Dilin Zenginleşmesinde Üniversitelerin Yeri Kaynak : 01.01.2000 - Türk Dili Dergisi | Yazdır

            Bugünden sonra Divan’da, dergâhta, bârgâhta, mecliste ve meyanda Türkçe’den başka dil kullanılmayacaktır.” ( Karamanoğlu Mehmet Bey’ in fermanından, 1277).

Dilin zenginleşmesinde üniversitelerin yadsınamaz bir yeri vardır. Yabancı kökenli sözcüklerin, terimlerin yerine yenilerinin bulunması, uluslararası alandaki yeni buluşlara, yeni bilimsel ve teknik kavramlara Türkçe karşılıklar üretilmesi üniversitelerin önemli ödevlerinden biri olmalıdır. Ne var ki üniversitelerimiz, bırakın bu işlevlerini yerine getirmeyi, tümüyle yabancı dilde öğretime yönelmiş bulunuyorlar. Pek çok üniversitemizde öğretim dili artık İngilizce’ dir. Devlet üniversiteleri ile vakıf üniversiteleri öğretimi İngilizce olarak vermek konusunda yarıştalar. Üniversitelerin Türkçe’ yi bir yana iterek yabancı bir dilde öğretim yapmaları Türkçe’ nin yoksullaşmasına, giderek yok olmasına yol açacak tehlikeli bir gidişin habercisi sayılmalıdır.

İki yıl önce, İstanbul Teknik Üniversitesi de, derslerin yüzde otuzunun İngilizce okutulmasına karar verdi. Gerekçe, öğrencilerin İngilizce öğrenmelerini ve bu yoldan bilimle ve dış dünyayla daha kolay bütünleşmelerini sağlamak. Bir başka gerekçe de, üniversiteye girişte öğrenci tercihlerini İTÜ’ye yönlendirmek için özendirici olanaklar yaratmak ve böylece en iyi öğrencileri İTÜ’ye çekmek. Öğrencilerin üniversite seçmelerinde burs, yurt, kampusun niteliği, yabancı dil gibi olanaklar etken oluyormuş. Bu nedenle İTÜ’nün de, yabancı dil yönünden Boğaziçi Üniversitesi, ODTÜ gibi İngilizce öğretim yapan üniversitelerin yanında yer almak istediği anlaşılıyor.

Öteden beri, iki değişik konuyu birbirine karıştırırız: Yabancı dil öğretimi mi, yoksa yabancı dille öğretim mi? Türkiye’de amaç hangisidir? Gençlere yabancı dil mi öğreteceğiz, yoksa yabancı dille öğretim mi yapacağız? Yabancı dil bir araç mıdır, yoksa amaç mı?

Günümüzde üniversite öğrencilerinin en az bir yabancı dil bilmelerinin zorunluluğunu tartışmak gereksiz. Bırakın üniversite öğrencisini, günümüzde herkes konuşacak, okuyup anlayacak kadar bir yabancı dil bilmelidir.

Öncelikle belirtelim ki, dil öğrenmenin yolu, eğitimi yabancı dille yapmak yerine, yabancı dil öğretimine ağırlık vermekten geçer. Avrupa ülkeleri, ilk ve orta öğretimi kendi dilleriyle sürdürürlerken, öğrencilerine bir, hatta birden çok yabancı dili öğretmenin yolunu buldular. Biz de bu konuya o yöntemlerle ağırlık vermeliyiz.

Yabancı dil sorununun, üniversite derslerini yabancı dille okutmak yoluyla çözülmeye çalışılmasının, yarardan çok zarar getireceğini düşünüyorum. Bakın, Talat S. Halman bu konuda ne diyor:
“Türkçe bilim dili olarak o kadar cılız kaldı ki, bilim dünyasının büsbütün gerisine düşmemek amacıyla, yalnızca İngilizce eğitim veren birçok üniversite yaratmamız zorunlu oldu.

Bunların en iyilerinden birinde şu anda ziyaretçi profesör olmak benim için büyük şereftir. Ama Türkiyemizde bilim dilimiz yetersiz olduğu için Fransızca yahut İngilizce eğitim vermek zorunda kalışımızı kabul edemiyorum, bir bakıma affedemiyorum.” 

Ve öneriyor:
“Dili bağdaştırıp birleştirmek, emperyalizmden ve yabancı boyunduruğundan kurtulmak, sonra, ulusal ve evrensel bir kültür ve bilim dili yapmak için ‘milli misak’ … ” (2).

