Hoşgörü ve Bağnazlık Kaynak : 01.08.1992 - Yapı Dergisi - 129 | Yazdır

Anılarda Mimarlık bu sayımızda başka bir ustayla, Maruf Önal’la devam ediyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi, yakın dönem mimarlık tarihimize ışık tutan bu anıları ileride bir kitap halinde derlemeyi düşünüyoruz.
Önal, anılarının bir yerinde Akademi yıllarındaki hocası ünlü Alman mimar Bruno Taut’tan da söz ediyor. Türk mimarlık kamuoyunun yakından tanıdığı bir mimar Bruno Taut. 1880’de Königsberg’de doğmuş, 1938’de İstanbul’da ölmüş ve kendi vasiyeti uyarınca İstanbul’da gömülmüş. Önal’ın anlattıklarının da etkisiyle, geçen bayramda Taut’un Edirnekapı Şehitliğindeki kabrini ziyaret ettim. Ziyaret öyküsüne geçmeden önce biraz, Taut’un yaşam macerasına göz atalım.
Taut, Almanya’yı terketmek zorunda kaldığı 1933 yılına değin ülkesinde başarılı mimarlık ve eğitim çalışmaları gerçekleştirerek üne kavuşmuş. Önce 1914’te Köln Werkbund Sergisinde yaptığı cam evle, sonra da, 1918’de Alpler Mimarisi adını verdiği fantastik mimari örneği projeleriyle dikkatleri üzerine çekmiş; 1921’de Magdeburg Şehir Mimarı, 1930-32 arasında da Berlin T.H.sında profesör olmuş. Görüldüğü gibi, başarılı bir meslek çizgisi var. Ancak ne var ki, nasyonal sosyalizmin en azgın dönemindeki baskılar Taut’u ülkesinden ayrılmak zorunda bırakmış. Sılanın ilk üç yılını Japonya’da geçiren Taut daha sonra 1936’da İstanbul’a gelerek Güzel Sanatlar Akademisi’nde hocalığa başlamış.
Genç Türkiye Cumhuriyeti, o tarihlerde Nazilerin baskısıyla başta Almanya olmak üzere, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden uzaklaşmak zorunda kalan bilim ve sanat adamlarına kucak açmış durumda.. Bruno Taut da gelenlerin en ünlülerinden biri.. O tarihlerde Türkiye’ye gelen mimarlar yalnızca hocalık yapmıyorlar, bazı projeler ve yapılar da gerçekleştiriyorlar. Taut da Mimari Bilgisi adlı kitabını yazıp yayımlarken, bir yandan Ankara, İzmir ve Trabzon için okul projeleri çiziyor, bir yandan da Ankara’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi binasının, Ortaköy yamacında da kendi evini gerçekleştiriyor. (Bu ev çok şükür hala ayakta olup Boğaziçi Köprüsünün Ortaköy çıkışında sağ tarafta, taşıdığı açık Japon etkileri ve çizgileriyle, mimariyi görmeyi bilenlerin dikkatini çeker).(1)
Taut’un son mimari işi, büyük Atatürk’ün cenaze töreni için TBMM önünde kurulan katafalkın tasarımı olmuştur.
Taut, Ata’nın katafalkını gerçekleştirdikten bir buçuk ay sonra, 58 yaşında bu dünyadan ayrılıyor. Taut, Öna’lın anlattığı gibi “kendisine kucak açan ülkenin toprağına gömülmek istiyor”

ve bir Musevi ya da Hıristiyan mezarlığına gömülmek yerine, İstanbul’daki Edirnekapı Şehitliğini seçiyor.
Gelelim Taut’un kabrine.. Kabrin yerini Edirnekapı Şehitliğinin bir yöneticisine sordum. Bizden birinden söz eder gibi: “Siz Bruno’nun mezarını soruyorsunuz” dedi. “Ayrıca burada yatan bir de Çinli vardır”… Nedense o anda Çinli ile ilgilenmek gereğini duymadım; oysa onun da ilginç bir öyküsü olabilirdi..
Güzel Sanatlar Akademisi hocalarından mimar Arif Hikmet Holtay’ın yaptığı kabir son derece sade. Musevi geleneğine uygun büyükçe bir mermer kapaktan ibaret. Zamanla oturmalar olduğu için kapak şimdi biraz eğri duruyor. Üzerinde, çok sade bir şekilde oyulmuş
“BRUNO TAUT
4. V.1880 – 24. XII. 1938″
yazısının yanı sıra çevresi oyulmuş bir de ayak izi var. Ayak izi merakımı çekti. Prof. Kemali Söylemezoğlu ve Prof. Kemal Ahmet Aru bunun, Taut’un etkilendiği Japon felsefesi ve gelenekleriyle ilgili olabileceğini söylediler. Yetinmeyerek, Japon dostlarıma sordum. Böylesine bir dinsel simgenin Şinto’da da Budizm’de de bulunmadığını belirttiler. Ayak izi şimdilik bir bilmece olarak duruyor.
Modern mimarlığın ilk taşlarını koyanlar arasında yerini alarak dünya mimarlık tarihine geçmiş ünlü mimar Taut’un gerçek ve belki de bir bakıma hazin öyküsü işte böylece İstanbul’da bir Türk mezarlığında noktalanmış. Bu, hiç kuşku yok, Türk hoşgörüsünün sayısız örneklerinden biridir: Şehitlikte bir Alman ve bir Çinli.
Bu olayla başka bir güncel olay arasında paralellik kurabiliriz. İspanya’dan kovularak canlarını kurtaran Safaradların Türkiye’ye göçlerinin 500. cü yıldönümü geçtiğimiz ay içinde törenlerle kutlandı. Daha Ortaçağ’ın sonlarında. 1492’de, ırkları, dinleri ne olursa olsun, zor durumda olan binlerce yabancıya kucak açan Türk toplumu, Türkiye’yi ikinci yurdu bilmiş ünlü bir mimara, 20. yüzyılda, laik Türkiye Cumhuriyeti döneminde mezarlığının kapısını mı açmayacaktı?
Şimdi akla başka bir soru geliyor:
Ünlü mimarın vasiyeti farklı olsaydı ve Almanya’da gömülmeyi isteseydi, acaba birinci yurdu Almanya, Nazilerin en azgın dönemi olan ikinci Dünya Savaşının hemen arifesinde cenazesini kabul eder miydi?

Sevgi ve Saygılarımızla,
Doğan HASOL
(1) Bu eve ve B. Taut’a ilişkin daha geniş bilgiyi YAPl’nın 13. sayısında bulabilirsiniz.