Mimarlık ve Teknoloji Kaynak : 04.10.2004 - Cumhuriyet Gazetesi Mimarlık Eki | Yazdır

Eski çağlardan beri teknolojinin mimarlıkta önemli bir yeri olmuştur. İki bin yıl önce, Romalı mimar Vitruvius “De Architectura” adlı kitabında başarılı bir mimarlık için “Utilitas, Firmitas, Venustas” (kullanışlılık, sağlamlık, güzellik) etmenlerinin gerekli olduğunu ileri sürmüştü. Daha sonraları “İşlev, Konstrüksiyon, Estetik” olarak özetlenen formül bugün de büyük ölçüde geçerliliğini korumaktadır.

Her mimari üründe aslolan, “amaca uygunluktur”. Amaca uygunluğun içinde biçim (form+estetik), işlev ve konstrüksiyon (teknolojik öğeler) vardır. Önemli olan, bu öğelerden birinin ötekine üstünlüğü değil, bunların amaca uygun olarak uyumlu bütünleşmesidir.

İyi mimarlık örnekleri en azından, işlev sorunlarını çözen yani gereksinmelere iyi yanıt veren, estetik değerlere sahip, sağlam-sağlıklı yapılardır. Estetik mimarlığın sanatsal boyutudur. Sağlamlık ve sağlık konuları ise kullanılan teknoloji ve malzemeyle yakından ilgilidir.

Avusturyalı ünlü mimar Otto Wagner (1841-1918) yeni konstrüksiyon, yeni malzemeler ve insanların yeni gereksinmeleri, biçimlerin topluca yenilenmesini zorunlu kılar” derken teknolojinin ve işlevin, biçimleri çok fazla etkilediğini vurgulamaktaydı. Doğrudur: Yeni ürünler, yeni teknolojiler yapıların çehresini belirliyor. Bu, her dönemde böyle olmuştur. Yapılar biçimden, işlevden soyutlanamayacakları gibi teknolojiden de soyutlanamıyorlar.

İnsanoğlu ilk yapılarından başlayarak strüktür ve detay çözümlerinde günümüze dek çeşitli malzeme, alet-gereç kullanmıştır. Ağaç dalları, ahşap, taş, pişmiş ya da çiğ toprak, demir, cam, çelik, betonarme, alüminyum, plastikler ve daha niceleri … Bütün bu malzemeler ve kullanılan teknolojiler, çağlarına damgalarını vurmuştur.

Taş, yığma duvarı; tuğla, kemeri, tonozu ve kubbeyi geliştirmiştir. Cam, pencere boyutlarını büyütmüş; betonarme, çok katlı iskeletli yapıyı getirmiş, geniş açıklıkların kolayca aşılmasını sağlamış, binaların boyutlarını ve görünümünü değiştirmiştir. Çelik ve asansör teknolojisi, gökdelenlere yol göstermiş, böylece yapıların değişmesiyle pek çok kentin görünümü de bambaşka bir duruma gelmiştir. Yine çelik ve camdaki gelişmeler eski dönemlerde hiç görülmeyen bir giydirme cepheyi ortaya koymuştur. 20. yüzyılda kabuklar, uzaysal strüktürler, şişirme sistemler, asma-germe sistemler (örneğin, büyük açıklıklı asma köprüler) önceki dönemler için belki hayal bile edilmeyen ya da yalnızca düş düzeyinde kalan uygulamalara yol açmışlardır.

Kısaca diyebiliriz ki, 20. yüzyılın teknolojisi olmasaydı ne şelale evi, ne Villa Savoye, ne Petronas Kuleleri, ne Boğaz Köprüsü, ne Frank Gehry’nin müzeleri, ne de akıllı binalar olabilirdi.

20. yüzyılın ortalarında Nervi, Torroja, Candela, Buckminster Fuller, Le Ricolais, Frei Otto, sonraları Peter Rice ve Santiago Calatrava gibi yaratıcı strüktür mühendisleri geliştirdikleri strüktür tasarımları ve uygulamalarıyla 20. yüzyıl mimarlığına önemli plastik değerler katmışlardır.


Santiago Calatrava, Lizbon’da tren istasyonu.


Peter Rice, Paris’te Le Grand’ Arche binası giriş saçağı. Asma germe sistemle ‘bulut’.

Günümüz mimarlığında gözden uzak tutulmaması gereken bir nokta da hiç kuşkusuz, çevre duyarlılığıdır. Yapıların çevreye duyarlı olmaları artık ön koşuldur. Az enerji tüketen, çevreyi kirletmeyen, içinde yaşayanları zehirlemeyen yapılar … Kullanılan teknoloji ve malzemenin bu koşullara ayak uydurması beklenir. Malzeme üreticilerinin de çevrenin korunması konusunda daha bilinçli ve duyarlı olmaları beklenmeli.

Yüzyıllar boyunca süren ahşap, taş, tuğla egemenliği giderek yerini yeni malzeme ve tekniklere bırakmıştır. Günümüzde bir malzeme çeşitliliği ve bolluğuyla karşı karşıyayız. Bugün binlerce malzeme arasından en uygun olanı seçmek mimarlara ve mühendislere büyük sorumluluklar yüklüyor. Doğal ki, bilgi iletişiminin yaygınlaşması teknik adamların avantajıdır. Olması gereken, doğru malzeme ve teknolojinin doğru olarak uygulanmasıdır. Bu da yine bilgi gerekliliğini ön plana çıkarıyor. Kısacası, yapılar belki bazı malzemeler olmasa da yapılabilir ama bilgi olmadan asla …

“Yeni malzeme ve teknolojiler mimarların önünü açmıştır” denebilir; ancak onların düşlerinin de malzeme ve teknolojilerin gelişmesinde payı yok mu ? Teknolojik gelişmenin temelinde düşlemek yatar. Doğaya uyumu ilke olarak benimseyen, “soyut ve zaman ötesi güzellik anlayışı yerine işleve değin bir mükemmellik arayan” ünlü mimar F.L. Wright bile 1 mil (1610 m) yüksekliğinde bir gökdeleni düşleyip tasarlamaktan kendini alamamıştır.

Şimdi önümüzde yeni sorular var: Yakın gelecekte çeliğin ve betonarmenin yerini alacak yeni bir malzeme türü ortaya çıkmayacak mıdır? Bu konuda kehanette bulunmak olanaksızdır. Düşünür Pierre Gaxotte‘un dediği gibi, Gallup Enstitüsü taş çağında var olsaydı, biz hala mağaralarda oturuyor olacaktık”.

Taş çağından sonraki çağları da gördüğümüze göre, şimdilik yalnızca düş ürünü olan ütopik kentlerin, ütopik yapıların ileride yeni malzemeler ve yepyeni teknolojilerle gerçekleştirilebileceğini söylemekle yetinebiliriz. Gelecekçi ve ütopyacı düşünceler bir yandan teknolojinin geleceğine bel bağlarken bir yandan da hedef gösterici olmaktadır. Yine başa dönerek özetlersek, her dönemin teknolojisi mimari yapıta damgasını vurmuştur. Gerçek mimari yapıt hiç kuşkusuz, estetik ve işlevsel niteliklerinin yanısıra doğru teknolojisini de yansıtan yapıttır.