İnşaat Sektörü ve Konut Kaynak : 01.10.1992 - Yapı Dergisi - 131 | Yazdır

Türkiye’de inşaat sektörü belli zaman aralıklarıyla kıtlık ve bolluk dönemleri yaşar; Adeta yedi yıl kıtlık yedi yıl bolluk öyküsündeki gibi. Toplu Konut Fonu’nun kurulması ve konut yapımının özendirilmesiyle, 1984’ten sonra hız kazanan sektör son birkaç yıldan beri yine bir durgunluğun içinde ..
Yıllardan beri süren enflasyon baskısı, mevduat ve kredi faizlerinin yüksekliği gibi etkenler konuta yatırım üzerinde caydırıcı etkilerini sürdürmektedir. Konut Fonu gelirlerinin önemli oranlarda başka alanlara aktarılması (örn. bütçeye) ve enflasyon karşısında zaten erimiş ve yetersiz hale gelmiş olan konut kredilerinin daha da azalması yukarıdaki caydırıcı etkenlere eklenerek durgunluğu daha da körüklemiştir.
Bilindiği gibi, Türkiye’de inşaat sektörü konuta bağımlıdır; konut yatırımları inşaat yatırımlarının en büyük bölümünü, yüzde 75-80’ini oluşturur. Bu oran, konut yatırımlarının arttığı dönemlerde inşaat sektörünün canlandığını, azaldığı dönemlerde de kıtlığın başladığını göstermektedir.
Türkiye gibi, nüfus artış hızı yüzde 2.2’lerde dolaşan, şehirleşme hızı inanılmayacak yükseklikte olan bir ülkede konut için ciddi politikalar uygulanması kaçınılmazdır. Oysa planlı kalkınma sürecinin benimsendiği yıllardan beri uygulanan konut politikalarının hiçbiri ne yazık ki başarılı olamadı.
Devlet Planlama Teşkilatı, kurulduğu yıllarda konutu verimsiz bir yatırım olarak görerek, işin sosyal boyutunu gözardı etmiştir. Neyse ki daha sonraki dönemlerde bu görüş değişikliğe uğramış, ancak bu alanda yapılması gerekenler hiçbir zaman yine de tam olarak yapılmamıştır.
Artık Türkiye’de konutla ilgili olarak, herkesin üzerinde birleştiği ilk saptama şudur: “Türkiye hızlı bir şekilde konut inşa etmek zorundadır”.
Nüfus artışı halen -ne yazık ki- bütün hızıyla sürüyor. Kentlere göç ise ekonomik ve sosyal nedenlerin yanı sıra günümüzde artık, güvenlik nedeniyle de giderek artmaktadır. Büyük şehirlere gelen insanlara insanca barınma olanaklarının sağlanması bir devlet görevi olarak karşımıza dikiliyor.
Yıllardan beri büyük şehirlere göçün düzenlenmesi yolunda Hükümetlerce ciddi girişimlerde bulunulmadı. Göç adeta özendirildi. Toprağın yağmalanmasına göz yumuldu, oy deposu olarak görülen gecekondu mahalleleri her partiden politikacılar tarafından adeta teşvik edildi. Ardından tapu dağıtmalar, tapu tahsis belgeleri, imar islah planları, imar afları…
Kente yeni gelenler, oturabilecekleri konutu kolayca bulamıyorlarsa, kısa sürede, evlerini yapabilecekleri, altyapısı hazır arsayı göstermek ve gereken teknik bilgi desteğini kendilerine vermek zorundayız. Devletin kaçınılmaz görevleri arasında olan bu iş yapılmazsa, bu insanlar kente geldikleri ilk günden “kente karşı suç”a itilecekler ve gecekondularını yaparak -şimdi olduğu gibi- başlarının çaresine bakacaklardır. Bu nedenle, kendi evini yapana yardım ve çekirdek konut çok ivedi bir çözüm olarak ele alınmalıdır.
