İlkeler.. (Ben de Yüzyılın Seçkin Avrupalısıyım (!) – Le Corbusier İlkeleri ve Deprem – Binalara Mimar Plaketi ) Kaynak : 01.06.2000 - Yapı Dergisi - 223 | Yazdır

BEN DE YÜZYILIN SEÇKİN AVRUPALISIYIM (!)
Geçenlerde gazetelerde, Çelik Gülersoy’un en seçkin 500 Avrupalı arasında yer aldığına ilişkin haberler vardı. Önce Cumhuriyet’teki haberi aktaralım:

“Yıl sonuna doğru yayımlanacak Baron’s Who is Who ansiklopedisinde yer alan 500 üst düzey Avrupalı içinde, devlet adamları, bilim adamları ve sanatçılar arasında Türkiye’den Çelik Gülersoy’a yer verildi.”

“Amerika’nın önde gelen üniversitelerinin bir başvuru kaynağı olmakla ünlü ‘Baron’s Who is Who’ ansiklopedisi, bu yüzyılın en başarılı 500 Avrupalısını saptadı.”

“Listeye giren çeşitli mesleklerden isimlerin ortak özelliği olarak sırası ile ‘kendi alanlarında genel kabul gören ve hayranlık uyandıran başarılara imza atmış olmalarının yanında, 21. yüzyıla ışık tutacak bir nitelik ve düzeye de erişmiş olmalarının’ esas alındığı belirtildi.”

Daha sonra aynı habere, Milliyet’te Melih Aşık kendi sütununda yer verdi.

Birkaç gün sonra da Milliyet’te bu kez Prof. Ekmeleddin İhsanoğlu ile yapılan bir röportajla bağlantılı olarak yine bu konu gündeme geliyordu. İhsanoğlu da Baron’s Who is Who tarafından, “Yeni yüzyılda önde gelen 500 şahsiyet arasında gösterilmiş.”

Ben, doğrusu, bu haberlere çok sevindim… Çelik Gülersoy adına ya da Ekmeleddin İhsanoğlu adına değil -belki biraz egoistçe bulacaksınız ama- kendi adıma.. Çünkü övünmek gibi olsa da söylemek zorundayım: ben de “Yüzyılın en başarılı 500 Seçkin Avrupalısından biriyim.” “Bu da nereden çıktı?” demeyin. Baron’s Who is Who bana da, anılan ansiklopedide bir tam sayfa ayrıldığını bildiren bir yazı gönderdi. Kabul etmem halinde, öz geçmişim ve fotoğrafım bu özel baskıda bir tam sayfa olarak yer alacak. Bunun için yazıyla birlikte gönderdikleri ödeme formunu doldurmam gerekli ve yeterli. Formu doldurarak, içinde yer alacağım “The Europe 500-Leaders for the New Century” (Avrupa 500-Yeni Yüzyılın Liderleri) adlı kitabın bedelini baştan göndermem gerekiyor.

Kitabın iki çeşit baskısı var. Lüks baskılı olanının hediyesi 895 ABD doları (yaklaşık 560 milyon TL). Bu baskıya güzel bir ad da bulmuşlar: “The Harvard Edition”… Aslında işin Harvard Üniversitesi ile hiçbir ilişkisi yok. Şayet bu lüks baskılı cildi alırsam yanında ek olarak, üzerinde adımın güzel bir elyazısıyla yer alacağı, yaldızlı bir belge de verecekler. “Yok, bu lüks baskı çok pahalı” dersem, çareler tükenmiyor: kitabın daha ucuz bir baskısı var. Bu baskının ve yanı sıra verilecek daha mütevazı ödül belgesinin ederi bu kez yalnızca 395 dolar (yaklaşık 250 milyon TL). İşte böyle.. Bu paraları ödersem ben de seçkin Avrupalılar arasındaki seçkin yerimi alacağım.

“Who is Who?”, “Kim Kimdir?” türünden insan katalogları, yayıncılıkta çok yaygın bir ticaret yoludur. Baron’s Who is Who, Türkiye’den, daha başka kişileri de katılmaya çağırmıştır kesinlikle.. Zaten bana gelen yazıyla birlikte gönderilen bir formu doldurarak başkalarını da önermem istenmiş. Anlaşılan o ki, Sayın Gülersoy ve Sayın İhsanoğlu bu işi gereğinden fazla ciddiye alarak basına duyurmuşlar.

