| İnşaat Sektörü.. Mehter Adımı |
Kaynak :
01.08.2000 -
Yapı Dergisi - 225
|
Yazdır
|
|
10 Nisan 2000 günü bir “kanun hükmünde kararname” çıkarılmıştı: “Yapı Denetimi Kararnamesi”.. Yapım sektörünü düzenlemeyi amaçlıyordu: “Yapıda can ve mal güvenliğini sağlamak, kaynak israfına neden olan plansız, kontrolsuz ve kalitesiz yapılaşmayı önlemek, çağdaş norm ve standartlarda yapı üretmek ve bunun için yapı denetimini sağlamak, yapı hasarı nedeniyle zarara uğrayan kişilerin haklarını korumak ve doğabilecek zararların tazminini sağlamak.” Amaçlar güzeldi, ama getirilen sistem tutarsızdı. Kararnamede sıralanan bütün bu amaçlara, kurulması öngörülen “Yapı Denetim Kuruluşları” aracılığıyla ulaşılabileceği sanılıyordu. Projeleri, hesapları yapanlar, uygulamayı yürütecek olanlar tümüyle gözardı edilmiş, getirilmesi öngörülen polisiye sistemle herşey denetim kuruluşlarına bırakılmıştı. Üç ay içinde, denetim kuruluşları Bayındırlık ve İskân Bakanlığı’nın öngördüğü düzende kurularak çalışmaya başlayacaklardı. Aynı sürede sigorta düzeni de kurulacaktı. Ve böylece herşey yoluna girecekti. KHK’ye göre yapılarımız bundan böyle depreme dayanıklı olarak inşa edilecek, ufak tefek kazalar olursa bunları da sigortalar tazmin edecekti. Sistemin, yukarıda da belirttiğimiz gibi üç ay içinde yani 10 Temmuz 2000 gününe kadar işlerlik kazanabileceği düşünülmüştü. Hattâ verilecek yeni yapım ruhsatlarını “denetim düzeni”nden kaçırmamak için, pilot olarak seçilmiş 27 ilde ve onlara bağlı ilçelerde özel yapılara üç ay süreyle ruhsat verilmesi yasaklanmıştı. Ruhsat işlemlerinin durdurulması, milli eğitimin sorunlarını çözmek için okulların kapatılmasını andırıyordu. Üç aylık durdurma, zaten 1998 ortalarından beri ciddi bir ekonomik bunalımın içinde olan inşaat sektörü için yeni bir darbe oldu. En etkin olması gereken bir dönemde sektör yalnızca, inşaat için en elverişli üç ayı yitirmekle kalmadı, -sporcu deyişiyle- sezonu kapatmış oldu. Bir tepki kararnamesiydi çıkarılan. Kocaeli ve Düzce depremlerinin ortaya koyduğu feci tablo, toplumda büyük bir tepki yaratmıştı. Yıllardan beri duyarsızlıklarını, hattâ aymazlıkları nı koruyan, gecekondu ve kaçağı özellikle seçim malzemesi yaparak yüreklendiren, gecekondu ve imar (kaçak) aflarını çıkarma yarışında birbirlerini sollamaya çalışan politikacılarda bu tepki karşısında biraz kendilerine gelir gibi olmuşlardı. İşte bu karmaşık ortam içinde telâşla getirilen sistem kuşkusuz bir tepki sistemi olacaktı. Oysa, bugüne değin çıkarılan hangi tepki yasası Türkiye’ye yararlı olmuştu? İşte YÖK yasası, işte Dernekler Yasası.. Bayındırlık ve İskân Bakanlığı, “gelsin, kanun hükmünde kararname!” dedi ve kararname geldi. Bunu, sistemi tamamlamak için çıkarılan uygulama yönetmeliği ve yeni bir kararname (601 sayılı, Mühendislik ve Mimarlık hakkında Kanun ile TMMOB kanununda değişiklik yapılmasına dair KHK) izledi (1). Ne var ki, aradan geçen üç ay içinde sistem kurulamadı. “Yapı Denetim Şirketleri” kurulamadı; Bakanlık ve Hazine Müsteşarlığı emriyle getirilen “zorunlu mali sorumluluk sigortası” da sigortacılık sistemine oturmadığı için askıda kaldı. Geçen sürede, izin belgesi almak için yalnızca iki yapı denetim şirketinin Bakanlığa başvurduğu söyleniyor. 10 Temmuz’a yaklaşan günlerde gidişat belli olmuştu: 595 sayılı KHK üç aylık sürede işlerlik kazanamayacaktı. Sürenin uzatılacağı söylentileri yayıldı. Hattâ ruhsatların durdurulmasının Hükümetin uygulamakta olduğu ekonomik istikrar politikasıyla, enflasyonun frenlenmesiyle bağlantılı olduğu bile söylendi. 10 Temmuz gelip çattığında. Hükümet kanadında “tıs” yoktu. Belediyeler ruhsat talepleri karşısında birkaç günlük şaşkınlığın ardından 10 Nisan öncesi düzenine göre ruhsatları vermeye başladılar. Kısacası, şimdi herkes bildiğini okuyor… Eski hamam eski tas. Kargaşanın daha uzun zaman devam edeceği, Bayındırlık Bakanlığı’nın getirdiği sistemin daha uzun zaman işlerlik kazanamayacağı anlaşılıyor. Bütün bu olacakları, getirilen sistemdeki tutarsızlıkları 595 sayılı KHK’nin Resmi Gazete’de yayımlanmasından hemen sonra yazmıştım. (Bkz. YAPI 222, Mayıs 2000). Sonucu bir kez de yaşayarak görmüş olduk. Bayındırlık Bakanlığı’nın meslek kuruluşlarını dışlayarak, benbilirimci bir anlayışla hazırlayıp dayattığı kararnamenin kaderi de, hiç kuşku yok, tarihimizde benzerleri çok olan tepki yasalarının talihsiz kaderini andırır bir çizgi izleyecektir. Bakanlık yetkilileri hep şu sorunun ardına sığınıyorlar: “Siz yapıda denetim”e karşı mısınız? Doğal ki karşı değiliz; Türkiye’de aklıbaşında hiç kimse, hiçbir aklıbaşında denetime karşı olamaz. Ama her şey yalnızca denetimle bitmiyor ki.. |
