Çelik Yapılar Dergisi Röportajı |
Kaynak :
01.07.2015 -
Nur Özkan röportajı
|
![]() |
Tasarım fikirleriyle, düşüncelerini kaleme aldığı yayınları, kitaplarıyla, kurduğu Yapı-Endüstri Merkezi ile Türkiye’nin mimarlık camiasının etkili ismi Doğan Hasol: “Yağma Var !”, “Her Şeyin Mimarı Var”, “Mimari İzlenimler”, “Galatasaray’da Düşler-Gerçekler”, “Anılar Kuşlar Gibidir”, “Mimarlar Dik Durur!”, “Aferin Desinler Diye/ Doğan Hasol Kitabı”, “Mimarlık Sözlükleri”… Hayatınız boyunca gerçekleştirdiklerinize şöyle bir bakınca bile, size soru sormakta zorlanıyor insan, nereden başlayacağını bilemiyor. Onun için soru değil de, çok genel bir çerçeve ile başlayalım sohbetimize, “Çelik Yapılar” diyelim, siz anlatın bize düşüncelerinizi… 1999 depremini hatırlayalım… O depremden sonra kıyamet koptu… “Betonarme yapı yapmayalım yığma yapı yapalım, ahşap yapı, çelik yapı yapalım” diye. Kullandığımız malzeme tıpkı ilaç gibidir, ihtiyaca göre kullanmak lazım. Her malzemenin yeri başkadır. Mesela Türkiye mükemmel bir ahşap konut mimarisi yaratmıştır. İstanbul’da, Boğaz’da, Süleymaniye’de, Üsküdar’da ahşabın en güzel örneklerini vermiştir; Anadolu’nun ormana yakın bölgelerinde de öyle… Ahşap tarihteki ilk yapı malzemelerinden biridir; tekniği mükemmel şekilde gelişmiştir. Taşın bol olduğu yörelerde de aynı şey taş için söylenebilir. Sonraları doğal malzeme dışında birçok malzeme girdi yapıya. Örneğin, betonarme… Yapılması kolay diye herkes buna girişti, ama doğru uygulanmıyordu. Bundan otuz yıl önce yazdığım yazılarda “Bizim yapım teknolojimiz çok ilkel” diyordum. Ne kadar ilkel olduğu da zaten ortaya çıktı depremlerde. Yaptığımız betonarme yapıların orta büyüklükte bir depremde bile çok hasara uğradığını gördük. Her hatanın bedeli bir şekilde ödeniyor. Betonarmenin ortaya çıkması da yine çelikle ilgili. Beton çeliği olmasaydı betonarme olmazdı zaten; betonarmedeki “arme” sıfatı zaten çeliği anlatıyor. Bütün bu gelişmelerin, sürecin yaşanması doğal. Türkiye’ye çelik çok geç geldi; özellikle de yapısal çelik üretimi. Dolayısıyla, bunu uygulayacak olan firmaların gelişmesi yavaş oldu ve gecikti. Ayrıca herkes betonarmenin kolay olduğunu, iyi yapıldığını sanıyordu. Depremden sonra, “Geleneksel metotlarla yaparsak daha iyi olacak” sözleri duyulmaya başladı, ama ne var ki geleneksel metotla yaptığınızı da kötü yaparsanız, o da başınıza iner. Ailemiz 1939 Erzincan Depremi’nden çıktı; ben iki yaşındaydım o zaman. 40 bin kişi öldü o depremde. Geleneksel konutlar vardı, kerpiç evler… Biz evi terk ettikten bir süre sonra ev çökmüş. Ben hatırlamıyorum ama anlatılanları o kadar çok dinledim ki, sanki ben yaşamışım gibi canlandırıyorum. Kerpiç de geleneksel malzeme; kötü yaparsanız o da yıkılıyor. Özensiz yaparsanız hepsi sorun olur; betonarmeyi de, çeliği de yanlış yaparsanız hatanın bedelini ödersiniz. 