İstanbul’un Düşmanları Kaynak : 23.11.2010 - Mimarlık Dergisi - 356 | Yazdır

 

Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, İstanbul’u mimari açıdan incelemek ve yorumda bulunmak üzere gönderilen ünlü Macar mimar- yazar Karoly Kos “İstanbul’un üç düşmanı vardır: “deprem, yangın, insanoğlu” diyordu (1). Günümüzde yangınlar etkisini yitirmiş durumda, ancak öteki tehditler hâlâ sürüyor. Deprem tehdidi hâlâ var; düşman insanoğlunun başında da şehri yönetenler geliyor. İstanbul’un ilk belediyesi (şehir emaneti), Galata’nın tarihi surlarını yıkıp ortadan kaldırarak işe başlamış (2). Sonraki dönemlerde de İstanbul’u yönetenler, belediye başkanları, hattâ zaman zaman kimi başbakanlar plan, program ve bilgi yoksunu iddialı, benbilirimci girişimleriyle bu şehre zarar verdiler. Ne yazık ki bugün de benzer girişimlerin sürdüğünü belirtmek durumundayız.

İstanbul’da günün modası ve aynı zamanda sorunu, “kentsel dönüşüm” projeleri ve yoğun yapılaşma. AKP Hükümeti, İstanbul’u finans ve turizm merkezi haline getirerek bir dünya şehri yapmak istiyor. Bu amaçla da kamunun büyük finans kurumlarını Ankara’dan İstanbul’a taşımayı planlıyor. Buna karşılık, şehrin doğru dürüst bir planı olmadığı gibi yerleşme ilkeleri de belirsiz. 1:100.000’lik Çevre Düzeni Planı onaylandı ama ona da pek uyan yok. Örneğin o planda 3. Boğaz Köprüsü yok. Köprünün yeri Başbakan’ın helikopter turunda göz yordamıyla belirlenerek kamuoyuna duyuruldu. Şehirde uygulamalar daha çok ada ya da parsel bazında yapılan plan değişiklikleriyle yürütülüyor. Daha önce de yazdığım gibi bizde belediyeler plan yapmayı değil, plan değişikliği (tadilâtı) yapmayı seviyorlar.

Kentsel dönüşüm girişimleri şu aşamada İstanbul’u İstanbul olmaktan çıkaracak türden tehditler içeriyor. Kısacası, kentsel dönüşüm, kentsel yağmaya dönüşme noktasında. Dönüşümün artı değeri kime sunuluyor? Kente mi, yoksa bazı kişilere mi? Tarlabaşı, Zeyrek, Süleymaniye, Sulukule, Balat gibi semtlerde kentsel dönüşüm uygulamaları sonrasında yaşamlarını oralarda sürdürebilecek gelir düzeyinde olmayanlar yerlerinden atılıyor. Soylulaştırma sürecinde yoksullar dışlanıyor, zayıflar eziliyor. Bütün bunların toplumsal gerçeklere aykırı gelişmeler olduğu açık. Ayrıca, Tarihi Yarımada’da uygulanmak istenen Osmanlı özentisi yeni yapılaşmanın, tutarsızlığı bir yana orayı Disneyland’e dönüştürmesi tehlikesi var.

Bir yandan olumlu bir gelişme olarak Marmaray Demiryolu yapılırken öte yandan şehrin altı, otomobil tünelleriyle oyuluyor ve yine lastik tekerlekli araçlara hizmet için Boğaz Geçişi Araç Tüneli projesi devreye sokulmaya çalışılıyor. Boğaz’a 3. Köprü ısrarı ise sürmekte. Hâlâ her şey “otomobil” için… Başbakan, 1995’te İstanbul Belediye Başkanlığı sırasında “3. Köprü bir cinayettir” dediğini unutmuş görünüyor.

Aslında, İstanbul’un yerleşme dengelerini kökünden sarsan gelişme, alternatif sağlıklı toplu taşıma çözümleri yerine, otomobile yönelik Boğaz Köprüleri ile olmuştur. Şehir yanlış ve başıboş bir şekilde kuzeye kaymış, çektiği nüfus artışına ek olarak Asya ve Avrupa yakalarındaki yerleşme dengeleri bozulmuştur.

Bilindiği gibi hiçbir köprü, yalnızca bir “köprü” den ibaret değildir. Çevre yolları, yeşili yok eden yeni yerleşme kuşakları yaratmaktadır. Bunlar, şehri anormal ölçüde büyütürken bir yandan da boğmaktadır. Öte yandan köprünün en büyük tehlikesi, yarattığı “köprüler tuzağı”dır. İstanbul bu tuzağa düşmüştür. Günümüzdeki 3. Köprü tartışmaları bunun kanıtıdır.

