Mimarinin Yerel Renklere İhtiyacı Var |
Kaynak :
30.06.2010 -
KALEM Dergisi - 12
|
![]() |
Türkiye’de mimarlık mesleğinin gelişmesine büyük katkıları olan Yapı-Endüstri Merkezi Yönetim Kurulu Başkanı, İstanbul Serbest Mimarlar Derneği Başkanı, yayıncı ve yazar Doğan Hasol, çok yönlü kişiliğiyle birçok işin ve çalışmanın altına imza atmış bir önemli bir isim. Türkiye’de yapı sektörünün duayenlerinden olan Doğan Hasol’u Yapı Endüstri Merkezi’nde ziyaret ettik, keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik.
Birçok işi, o kadar başarıyla yürütüyorsunuz ki, isminizin önüne hangi unvanı koyacağımızı şaşırıyoruz. Kendinizden bahseder misiniz? 1961’de İTÜ Mimarlık Fakültesi’ni bitirdim. 1961’de Mimarlık ve Sanat Dergisi’ni çıkaran bir gruba katıldım. İTÜ’deki asistanlığımın yanı sıra Mimarlar Odası’nın dergisi olan Mimarlık’ın Yazı İşleri Müdürlüğü’nü yaptım. 1968’de bir grup arkadaşımla birlikte yapı alanında bir bilgi merkezi olan Yapı-Endüstri Merkezi’ni kurduk. Uluslararası Yapı Merkezleri Birliği (UICB)’nin iki kez başkanlığına, daha sonra da Onur Üyeliği’ne seçildim. Yaklaşık 40 yıldan beri Yapı-Endüstri Merkezi’nin başındayım. Burada Yapı Dergisi’nin yanı sıra başta Yapı Kataloğu olmak üzere, mesleki kataloglar ve mimarlık kitaplarının yayımlanmasına, kurslar, konferanslar, seminerler düzenlenmesine ve sanal mimarlık müzesinin hazırlanmasına önayak oldum. Serbest mimarlık çalışmalarımı eşim ve kızımla birlikte kurduğumuz Has Mimarlık grubu içinde sürdürüyorum. Mimarlığın daha iyi anlaşılır ve uygulanabilir olması, Türkiye’nin mimarlık yapıtları bakımından zenginleşmesini sağlamak adına kurulan İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nin de şu anda başkanıyım. Yapı-Endüstri Merkezi (YEM) her anlamda sektörün gelişimine önemli katkılar sağladı değil mi? YEM’in 42 yıldır düzenlediği etkinlikler, seminerler, fuarlar, teknik geziler, çıkardığı yayınlar mimarlar ve sektör için mükemmel bir platform oluşturdu. YEM sektör için çok büyük bir adımdı; 1968’de başlatılan doğru bir projeydi. YEM kendisini sürekli geliştirdi. Başlangıçta dört kişilik kadrosu vardı, bugün yaklaşık 100 kişinin çalıştığı bir kurum. Yapı sektöründeki firmalarla sürekli iletişim halindeyiz. “Uçan kuştan haberimiz olacak” ilkesini benimsedik. Sektör için yapı katalogları çıkarıyoruz. YEMAR diye araştırma bölümümüz var. Özellikle istatistik araştırmalar üzerinde çalışıyor, her yıl “Türk Yapı Sektörü Raporu” hazırlıyor. Kısacası YEM olarak sektörde önemli ilklere imza attık. Ayrıca yapi.com.tr ve mimarizm.com gibi çok ziyaret edilen web portallerimiz var; www.mimarlikmuzesi.org adresinde sanal ortamda bir de Mimarlık Müzesi kurduk. Mimarlık Müzesi’nde Türk ve dünya mimarlık mirasını oluşturan, ulaşılabilir her türlü belge ve tanıklık derleniyor. Çeşitli kişi ve kurumların arşivlerinde saklanan belgeler gün ışığına çıkarılıp internet ortamında incelenebilir hale getiriliyor. www.archmuseum.org adresinde de İngilizce yayını olan Mimarlık Müzesi, Türk mimarlığının yurtdışında tanınması, Türk mimarlığı ile uluslararası mimarlığın kesiştiği noktaların ortaya konması açısından büyük bir işlevi yerine getiriyor.
Sizi ve yapılarınızı farklılaştıran özellikler nelerdir? Bizim kuşağın eğitimi, modern mimarlık dönemine denk geliyor. Doğru fikirlerle yetiştik. Modern mimarlıkta her çizginin bir anlamı vardır. Çizdiğiniz her şey anlamlı ve doğru olmak zorundadır. Bizim anlayışımız, doğru ilkelere sadık kalarak estetik değerleri ön plana çıkaran, olabildiğince yalın ve işlevsel yapılar doğrultusundadır. |
Türkiye’de mimarlık kültürünün varlığından söz etmek zordur. Tarihe baktığımızda, kendimizi kanıtladığımız tek sanat dalının mimarlık olduğunu görürüz. Osmanlı mimarisi dünya mimarlık tarihinde ciddi bir yer tutmasına rağmen, bugün onu bile korumakta zorlanıyoruz. Toplumumuz mimari çevrelerin içinde yaşıyor ama mimarinin ne olduğunun pek farkında değil. Türkiye’de ciddi mimarlık üretimi var, ama daha çok da başıboş bir gelişme var.