1999 Kocaeli depreminden sonra çok konuşuldu, “Hırsız müteahhit betondan çaldı, demirden çaldı” diye. Aslında “çalınan malzeme değil, bilgiydi”. Düzgün mühendislik hizmeti alan yapılar, can kaybına neden olacak kadar hasar görmedi. Deprem sonrasındaki söylemler arasında, “betonarme yapacağımıza çelik yapsak” konusu da gündeme geldi. Ne var ki, betonarme kötü yapıldığı için yıkıldı, çeliği de kötü yapsan o da yıkılır. Projesiz, denetimsiz her yapı aynı şekilde tehlikelidir. Suçlu olan malzemenin kendisi değil; sorun malzemenin ve teknolojinin doğru kullanılmamasında. O nedenle tekrarlıyorum: “Çalınan bilgidir”. Yapı bilgiyle yapılır, malzemenin ve teknolojinin bilgiyle uygulanması lazım. Malzeme ilaç gibidir, hepsinin yeri ayrı. Gereğinden çok aspirin alırsanız başınızın ağrısı geçer ama mideniz delinir. Asıl mesele malzemeyi ve sistemi doğru kullanmak. Aslında her malzemeye aynı özenin gösterilmesi gerekir. Yıllar önce bir inşaatta tanık oldum: Hazır betonun olmadığı dönem… Paydos saatine yakın, bir kamyon kum, çakıl, dökmüşler sokağa… İçinde deniz kabukları var, her şey var. İşçiler koşturarak çimento torbalarını atıyorlar o yığının üstüne, kürekle torbaları patlatıyorlar, suyu hortumla tutuyorlar; hepsi bize öğretilenlerin tam tersi. Ben hemen inşaatın yöneticisini aradım, “Burada dünyanın en kötü betonu dökülüyor” dedim. Bana ne dese beğenirsiniz? “Bir kamyon kum-çakıla 26 torba çimento atarlar, hortumla su verirler, onlar betonun kıvamını bilirler”… Anlayış buydu. Depremler biraz uyarıcı oldu, yönetmelikler gözden geçirildi, yeni kurallar getirildi. Toplam yapı sektörü içinde çelik inşaatın oranının yüzde 5′ler gibi çok düşük seviyelerde kalmasını normal mi karşılamalıyız bu nedenler dolayısıyla? Direnç gösteriyorlar yani yeni malzemeye… Sizin eğitim döneminizde nasıldı? Size yıllar öncesinden ilginç bir örnek aktarayım: 1955 yılında Karayolları Genel Müdürlük binası için açılan yarışmada 8 mimarın birlikte hazırladıkları bir proje birinci seçilmiş. Projede çelik strüktür önermişler. İdare bu konuda çekingen davranınca zamanın Bayındırlık Bakanı Tevfik İleri sözleşmeyi tek yanlı olarak feshedivermiş. Tam 60 yıl önceki bir olay bu. Yaşadığımız depremler yapı sektörümüzde önemli tartışmalar yarattı elbette, çelik yapılar alanında da deprem sonrası bir miktar |
kıpırdanma yaşandı, ancak hâlâ yapı sektörümüzdeki sorunların üstesinden gelebilmiş değiliz. Neden başaramıyoruz dersiniz? Doğan HASOL: 1999 depremlerinden sonra bir bilinçlenme, bir uyanış olduğu söylenebilir. Biraz önce de belirttiğim gibi, inşaat teknolojimiz geri idi. 30 yıl önce yazdığım yazılarda şikâyetim hep teknoloji yetersizliğindendi. Son yıllarda hızlı bir gelişme oldu. Vaktiyle malzemedeki durum da öyleydi. 1968’de Yapı-Endüstri Merkezi’ni kurduğumuzda malzeme çeşidi çok sınırlıydı; bir sergi salonunu dolduracak kadar bile üretim çeşidi yoktu. İlk sergimize tuğla, kiremit, fayans, marley türü malzemeler gelmişti o dönemde. Bir de boya gibi sadece karıştırmaktan ibaret olan şeyler yapılıyordu. Çanakkale Seramik sadece beyaz fayans yapıyordu, Bozüyük’teki Sümerbank Fabrikası 10 x 10 cm’lik sınırlı renkte seramik karolar üretiyordu; renkli fayans ithal ediliyordu. Sonraki yıllarda yapı malzemesi kesimi kendisini çok geliştirdi; hatta yurtdışında iddialı konuma geldi. Biz daha çok sorunların nedenlerini konuşuyoruz ama bir yandan da istenilen oranlara yakınlaşmasa bile özellikle son 5 yıldır çevremizde