Tepki olarak getirilen düzen, koskoca sektör içinde yalnızca eski TUS’u (Teknik Uygulama Sorumluluğunu) kişilerden alıp daha geniş, ama tartışılabilir yetkilerle donatılmış, sermayesinin yalnızca yüzde 51’i uzman mühendis ve mimarlara, gerisi meslek dışı kişilere ait olabilen şirketlere veriyor. Yapı üretim süreci (zinciri) bir yana itilmiş, yalnızca, istismara çok açık, sağlıksız bir denetimden medet umuluyor. Projeyi, uygulamayı yapanların adı okunmuyor. Ölü doğan bir sistemi işletmek çok zor olacak. İşin doğrusu, inşaat üretiminde rol alan herkes, mimar, mühendis, müteahhit, malsahibi (özel ve kamu) kurulacak düzgün bir sistem içinde kendi görev, yetki ve sorumluluğunu üstlenmeli. Sigorta da, “zorunlu mali sorumluluk sigortası” değil, gelişmiş ülkelerde uygulandığı türden “mesleki sorumluluk sigortası” olmalı.
(1) 601 sayılı KHK ile de mimarlar ve mühendisler için bir uzmanlık sistemi getirildi. Özellikle genç mühendis ve mimarları bu mesleği seçtiklerine pişman edecek bir sistem. KORSANLIKTAN DA BETER Bir kuyumcu titizliğiyle yıllarca sürdürdüğüm bir çabanın, göz nuru ve emeğin haksız olarak alınıp kullanılması karşısında hayrete düşüyorum. Anılan sözlüğü, başlangıcı 1970’li yıllara dayanan uzun, titiz bir çalışma sonucunda hazırlamıştım. İlk baskısı YEM Yayınları’nca 1993 yılında çıkarılmıştı. Bu ilk baskı, merkezi Paris’te bulunan ünlü yayınevi Le Moniteur’ün dikkatini çekmiş, anılan yayınevi kitabı 1997’de, doğal ki benim adımla ve bir telif hakkı sözleşmesiyle “Architecture et Bâtiment – Architecture and Building” adıyla İngilizce-Fransızca/Fransızca-İngilizce olarak Fransa’da yayımlamıştı. Türkiye’deki ilk baskı tükenince YEM Yayınevi, yeniden gözden geçirip geliştirdiğim sözlüğün ikinci baskısını 1998’de çıkardı. Akdeniz Tanıtım A.Ş. adlı firmanın, web sitesine haksız olarak aktardığı sözlük bu ikinci baskı. Dilerseniz, biraz Akdeniz Tanıtım A.Ş.’yi tanıyalım. Bu şirket, Yapı-Endüstri Merkezi’nde çalışan dört kişi tarafından, daha görevde oldukları sırada, çalıştıkları kuruluşun bilgisi dışında, onun etkinliklerine benzer çalışmalar yapmak üzere kurulmuş. Bu kişiler daha sonra Yapı-Endüstri Merkezi’nden ayrılarak, YEM’in yıllardan beri düzenlediği Yapı Fuarlarının küçük ölçekli benzerlerini, aynı adı, hattâ aynı logoyu kullanarak yapmak yoluna gittiler. Yapı-Endüstri Merkezi, ad ve logonun haksız yere kullanımı ve marka hakları konusunda kendilerini defalarca uyardıysa da olumlu bir sonuç elde edemedi. Sonuçta dava açtı. Mahkeme davada Yapı-Endüstri Merkezi’ni haklı buldu ve “marka kullanma hakkına ve ticaret unvanına tecavüz edildiğinin saptandığına; tecavüzün önlenmesine;” “davalının “YAPI” ve “YAPI FUARI” ibarelerini kullanarak fuar ve tanıtım, reklam ve benzeri etkinlik düzenlemesinin önlenmesine” karar verdi. Bu kez sıranın benim yapıtıma geldiği anlaşılıyor. Son olay, daha önceki haksız kullanım girişimlerinin yeni bir halkası ve yitirilen dava karşısında çaresiz çırpınışlardan kaynaklanan bir öç alma davranışı gibi görünüyor. Yukarıda da belirttiğim gibi, yıllarca sürdürdüğüm bir çabaya, göz nuru ve emeğe el konması karşısında şaşkınım. Ancak, çalışmamın haksız kullanım yoluyla da olsa, gerek duyan kişilerin açık yararlanmasına sunulması tesellim oluyor. Böylesine haksız bir yolla da olsa kullanacak öğrencilere, mimarlara, mühendislere, dil meraklılarına haklarımı helâl edebilirim. Korsanlığı yapanlara gelince, onlara haklarımı helâl etmem söz konusu değil. Bunun onlar için önemi olmadığını biliyorum. Onların bilinç ve vicdanlarının helâl, haram gibi kavramları ayırt etmeye elverişli olduğunu sanmıyorum. Konu yine mahkemede bitecek gibi görünüyor. Bu tür kişilere hakkı, hukuku, ahlakı, fikre ve emeğe saygıyı nasıl öğretsek acaba? |

