. ”
Hep birlikte bekleyip göreceğiz ..
Türkiye’de toprak üzerindeki oyunlar yıllardan beri sürüp gidiyor. Yeşil alanların yapılaşma alanına dönüştürülmesi ya da yapılaşma alanlarında yoğunlukların artırılması çok büyük, haksız rantlar doğuruyor. Karar gücünü elinde tutanların bu ranttan pay almalarıyla, kararlar, bir yolu bulunup sürekli olarak değiştiriliyor.
Kent toprakları bir yandan yapılaşma yoğunlukları arttırılarak, bir yandan gecekondulara ve kaçak yapılara verilen ödünlerle yağmalanmaya terk edilmiştir. Burada kişilerin parasal çıkarları, paylaşılan rant değerleri kadar, politik ödünler, partilerin ve politikacıların halk dalkavukluğu türünden bilinçsiz davranışları da etkin olmuştur.
Kamu, değişen imar durumları nedeniyle, örneğin yeşil alanların yapılaşmaya açılması gibi nedenlerle arazilerin artan değerinden herhangi bir pay alamadığı gibi elindeki toprakları da kaptırmıştır. Hazinenin ve yerel yönetimlerin elindeki arazi stoğu kalıntıları da artık çağdaş şehircilik çözümlerine elvermeyecek şekilde giderek erimektedir.
Taşlaşma, çarpık kentleşme, koruma alanlarının yağmalanması, tarihi ve doğal değerlerin yok edilmesi hep bu rant yaratma çarpıklığının sonucudur.