Yıllar önce, dış dünyada para karşılığında verilen ödülleri yazmıştım (1). Teknoloji üretiminde hiçbir iddiası ve etkinliği olmayan Yapı-Endüstri

Merkezi’ne bir tarihte, İspanya’da bulunan bir kuruluş tarafından “Teknoloji Ödülü” önerilmişti. Bu tür ticari girişimler gerçek ödüllerin değerini aşındırıyor. “Baron’s Who is Who?”nun kataloğunda yer almak da biraz o ödüllerdeki duruma benziyor. Gülersoy’un da, İhsanoğlu’nun da buna hiç gereksinmeleri olmadığını hepimiz biliyoruz.

LE CORBUSIER İLKELERİ VE DEPREM
Le Corbusier’nin “Yeni Mimaride Beş Nokta”sı 1925 yılında Modern Mimarinin ilkelerini açıklıyordu.

* Zemin katının serbest düşey taşıyıcılar (pilotiler) kullanılarak boşaltılması (doğa böylece yapının altında da sürekliliğini koruyacaktır),
* Çatıda serbest alan (teras çatı, çatı bahçesi),
* Serbest plan, yani taşıyıcı sistemle bölme sisteminin birbirinden bağımsız olduğu plan,
* Serbest cephe, yani taşıyıcı sistemle dış duvarların ve bölmelerin birbirlerinden bağımsız oldukları cephe,
* Taşıyıcı iskeletin dış duvarlardan bağımsız duruma getirilmesiyle bant pencereler.

Bu ilkeler çok gerilerde kalmış olsa bile, bir bölümü dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de de uygulandı. Ancak Kocaeli ve Düzce depremlerinin ardından gelen tartışmalar arasında, yukarıdaki ilkelerin de deprem açısından kuramsal olarak tartışılıp irdelenmesinin yararlı olabileceğini düşünüyorum.

Deprem mühendisleri, yalnızca serbest düşey taşıyıcılar yani kolonlar kullanılarak bir katın boşaltılmasından hoşlanmıyorlar. “Yumuşak kat” diye tanımladıkları bu tür katların deprem tehlikesine maruz bölgelerde yapılmamasını istiyorlar. Bu bakımdan Le Corbu’nün ünlü pilotileri deprem bölgelerinde uygun bir çözüm olamıyor. “Çatıda serbest alan” bizde özellikle teras çatılarda uygulanma olanağı buldu, ancak yalıtım tekniğinin ve malzemelerinin o yıllarda yeterince gelişmemiş olması bu yapıların özellikle de devlet kurumlarınca 1960’lı yıllarda aforoz edilmeleriyle sonuçlandı. Özel kesimde ise rant bakımından kıymeti harbiyesi olmayan açık terasların yerini giderek teras katları aldı. Çatı bahçesi ise, ülkemizde pek uygulanmadı. Deprem mühendisleri “çatı bahçesi”ne de karşılar.. Betonarme döşemenin üzerine bir toprak yükü getirilmesini istemiyorlar.

Serbest Plan uygulamaları, deprem güvenliği bakımından büyük bir sakınca oluşturmuyor. Serbest Cephe de öyle.. Ancak yapılması istenen deprem perdeleri ve yapılmaması istenen konsollar serbest plan ve serbest cephe uygulamasını zedeler nitelikte. Aslında bizde gerçek serbest plan uygulamaları pek yapılamadı. Betonarme iskelet sistemi, yığma sistemden gelen alışkanlıklarla duvarlarla bütünleştirilerek kullanıldı. Örneğin, betonarme kolonların arasına ağır duvarlar örüldü. Bu uygulama, deprem riski taşımayan bölgelerde yalnızca, duvarların yapıya getirdikleri yük bakımından sakıncalıydı. Ne var ki, yatay yüklerin söz konusu olduğu, depreme maruz yörelerde betonarme sistemin sünekliğini ortadan kaldırmaları ciddi bir olumsuzluk yarattı. Bu uygulama ayrıca, duvarları olmayan katları, göreceli olarak “yumuşak katlar” haline getirdi.

Bant Pencereler ise, mühendislerin “kısa kolon oluşturulmaması” doğrultusundaki tavsiyelerine takılıyor. Çünkü bu kez cephedeki kolonların arasına bant pencere oluşturacak şekilde örülen, örneğin pencere etekleri, kısa kolon oluşmasına yol açıyor. Doğal ki, duvarkolon birleşmelerinde alınacak kimi önlemlerle kısa kolon oluşması önlenebilir, bu sakınca aşılabilir ama, Türkiye’de kimse özel çaba gerektirecek uygulamalardan hoşlanmıyor.

