Hoşgörü ve Bağnazlık |
Kaynak :
01.08.1992 -
Yapı Dergisi - 129
|
![]() |
Anılarda Mimarlık bu sayımızda başka bir ustayla, Maruf Önal’la devam ediyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi, yakın dönem mimarlık tarihimize ışık tutan bu anıları ileride bir kitap halinde derlemeyi düşünüyoruz. |
ve bir Musevi ya da Hıristiyan mezarlığına gömülmek yerine, İstanbul’daki Edirnekapı Şehitliğini seçiyor. Gelelim Taut’un kabrine.. Kabrin yerini Edirnekapı Şehitliğinin bir yöneticisine sordum. Bizden birinden söz eder gibi: “Siz Bruno’nun mezarını soruyorsunuz” dedi. “Ayrıca burada yatan bir de Çinli vardır”… Nedense o anda Çinli ile ilgilenmek gereğini duymadım; oysa onun da ilginç bir öyküsü olabilirdi.. Güzel Sanatlar Akademisi hocalarından mimar Arif Hikmet Holtay’ın yaptığı kabir son derece sade. Musevi geleneğine uygun büyükçe bir mermer kapaktan ibaret. Zamanla oturmalar olduğu için kapak şimdi biraz eğri duruyor. Üzerinde, çok sade bir şekilde oyulmuş “BRUNO TAUT 4. V.1880 – 24. XII. 1938″ yazısının yanı sıra çevresi oyulmuş bir de ayak izi var. Ayak izi merakımı çekti. Prof. Kemali Söylemezoğlu ve Prof. Kemal Ahmet Aru bunun, Taut’un etkilendiği Japon felsefesi ve gelenekleriyle ilgili olabileceğini söylediler. Yetinmeyerek, Japon dostlarıma sordum. Böylesine bir dinsel simgenin Şinto’da da Budizm’de de bulunmadığını belirttiler. Ayak izi şimdilik bir bilmece olarak duruyor. Modern mimarlığın ilk taşlarını koyanlar arasında yerini alarak dünya mimarlık tarihine geçmiş ünlü mimar Taut’un gerçek ve belki de bir bakıma hazin öyküsü işte böylece İstanbul’da bir Türk mezarlığında noktalanmış. Bu, hiç kuşku yok, Türk hoşgörüsünün sayısız örneklerinden biridir: Şehitlikte bir Alman ve bir Çinli. Bu olayla başka bir güncel olay arasında paralellik kurabiliriz. İspanya’dan kovularak canlarını kurtaran Safaradların Türkiye’ye göçlerinin 500. cü yıldönümü geçtiğimiz ay içinde törenlerle kutlandı. Daha Ortaçağ’ın sonlarında. 1492’de, ırkları, dinleri ne olursa olsun, zor durumda olan binlerce yabancıya kucak açan Türk toplumu, Türkiye’yi ikinci yurdu bilmiş ünlü bir mimara, 20. yüzyılda, laik Türkiye Cumhuriyeti döneminde mezarlığının kapısını mı açmayacaktı? Şimdi akla başka bir soru geliyor: Ünlü mimarın vasiyeti farklı olsaydı ve Almanya’da gömülmeyi isteseydi, acaba birinci yurdu Almanya, Nazilerin en azgın dönemi olan ikinci Dünya Savaşının hemen arifesinde cenazesini kabul eder miydi? Sevgi ve Saygılarımızla, |