Başka bir köprü, Haliç üzerine metro geçişi için kurulacak köprü…Belediye Başkanı’nın konsept tasarımı ile hazırlanan, Altın Boynuz’u sözümona simgeleyeceği ileri sürülen yüksek pilonlarıyla, tartışmalı köprü projesi. Tartışma sürerken köprünün yapımına başlandı bile. UNESCO Dünya Mirası Komitesi bu köprünün yöredeki kültür varlıklarına, olağanüstü evrensel değerdeki kültürel mirasa zarar vereceğinden duyduğu kaygıyı belirtmekten geri durmuyor. Sonuçta, bu konuda yapılacak çalışmanın 15 Ekim 2010 gününe kadar kendilerine iletilmesini istiyor.

Köprü alttaki birçok ayakla taşındığı halde, yabancıların Haliç’e “Altın Boynuz” demelerine atıfta bulunmak üzere dahice bir buluşla (!) 65 m. yüksekliğindeki boynuz – pilonlara da gergilerle asılıyor. Pilonlar sırf “boynuz”u simgelemek üzere var gibi… Bir de, metro istasyonu köprünün tam ortasında… Bu çözüm köprüyü gereksiz yere genişletiyor ve ağırlaştırıyor. Ayrıca, trenden inenler iki yakaya yürüyecekler. Kıyıdan gelenler de tersini yapacaklar (3).

İşte, evrensel değerdeki bir tarihsel çevrede yer alacak köprü, uluslararası bir mimari yarışmanın konusu olabilecekken bir belediye başkanının kişisel hırsının kurbanı olabiliyor.

Yine aynı komite, önerdiği iyileştirme çözümlerinin ulaştığı noktayı belirlemek ve İstanbul’un “Dünya Mirası Listesi”nden çıkarılarak “ Tehlike Altındaki Dünya Mirası Listesi”ne alınması konusunda karar vermek için Türkiye’ye 1 Şubat 2011 gününe kadar süre tanıdı.

Başka bir olgu: İstanbul’da bir süreden beri her yer satılık… Özellikle de kamu arsaları…Yeşile dönüştürülmesi gereken kamu arsaları satılıyor ve yoğun yapılaşmaya açılıyor. İşte birkaç örnek: Mecidiyeköy’deki İETT otobüs garajı Cevahir AVM oldu, 4. Levent’teki eski garaj arsasına dikilmek istenen Dubai kuleleri, Levent’teki Karayolları arsası ile Mecidiyeköy’deki Tekel Likör Fabrikası ve Ali Sami Yen Stadı arsaları yoğun yapılaşmaya açılmak üzere satıldı. Sıra, Haydarpaşa Garı ve Salıpazarı liman tesislerine (Galataport) geldi. Oralar da hukuki engeller aşılabilirse satılacak ve yoğun yapılaşmaya açılacak. Buna karşılık, nitelikli kamusal alanlar yaratılması yöneticilerin aklına gelmiyor.

AKM’nin durumu hâlâ karışık. Başbakan mevcut AKM’nin yıkılmasını istiyor. Tabii daha yoğun bir yapılaşmaya olanak sağlamak için… Tuhaflığa bakın: İstanbul 2010’da Avrupa Kültür Başkenti oldu, ama şehrin en önemli kültür merkezinden mahrum.

Yıllardan beri süregelen olumsuzluklar, “ben yaptım oldu” anlayışından kaynaklanıyor. Şehri yönetenlerde bilgiye saygı olmadığı gibi, demokratik katılımlı bir kent yönetimi anlayışı da söz konusu değil. Kentlinin görüşü saygı görmüyor; sonuçta birçok konu yargıya taşınıyor. Ne yazık ki yönetenlerin siyasi yetişmişliği, toplumsal uzlaşma anlayışına elverişli değil.

(1) Kos, Karoly, Eylül 2008, Bizans’tan Osmanlı’ya İstanbul Mimarisinin Doğu Kökeni, Kaynak Yayınları, İstanbul, s.68.

(2) Eyice, Semavi, 1969, Galata ve Kulesi, TTOK Yayını, İstanbul, s. 16.

(3) Hasol, Doğan, 2010, “Haliç Metro Köprüsü Üzerine”*, Mimarist, sayı: Bahar 2010.