MALZEME VE TEKNOLOJİK GELİŞME
Teknoloji daima bina formlarını etkilemiştir ve her çağın mimarları malzemelerin teknik imkanlarından ilham almışlardır. Parthenon ve Gotik katedral, her ikisi de esas itibariyle özel bir tekniğin mahsulüdür. (C. Siegel)
Dünyanın izlediği gelişim, bilimin önce teknik haline gelişi, sonra da tekniğin endüstriye yol açışı, yepyeni üretim ve yaşama düzenlerinin ortaya çıkmasını sağladı. Tarımsal düzen içerisinde sınırlı tabii malzemelerle beslenen ve yüzyıllar boyunca edinilen tecrübelerle mükemmelleşen köklü yapı ve detay anlayışı endüstri devrimi ile birlikte birdenbire değişti. Bu ani değişim, mimari kavramları fiziksel gerçekler haline getirmesi gereken teknik ile form birleşmesinin mantık ölçüleri dışına çıkmasına yol açtı. Modern çağın temel malzemelerinin (çelik ve betonarme) ortaya çıkışı yıllarında, özellikle XIX. yüzyılda yeni malzemelerin eski tekniklerle kullanıldığı; sosyal düzendeki duygu – düşünce kopukluğunun mimaride, yapı teknolojisi ve malzemenin gerçek dışı kullanılışında biçimsel olarak tezahür ettiği görüldü. Bunun sonucu ise XIX. yüzyıl mimarisinde görülen kriz oldu. Bu kriz, Batı düşüncesi ve toplumundaki gelişimi daha çok biçimsel yönüyle izleyen ve tamamen değişik olanaklara sahip bulunan yurdumuzda yakın tarihlere kadar benzer belirtileriyle hüküm sürmüştür. Batı taklitçiliği bugün dahi başka bir görünümle devam etmektedir. Batı dünyası ise birinci dünya savaşından önce, özellikle Bauhaus esprisiyle mimarlık alanında rasyonel konstrüksiyon ve detaya dönerek yapı, teknik ve sanatın ahenkli birliğini kurabilmiştir.
MALZEME ENFLASYONU PLANLAMA Günümüzde bütün dünyadaki malzeme çeşitliliği (enflasyonu) dolayısıyla sonsuz detay imkanı ortaya çıkmış bulunuyor. Ancak bu kadar çok çeşitli malzemenin yapı içinde kendi özelliğinin ve imalat amacının gerektiği şekilde kullanılması her zaman mümkün olamamaktadır. Bunun sonucu olarak da konstrüksiyon ve detay anlayışı teknik ve ekonomik yönlerden köksüzleşmeğe yüz tutuyor. Öte yandan, gelişen ulaşım imkanları ve özellikle yayınlar dünya mimarlığını evrenselleşmeğe, benzer malzeme ve teknolojik imkanlarla aynı yöne yöneltmeğe büyük ölçüde yardımcı oluyorlar. Bütün bunlara karşılık, bugün hızlı bir kalkınma çabası içine girmiş bulunan ülkelerin, işleri tesadüflere bırakmamak ve artık endüstri haline gelmiş ve “insan”ın refahına yönelmiş bulunan bilimsel güçten yararlanmak amacıyla planlı kalkınma şeklini tercih ettiklerini yapı alanında da malzeme enflasyonuna -tesadüfiliğe- set çekmeleri lüzumu ve kullanılacak olanları imalat, projelendirme ve uygulama yönlerinden en doğru ve faydalıya yöneltmeleri zorunluğu ortaya çıkıyor. Boşluğun doldurulabilmesi için, gelişmiş ülkelerin bir çoğunda yapı malzemesi araştırmaları, endüstrileşmiş yapının üç bileşeni olan makinalaşma, rasyonalizasyon ve prefabrikasyon alanlarında, yapılan çalışmalarla birlikte ciddiyetle yürütülmektedir. Fransa’daki “Cerntre Scientifique et Technique du Batiment”, İngiltere’deki “Building Research Station”, Hollanda’daki “Bouwcentrum” adı geçen memleketlerde bu görevi yüklenmiş olan benzer kuruluşlardır. Örneğin, 17 Aralık 1947 tarihli kanunla kurulmuş olan CSTB kuruluş statüsü uyarınca, Bayındırlık Bakanlığı adına teknik incelemeler, araştırmalar ve anketler yapar; diğer mütehassıs kuruluşlarla birlikte konut ve yapının normlaştırılması, standartlaştırılması konularında teknik doküman ve yönetmelikleri hazırlar; geleneksel olmayan yapı usullerini, malzeme ve diğer teçhizatı inceleyerek kullanma müsaadesi verir; yukarıda sayılan işleri gerçekleştirebilmek için Bakanlıkça tahsis edilen şantiyeler üzerinde deneysel araştırmalar yapar; yapı ve malzeme alanındaki yayınları ile teknik ve bilimsel araştırma sonuçlarını yayar; yapı alanındaki sanatçı ve teknisyenlerin eğitimine yardımcı olur. Özetleyecek olursak bu kuruluşlar, “eldeki imkanları en rasyonel şekilde ilgililere duyurabilmek” ve “ihtiyaçlara göre eldeki imkanların geliştirilmesi, daha iyi imkanların aranıp bulunması” şeklindeki ikili amacı gütmektedirler. (1) |
|
Batılıların kendi ülkelerindeki bu çalışmalarla yetinmeyerek, özellikle malzeme ve yapı elemanları alanındaki kalite-ekonomi araştırmalarını Avrupa ölçüsünde ele aldıklarını ve bu amaçla Belçika, İspanya, Fransa, İtalya, Hollanda, Portekiz’in bir araya gelerek U.E. A.T.C. yi kurduklarını görüyoruz. Önce Osmanlı devrine dönerek aşağıdaki satırları okuyalım, “İnşaatta kullanılan malzemenin mevzu nizamata muvafık olup olmadığı mimarbaşılar tarafından mütemadiyen teftiş edilir, hile ve ihtikara sapanlar şiddetli cezalara çarptırılır”.. “İstanbul’da inşaatta kullanılan taş, mermer, somaki, tuğla, kiremit, kum, kireç, horasan, kereste, çivi, demir, pirinç, gibi malzemenin tespit edilen evsafa ve ölçülere uyması şarttı”..