Her yerde gecekonduları, kaçak yapılaşmaları ve bunların sonucu olarak çarpık kentleşmeyi görmek mümkün. Bu anarşik ortamda mimarların yaptığı düzgün şeyler de kaybolup gidiyor. Bir de değer bilmeyen bir yanımız var. Yaptığımız iyi yapıları, çok kısa bir sürede yıkabiliyoruz. Örneğin, Tatilya yapıldı, ömrü 11 yıl oldu. Levent’te otomatik bir katlı otopark yapıldı; Türkiye için bir yenilikti. O da 10 yıl sonra yıkıldı. Maslak’taki Vestel –Garanti Bankası binası da öyle… Yıkıldığında o da 16 yaşındaydı. Bunların hepsi de ödüllü yapılardı. Bir yapının ekonomik ömrü en az 50 yıldır. Bu kargaşa içinde yapının ömrü mimarınınki kadar bile olamıyor. Rant uğruna yepyeni binalar yıkılıyor. Aşırı nüfus ve anormal şehirleşmenin spekülatif sonuçları bunlar. Bu çarpıklık içerisinde iyi mimarlık da yok olup gidiyor. Her şeyi yıkarsak geleceğe, bugünden ne bırakacağız?
Mimaride tasarım ve inovasyon nasıl uygulanıyor? Bu konuda mimarlarımız bilinçli mi? Batılı bir mimarın yetişme tarzıyla, bizim mimarların yetişme tarzı arasında çok fark yok. Ancak Türkiye, farklı tasarımlara ve inovasyona hazır bir ülke değil; ne toplum, ne kamu ne de yatırımcılar buna hazır. Dolayısıyla böyle bir ortamda yenilikler yapmak mümkün değil. Ancak yapılarda teknoloji ve biraz da ekoloji alanında inovasyon yapılıyor. Örneğin daha iyi tasarım sayesinde yaşam kolaylaşıyor.
Dünyanın birçok yerinde yenilikçi yapılar görmek mümkün. Bu anlamda mimari nereye gidiyor? Mimarlar binaları kendi kendilerine yapmıyorlar. Her yapının bir yatırımcısı vardır. Bir ülkede mimarlığın önemini kavramış yatırımcılar olmadığı sürece, mimari iddialı binalar yapmak kolay değildir. Önce yatırımcıların mimarlığı istemesi, benimsemesi gerekiyor. Örneğin, Has Mimarlık olarak Gebze’de yaptığımız Anadolu Sağlık Merkezi son derece tutarlı bir mimarlık örneği oldu; çünkü işin sahibi buna hazırdı, ne istediğini biliyordu. İzmir Büyük Efes Oteli yenilemesinde de aynı durum oldu. Öte yandan, kamu da mimarlığın pek farkında değil. Öncelikle ülkenin mimarlık politikasının belirlenmesi gerekiyor. Bu konudaki tek yasa, “Mimarlık ve Mühendislik Yasası” 1938’den kalma. Mimarideki potansiyelimiz bu sıraladığım nedenlerle tam olarak ortaya çıkamıyor.
Peki yatırımla birlikte Türkiye’de yenilikçi binalar yapılırsa, nasıl olur? Günümüzde bütün ülkelerin mimarlıkları birbirinden etkileniyor. Bunda küreselleşmenin, iletişim olanakları ile teknolojinin yaygınlaşmasının büyük payı var. Ancak yine de bazı yerel özellikleri yapılara yansıtmak gerekir. Yapıları biraz da ülkenin kültürel yapısı ve coğrafyası biçimlendirir. Ancak yerelliği, vaktiyle bu topraklarda yapılmış olan mimari yapıları taklit etmek yoluyla yaratamayız. Çağdaş teknoloji olanaklarını kullanarak yepyeni ve içinde yerel renkler barındıran mimarlık örnekleri yaratmak zorundayız. Çünkü mimarlık estetik boyutuyla da sürekli yenilik isteyen ve çağdaş bir dil gerektiren bir sanat.
Kale Kilit’le ilgili neler söylemek istersiniz? Kale Kilit’in bu sürece nasıl bir katkısı oluyor? Sadık Özgür Bey’le dostluğumuz 1973 yılına dayanıyor. Kardeşim rahmetli Yalçın Hasol, Has Reklam’ın sahibiydi ve Kale Kilit’in reklamlarını yaparlardı. O dönemde Sadık Bey’le tanışmıştım. Kardeşimin vefatında Sadık Bey yakın ilgi göstermişti. Bakın, Yapı-Endüstri Merkezi’nin 1981 yılı Yapı Kataloğu’nda Kale Kilit’in bir reklamını bulduk. O günkü ürünlerle bugünküleri kıyasladığımızda Kale Kilit’teki büyük gelişmeyi görmek mümkün.
|