Ben, Türkçe’ nin bilim dili olarak eğitim verilemeyecek düzeyde olduğuna inanmıyorum. Buna bilimadamları da inanmıyorlar. Prof. Oktay Sinanoğlu, “yapısının matematik oluşu” bakımından Türkçe’yi, bilim dili olmaya en elverişli dil olarak görüyor (3). Bilişim devriminin ünlü adlarından Prof. Nicholas Negraponte, Türkçe’nin fonetik özellikleri bakımından, bilgisayar sistemlerinin ideal dili olduğu kanısındadır (4,5). Türkçe’nin bilim dili olma yolunda sahip olduğu olanakları ve Türkçe’nin gücünü sayıp dökmüş pek çok bilimadamı vardır (6).

“Türkçe bilim dili değildir; uluslararası düzeyde bilim yapmak istiyorsak, bu ancak İngilizceyle olur” demek, ancak cahillikle mümkündür. Bir dil yüzde yüz arı olamaz, her dil bir ölçüde melezdir. İngilizce de melezdir, Fransızca da … Bugünkü İngilizce çok büyük ölçüde Yunan Latin ve German kökenli sözcüklerden oluşan bir dildir. Her dilde, özellikle yeni buluşlara ilişkin terimler, yenileri bulununcaya kadar ödünç alınıp kullanılır.  

Eğitimi, gerekçesi ne olursa olsun, Türkçe yapmak yerine egemen dil İngilizce’ ye çevirirseniz, Türkçe’den kaçışı hızlandırmış, Türkçe’yi büsbütün yoksullaştırmış olursunuz. Ve işte o zaman yabancı boyunduruğuna girersiniz.  

Biraz tarihe göz atalım:
1839’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane açıldığında, eğitim dili geçici olarak Fransızca idi; daha sonra, “Osmanlı lisanı üzerine tahsil elbette hayırlıdır” dendi, 1870’te Türkçe eğitime geçildi.

Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat, Osmanlı İmparatorluğu’nda 31 yıl süren Fransızca tıp öğretimi sırasında basılan Türkçe tıp kitaplarının sayısı yarım düzineyi geçmediği halde, Türkçe öğretime geçildikten sonra, 1872-1883 yılları arasında 60 cilt Türkçe tıp kitabı yayımlandığını belirtiyor (7).

Atatürk döneminde, yeni açılan üniversitede öğretim Türkçe yaptırılmış ve yabancı hocaların sözleşmelerine, belirli bir süre sonra Türkçe ders vermeleri koşulu konmuştu. Ord. Prof. Dr. Ernst E. Hirsch’in anılarında bu olgu dile getirilmektedir. Hirsch’in belirttiğine göre iş sözleşmesinin ilgili maddesi şöyledir: “Profesör, üçüncü yıldan sonra derslerini Türkçe olarak vermek için elinden geleni yapmakla yükümlüdür” (8).

Hirsch’ in değindiği çok önemli bir görev daha var: “Özellikle önemli sorunlardan biri de tüm bilim dallarında o güne kadar kullanılagelmiş olan Arapça terimlerin yerine konması öngörülen Öz Türkçe terimleri tartışmak ve tespit etmek. Bu terim tespiti, bütün fakülteleri ilgilendirmekteydi. Ben, Türkçe hukuk bilim dilini öğrendikten sonra, 1941 yazında bu terminoloji komisyonunda çalıştım“(9).  

İstanbul Teknik Üniversitesi’nde okuduğumuz yıllarda Türkiye’ye yeni gelmiş yabancı öğretim üyelerinin dersleri anında Türkçe’ye çevrilirdi; Prof. Horninger gibi yıllanmış hocalar da derslerini kendi dillerinin vurgulamasıyla, ama çok düzgün tümcelerle Türkçe olarak verirlerdi.  

Cumhuriyet’ in kuruluşunda gazetelerde, resmi yazılarda, kitaplarda Türkçe sözcükler yüzde yirmi oranının altındayken bugün yüzde seksenlere ulaşmışsa, bu tür çabalarla ulaşmıştır. Dil kullanıldıkça, işlendikçe gelişecektir.

1970’lerde Üniversitelerarası Kurul, Türkiye’de üniversite dilinin Türkçe olduğunu benimsemiş, hatta Orta Doğu ve Boğaziçi Üniversitelerinin Türkçe eğitime geçmeleri için iki yıllık bir süre vermişti. YÖK Genel Kurulu da, devlet üniversitelerinde yabancı dille eğitim yapan bölümler açılmasına izin verilmemesini kararlaştırmıştı. Bunlar uygulanmayan kararlar oldu.