Unutulmamalıdır

ki, inşaat sektörünün ele avuca sığmaz parçaları olan gecekondu da, kaçak yapı da kaynak kullanılarak inşa edilmektedir. Ancak çarçabuk, ilkel tekniklerle, herşey israf edilerek, ve en önemlisi toplumsal sorunların potansiyel odağı olarak..
Her yıl yaklaşık 400 bin konuta gereksinme duyulan bir ülkede gereksinmenin yarısı kadar konut yapılabiliyorsa ve inşaat sektörü bir durgunluğun içindeyse, tesisler tam kapasiteyle çalışamıyorsa, bunlardan bazıları kapanıyorsa bu işte ciddi bir çarpıklık var demektir.
Kendi evini yapana yardım çözümü kuşkusuz geçici bir çözümdür. Ciddi çözüm kim için, nerede, ne kadar, hangi kaynaklarla, hangi teknolojiyle, ne tür konut yapılacağının saptanmasından geçiyor. Yukarıdaki sorulara bakıldığında sorunun yalnızca parasal olmadığı kolayca görülebilir. Arsayı ve altyapıyı üretmeden, standartları ve teknolojiyi çağdaş hale getirmeden sağlanan parasal kaynaklar neye yarar? Soruna yalnızca para gözlükleriyle bakmanın nasıl bir yarar sağladığına, o gözlükleri çıkarıp tekrar tekrar bakmak gerekir.
Şimdi enflasyon ve faizler nedeniyle inşaat ve konut, ekonomik çekiciliğini yitirmiş gibi görünüyor. Toplu Konut İdaresi’nin bu aşamada, başlanmış fakat bitirilememiş binlerce konutun bitirilmesini desteklemek yolundaki çabaları çok olumludur. Ancak ülke çapında geleceği planlamak çok daha önemlidir.
Durgunluk yalnızca konut alanında değildir. Ekonomik göstergeler son yıllarda tarım ve endüstrinin gayrisafi milli hasıladan giderek daha az pay aldıklarını gösteriyor. Ancak bu durumun bir süre sonra ister istemez değişmesi beklenmelidir. Durgunluk dönemini “konut” için toparlanma zamanı olarak kullanıp bu duraklamadan yararlanamaz mıyız? Kıt kaynakların daha iyi, daha planlı kullanılması gerektiği unutulmamalıdır.
Hükümet ve yerel yöretimler bu konuda iyi çözümler üretmemekten kaynaklanan başarısızlıklarını politik ödünlerle kapatmaktan vazgeçip bir an önce birbirini tamamlayan ciddi hazırlıklara girmelidirler. Kapatılan İmar ve İskan Bakanlığı yerine kurulması tasarlanan Şehircilik Bakanlığı hala kurulamamıştır.TÜBİTAK Yapı Araştırma Enstitüsü kapatılmıştır. Üniversitelerin bu konudaki çalışma ve araştırmaları yetersizdir. Bugün konutla ilgili araştırma yapan hiçbir kuruluş yoktur Türkiye’de. Arsa üretimi konusunda ciddi bir gelişme yoktur. Ülke çapında planlama düşüncesinin Hükümeti ve yerel yönetimleri pek ilgilendirmediği görülmekte, amacın hala politik boyutuyla yalnızca günü kurtarmak ve oy depolarına şirin görünmek olduğu anlaşılmaktadır.
İnançsızlık ve halk dalkavukluğu kentlerimizin gecekondu ve kaçak yapılarla boğulmasına, tarihin ve kültürel değerlerin yok olmasına göz yumuyor; hatta bu yoldaki girişimleri yüreklendiriyor. İşte yeni bir örnek: İmar affı hazırlıkları, söylendiğine göre, Başbakan’ın karşı çıkmasına rağmen, şimdi yeniden gündemde. Kente karşı suç kavramının oluşturulmaya çalışıldığı bir dönemde ne hazin bir çelişki.