“İnşaatta kullanılan kerestelerin nevilerine göre ne boyda, ne ende ve ne kalınlıkta kesilerek satılması da nizama bağlanmıştır. Bunların kullanılacakları yerler de tespit edilmişti. Direklerde, kemer gergilerinde, temel kazıklarında ve çerçevelerde çıralı, çam, kapılar ve kanatlarda ceviz, şimşir ve meşe kullanılırdı. Gergiler Fatih devrinde demire tahvil edilmiştir”.. “Prof. A. Gabriel’e göre Fatih devri tuğlalarının 4,5X28X28 cm. ebadında olduğu Rumeli Hisarındaki duvarlardan anlaşılmaktadır”.. “Kiremitlerin boyunun eski mimar arşını ile 18 parmak; bir başının genişliği 8 ve diğer başınınki 7 olması nizamen tespit edilmişti. Bunların iyi pişmiş olması ve ağırlıklarının 460 dirhem bulunması şarttı. Kiremitler tespit edilen ölçü ve şekle göre kalıplarda yapılarak damgalanırdı. Lazımgelen evsafı haiz olmayanlar tahrip ettirilir ve sattırılmazdı”. (2) Bir de bugünkü durumumuzu gözden geçirelim. Tarımsal düzenden endüstri düzenine geçmekte olan ülkemizde birçok sanayi kollarında olduğu gibi yapı malzemesi alanında da büyük yatırımlar yapılmaktadır. Ancak planlı kalkınma şeklini seçtiğimiz halde, bu yatırımların Türkiye’nin birbirinden farklı durumlar gösteren çeşitli bölgeleri için öncelikle hangi çeşit yapı malzemesi imaline yöneltilmesi yolunda, hiç değilse yol gösterici mahiyette, sürekli ve planlı bir çalışma yoktur. Yapılmakta olan yatırımlar sonucunda üretilen malzemenin büyük bir kısmı bilimsel bir araştırma ile değil de benzer yerli veya yabancı malzemenin imalatçının görüşüne göre adaptasyonu olarak ortaya çıkmaktadır. Kalite ve standartlar konusunda derinlemesine araştırmalar bulunmamakta, fiat ve kalite arasında en iyi denge olarak tanımlanabilecek ekonomi unsuru Türkiye’nin bugünkü imkan ve ihtiyaçları da göz önüne alınarak incelenmemektedir. Projelendirme (detay çalışması) ve uygulama (işçilik) safhalarında da mevcut malzeme enflasyonu yeterli sonuçlar alınmasını engellemektedir. Mimari ve yapı, alanlarında Batıya biçimsel yöndeki açılışımız, belirli teknolojik imkanların ve başka özel faktörlerin yarattığı formları, dergilerden körükörüne kopya etmek suretiyle ve elimizde bulunan, imkanları sınırlı malzeme ve işçilikde yaratmağa çalışmak bizi çoğu kere mutlu olmayan sonuçlara götürmüştür. Bu durum, malzeme, detay ve konstrüksiyon anlayışımızın estetik, teknik ve ekonomik köksüzlüğünden ileri gelmektedir.
SONUÇ Bugün, yapı malzemesi alanında, başıboş da olsa, endüstrileşme başlamıştır, Türk yapı sanatının endüstri dünyasında atacağı kaçınılmaz adımlar için şimdiden yapı ve malzeme konularının derinlemesine ele alınmasına ve Batı örneklerinde olduğu gibi, “prodüktivitenin geliştirilmesi, kalitenin ıslahı ve yapı maliyetinin düşürülmesi çalışmaları ile, yapı ve özellikle konut alanındaki gelişime araştırmalarla yol gösterici olarak katılacak” bir “yapı araştırma merkezi”nin Devlet eliyle ve öncelikle kurulmasına ihtiyaç vardır. Yapının endüstrileşmesi hareketine ve araştırmalarına mimarların şimdiden katılmaları, bunun eksikliğinden dolayı ileride görülmesi muhtemel sakıncaların başlangıçtan itibaren ortadan kalkmasını sağlayacaktır. Hareketin başarısı, yani bugünkü imkanların en rasyonel şekilde değerlendirilmesi ve ileride endüstrinin mimariyi ezmek yerine onun hizmetine girmesi de buna bağlıdır.
(1) B. ÖZER, Mimarimiz ve Araştırma, MİMARLIK 1966/8, S.5 (2) C. E. ARSEVEN, Türk Sanatı Tarihi S. 752 – 753
|