  

Milli Eğitim Bakanlığı’nın, önce alıp sonra kaldırdığı, “Anadolu Liselerinde Türkçe’ye dönüş” kararı da, Üniversitelerarası Kurul’unki gibi, ilke olarak doğru ve gerçekçi bir karardı. Ancak o günlerde Refahyol Hükümeti’ ne duyulan güvensizlik, “acaba bu okullarda kaldırılan İngilizce yerine yarın Arapça mı gelecek?” kuşkusu ve çocukları o okullarda okuyan velilerin bu çat pat İngilizce’ yi kazanılmış hak olarak görmeleri tepkiler yarattı.

Öte yandan, 33 demokratik kitle örgütü, Milli Eğitim Bakanlığı’nın, Anadolu Liselerinde fen derslerinin Türkçe okutulması yönündeki girişimini desteklediğini aşağıdaki satırlarla bildiriyordu:
“Bazı okullarda eğitim yabancı dille verilirse Türkiye’nin dünya ile daha kolay anlaşacağı, Türkçenin bilim dili olmadığı, İngilizce ile daha iyi bilim yapılacağı gibi görüşler
yanlıştır. Bu görüşler, emperyalizmin sömürge ülkelere dayattığı anlayışın sonucudur. Her ülkede bilim, ancak o ülkenin diliyle yapılabilir. Yabancı dilde eğitim ve öğretim, eğitim bilimine aykırıdır. Bir insan dünyayı en sağlıklı biçimde ancak kendi diliyle algılayabilir ve anlatmak istediğini de en güzel kendi diliyle anlatabilir” (11).

Yabancı dille öğretimin sakıncalarını şöyle sıralayabiliriz:
1.Türkçe’ nin kenara itilmesiyle yabancı dillerin egemenliği artacak, Türkçe bilim dili olmaktan tümüyle çıkarak yozlaşacak ve yoksullaşacaktır. Türkçe bugün, milyonlarca insanın konuştuğu, dünyada en çok konuşulan diller arasında sayılan güçlü, sağlam yapılı bir dildir (10). Bize düşen, Türkçe’ nin korunmasına ve zenginleştirilmesine özen göstermektir. Türkiye, Türkçe konuşan ülkelere yönelik olarak dil konusunda da öncülük görevi üstlenmelidir.
2.Ulusal kültür ulusal dille yakın ilişki içindedir. Dil zayıflarsa kültür ölür.
3.Üniversitelerde yabancı dille eğitimi sürdürecek sayıda ve derecede yetişmiş, yabancı dil bilen öğretim üyesi yoktur. İyi dil bilen iyi öğretim üyesi sayısı, yabancı dilde yaygın bir öğretim için yeterli değildir. Sonuçta eğitim, çat pat yabancı dil konuşan iyi öğretim üyeleri ya da iyi dil bilen -kimi zaman- kötü öğretim üyeleriyle sürdürülmek talihsizliğiyle başbaşa kalacaktır.
4.Üniversite çağına gelmiş öğrencilerin yaşı, yabancı dil öğrenmek için uygun bir yaş değildir. Lise çağı bile bu iş için geçtir. Bu nedenle öğrenme çok yavaş olacak, bir ya da iki yıllık dil hazırlık dersleri, ilerideki bilim ya da meslek derslerinin doğru bir şekilde izlenmesine olanak vermekte yetersiz kalacaktır. Bunun örnekleri bugün yabancı dilde öğretim veren okullarda açıkça görülmektedir.
5.Bilim ve meslek derslerini izleyebilecek düzeyde yabancı dil bilmeyen öğrenci, dersi anlayamayacak, soru sormakta zorlanacak, utanacak, tartışamayacak ve sonuçta en önemlisi, öğrenemeyecektir. Böylece, kendi dilini, bir yabancı dili ve mesleğini ancak yarım yamalak bilen bir kuşakla başbaşa kalacağız.
6.Dil yetersizliği, sonuçta işi, bugün öğretimi İngilizce sürdüren üniversitelerde örnekleri sıkça görüldüğü gibi, derslerin Türkçe anlatılmasına götürecektir. Bugün kimi durumlarda, yabancı öğrencilere yönelik olarak, “aranızda Türkçe bilmeyen var mı?” sorusuna gelen yanıta göre dersler Türkçe olarak sürdürülmektedir.
7.Derslerin tümünün yabancı öğretim elemanlarıyla sürdürülmesine de olanak yoktur. Bu öğretim üyeleri, Türkiye’nin sorunlarının dışında, olanaklarının ötesindedirler. Bu bakımdan eğitimi onlara dayandıramayız.
8.Unat’ ın belirttiği gibi, “Türk öğrencilerine, Türk öğretim üyelerinin Türkçe yerine yabancı dille ders vermesi,
yalnızca öğretimi zorlaştırıcı değil, gülünçtür de.” Rona Aybay’ ın deyişiyle de bu iş, “Türk’ün Türk’e yaptığı
işkencedir”. 
Türkiye’nin sorunlarını birbirimizle İngilizce ya da Fransızca mı tartışacağız?
9.Düşünme eylemi en iyi şekilde anadille oluşur. Bir bilim ve kültür adamı öncelikle kendi anadilini çok iyi bilmeli, çok iyi kullanmalıdır. 