çok fazla çelik yapı yapıldı. Havalimanları, AVM’ler, spor salonları, hatta kimi butik konutlar. Bu gelişmeden ümitlenmeli miyiz? Mimarlarımız çelik yapılara ilgi göstermeye başladılar diye mi okunmalı bu gelişme, yoksa bu yapıların çelik malzemeden başka bir malzeme ile yapılamamasının zorunluluğu mudur? Bizde ancak, olmazsa olmaz haline gelen durumlarda var çelik. İhtiyaçlar zorlamaya başladığı anda o tarafa yönelme başlıyor. Öte yandan Yapısal Çelik Derneği’nin de teşvikiyle öğrencilerin artık çelik derslerini tercih etmeye başlamaları ilginç. Onların bu tercihi sektöre yansıyacaktır, çeliğin kendi talebini yaratması yolunda bir adımdır. Çeliğin kendi pazarını kendisinin yaratması gibi bir güçlüğü var. Ama sanıyorum ki sorun yavaş yavaş aşılıyor artık. Türkiye’de böyle bir durum var ama dünyanın yaptıklarını da biliyoruz; açıkçası birçok alanda bizden önde gidiyorlar. 1970′lerde Paris’te Pompidou Merkezi yapıldığı zaman biz onu sadece biçimsel olarak tartıştık, teknolojik olarak tartışmadık, o tür tartışmalar da eksik bizde. Bir de bizim eğitim sistemimizde eksiklikler, okullar arasında büyük düzey ve nitelik farkı var… Üniversite-Sanayi işbirliği yok. Eğitim süreleri de yetersiz. İşin sadece ilkelerini öğretmekle yetiniyor hocalar, derinleşmeye, ayrıntılara, ciddi yapısal tasarımlara zaman kalmıyor. O bakımdan sektör, Ar-Ge’ye ve meslek içi eğitime de katkıda bulunmalı. Sadece hesaplama olarak mı bakıyor mühendisler, yapısal tasarım olarak değerlendiremiyorlar mı yani? Çelik yapılar için kullanılacak yerli malzeme üretiminin çok düşük seviyelerde olması ve dolayısıyla malzemenin ithale bağımlılığının da mimarlar üzerinde etkisi var mıdır? Diğer yandan yerli üreticiler de mimarların isteksiz olmasından üretime gidemediklerini ifade ediyorlar… Zaman içinde, yapı malzemesi alanında gerçekten çok iyi konuma geldik. Şu anda belki birkaç yüksek teknoloji ürünü konusunda eksiğimiz vardır, ama onun dışında her şeyimiz var. Çelik üretimi ise bambaşka özel bir durum: Orada çeşit çok fazla, tek bir tip yok ki. Seramiği bir tip üretiyorsunuz, renklerini değiştiriyorsunuz ya da dokusunu değiştiriyorsunuz. Çelikte o kadar kolay değil üretim ve stok… Çelik ağır bir endüstri. Ülkemizde yapılan çelik yapıların çelik malzemenin özelliklerini yansıttığını düşünüyor musunuz? Mimarlarımız tasarımlarında çelik malzemenin sağladıklarından yeterince yararlanabiliyor diyebilir miyiz? Ve buradan hareketle çelik yapı tasarımının betonarme yapı mantığı ile yapıldığı eleştirilerine ne söylemek istersiniz? Çelikte geçiş dönemindeyiz, o nedenle çeliği eski alışkanlıklarımızla kullanmaya çalışıyoruz. Giderek malzemenin hakkı verilecek. Çelik malzemenin pek çok özelliği Türkiye’de yeteri kadar değer bulamayabiliyor. Örneğin hızı, uzun ömürlü olması gibi, bir de yanlış ekonomi hesabı yapılarak “pahalı” damgası yemesi gibi. Sizce de pahalı mıdır çelik yapı? Mesela çelik yapıların uzun ömürlü olması ilgi görmüyor bu ülkede. Uzun ömürlü yapı istenmiyor mudur Türkiye’de? Son olarak ileriye yönelik düşüncelerinizi almak isteriz. Nerelere doğru gider çelik yapılar, nasıl gelişmeler bekliyorsunuz? |