İşte, Le Corbusier ilkelerinin deprem mühendisliği karşısındaki durumunun kısa bir özeti..

Deprem mühendisliği, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de oldukça yeni.. Bu nedenle yapılara girmesi çok gecikti ve yetersiz yönetmelikler, yetersiz yöntemler, yetersiz projeler ve kötü uygulamayla çok büyük bir çürük yapı stoğunun birikmesine yol açtı. Bir yandan, bu yapı stoğunun ne kadarının hangi önlemlerle iyileştirilerek kurtarılabileceği düşünülürken, bir yandan da deprem güvenliğini sağlayacak daha hafif, daha sünek yapılar için yeni yapım teknolojilerine eğilmek gerekiyor.

BİNALARA MİMAR PLAKETİ
Mimarlar Odası Merkez Yönetim Kurulu kararıyla, inşaatı biten binaların üzerinde “mimarın adı” yazılı olan bir “plaketin” bulunması kuralı yurt düzeyinde yürürlüğe konuldu. Böylece, Fikir ve Sanat Eserleri Yasası’nın 15. maddesiyle mimarın isteğine bırakılan, Kültür ve Tabiat Varlıklarnı Koruma Yüksek Kurulu’nun da 5 Kasım 1999 gün, 660 sayılı kararıyla kültür varlıkları için öngörülen, “binalarda mimarının kimliğini açıklayan bir belgenin bulunması” ilkesi, bu kez Mimarlar Odası kararıyla yurt düzeyinde yürürlüğe konmuş oluyor.

Bu, güzel bir uygulama.. İşverenler yapılarını mimara yaptırırlarsa ve sonra da uygarca bir anlayış gösterirlerse binalara böyle bir plaket konur ve herkes o binanın hangi mimarın tasarımıyla gerçekleştirilmiş olduğunu görür. Yine bu uygulama belki toplumumuza, binaların tasarımının mimarlarca yapılması gerektiğini öğretir ya da anımsatır. Uygulamanın yararlarını uzun boylu anlatmaya gerek yok. Geçenlerde Şişli Belediyesi’nin, Mimar Vedat Tek’in Nişantaşı’ndaki evinin cephesine bu anlamda bir plaket takmasının ülkemiz için iyi bir örnek oluşturacağını düşünübeliriz. Bu satırları yazarken, Rio de Janeiro’da bindiğimiz bir taksinin şoförünü anımsadım. Yol boyunca bize Oscar Niemeyer’in binalarını tek tek göstermiş, bildiği kadarıyla özelliklerini anlatmıştı. O yapıların üzerinde mimar plaketi var mıydı bilmiyorum, ama orada mimarlık, toplumun günlük yaşamına kadar girmişti. Şoför, Niemeyer’in yapıtlarından kendi toplumuna, hattâ kendisine pay çıkararak gururlanıyordu.

Binalara plaket konulması konusundaki bir TV haber programında duyduklarımı burada sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir muhabir, Mimarlar Odası Başkanı Oktay Ekinci’yle bu konuyu konuşurken şöyle diyordu: “Mimarlar Odası binalara zorunlu olarak mimar plaketi konması için bir karar aldı. Bundan böyle mimarlar daha büyük sorumluluk taşıyacaklar.. O çirkin binaları kimlerin yaptığı ortaya çıkacak”.. Söylenenler kelime kelime belleğimde kalmadı ama lâfın özeti tam olarak bu.. Oktay Ekinci, bu sözlere hiç itiraz etmediği gibi, neredeyse aynı görüşü paylaşır gibi konuştu. Sanki amaç iyi binaları yapanları ödüllendirmek değildi de kötüleri sergilemekti.

Sevgili Ekinci’nin korumacılık doğrultusundaki çalışmalarını takdirle izliyoruz, ama Mimarlar Odası Başkanı’ndan beklentimiz, yalnızca geçmişin korunması yolundaki çabalar olamaz. Bugünün mimarlığının korunması konusundaki çabaların önemi de gözardı edilmemeli.

(1) Bkz. D. Hasol, Hayalî Ödüller, Her Şeyin Mimarı Var, s. 31, YEM Yayın, 1998.