Toplumsal yapının bağlayıcısı anadilidir. Bugün kimi eski sömürge ülkeleri dışında, anadili yerine başka dille ilk ve ortaöğretim yapan ülke pek yoktur. Lisans ve yüksek lisans düzeylerinde ise yabancı dille öğretim oldukça seyrektir.

Dışarıdan, Fransa’dan bir örnek verecek olursak, Fransız Dilinin Kullanılmasına ilişkin Yasa, “Anayasa uyarınca Cumhuriyet’in dili olan Fransız dili, Fransa’ nın kişiliğinin ve ortak değerlerinin temel bir öğesidir”. “Eğitimin, çalışma yaşamının, karşılıklı ilişkilerin ve kamu hizmetlerinin dilidir” diye başlar. Yasanın 11. maddesi, eğitimin, sınavların, yarışmaların, kamu kurumları ile özel kuruluşlarda tez ve bildirilerin dilinin Fransızca olduğunu vurgular. Kısacası, eğitim dilinin Fransızca olduğu, yasanın daha birinci maddesinden başlayarak vurgulanmıştır. Yasa, eğitimin yanısıra reklamlarda, radyo ve televizyon yayınlarında Fransızca’ yı zorunlu kılıyor, yabancı sözcükler kullanılmasını yasaklıyor. Buna karşılık İngilizler’ in de, Fransızların girişimlerine tepki olarak kendi dillerindeki Fransızca sözcükleri ayıklama girişimleri var.

İletişim çağının yaygınlaştırdığı olanaklar ve küreselleşmeyle, bütün diller ve kültürler aynı hastalıklarla karşı karşıya. En yaygın tehlike, Amerikanlaşma ve İngilizce yoluyla tek bir kalıp içinde konuşacak, düşünecek, yaratacak, kültürel çeşitliliği yitirilmiş bir dünyaya doğru gidiş. Bu gidişe karşı, ülkeler boyutunda sürdürülen değişik çabalar var: örneğin, İran’da, Çin’de dükkan ve lokanta gibi yerlere yabancı adlar verilmesi yasaklandı. Yasaklamalarla nereye varılır bilmiyorum, ama biz bütün bu çabaların uzağında, öğretim dilimizi bile Türkçe’ den kaçırıp İngilizce’ ye emanet ediyoruz.  

Türkiye’nin durumuna bakıp umutsuzluğa kapılmamak elde değil… Anadilini doğrudürüst öğrenemeyen bir toplum, şimdi sıçrayıp başkalarının diliyle bilim öğrenmeye kalkışıyor.

 1.Sibel K. Şen, Milliyet, 13.6. 1995.
 2.Talat S. Halman, Türkçe için “Milli Misak”; Türk Dili Dergisi, Sayı  541, Ocak 1997.
 3.Mümtaz Soysal, Dilde Sömürgeleşme, Hürriyet, 30.12.1994.
 4.Emre Aköz, Milliyet, 4.10.1996.
 5.Bizim Gazete, 17.12.1996.
 6.Ayrıntılar için bkz. Rıza Haluk Kul, Kültür Dergisi, Sayı 98, Mart-Nisan 1993.
 7.Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat, Türkiye’de Yabancı Dille Yüksek Öğretim Sorunu, Türk Dili Dergisi Sayı 541, Ocak 1997.
 8.Ernst E. Hirsch, Anılarım (Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi), Tübitak, 1997, s.
215.
 9.A.g.y. s.236
10.Bence bir dili, Çin ve Hindistan örneklerinde olduğu gibi, çok sayıda insan m kullanmakta olması pek de önemli değil. Önemli olan bilim, teknoloji, kültür, ekonomi bakımından gereksinimleri karşılamak üzere öğrenilmek isteği uyandırması.
11.Cumhuriyet, 9.3.1997 .

*Bu bildirinin hazırlanmasında, bildiri sahibinin “Her Şeyin Mimarı Var” adlı kitabındaki “Yabancı Dil Öğretimi mi ? Yabancı Dille Öğretim mi ?” başlıklı yazısından yola çıkılmıştır.