Olaylar- Yorumlar (Öküz Boynuzunu Salladı!, Marmaray’a Ne Oldu?, İnönü Stadyumu) |
Kaynak :
01.04.2011 -
Yapı Dergisi - 353
|
![]() |
Bu dünyayı biz yaratmadık, sahibi de, efendisi de değiliz, ama kaynaklarını hoyratça sömürmeyi sürdürüyoruz. Doğa, bağışlamıyor, öcünü alıp insanoğlunu hizaya getirmeyi biliyor; hiç beklenmedik anlarda uyarıyor, silkeliyor. 1999 Kocaeli ve Düzce depremlerinde bunun acı deneyimini yaşamıştık. Hatalarımızın acısını fazlasıyla çektik, bedelini fazlasıyla ödedik. Soru hâlâ ortada duruyor: O depremden ders çıkarabildik mi? Yanıt, hem “evet” hem “hayır”, ya da “evet ama yetmez” şeklinde. Bu konulardaki cahilce umursamazlığımız hâlâ sürüyor. Japonya, nükleer enerji santrallarını kurarken 8 büyüklüğündeki depremlere göre önlem almış; tsunamiye karşı önlemleri de yine o ölçüde… 8.9’luk deprem karşısında hiçbiri yeterli olmadı. Başta Japonya olmak üzere dünyanın pek çok ülkesi hâlâ radyasyon tehdidi altında ve panik halinde. Şimdi nükleer santral sahibi ülkeler, santrallarını denetim altına alma peşindeler. İncelemeler sonucunda belki birçoğunu kapatma kararı alacaklar. Bize gelince, biri Mersin-Akkuyu, öteki Sinop’ta yer almak üzere ihale edilmiş olan santralların yapımının mevcut koşullarda sürdürülmesi konusunda Hükümet kararlı. Kararlılığını uyarılara kulaklarını tıkamış olarak inatla sürdürüyor. Mersin-Akkuyu santralı Ecemiş fayı ve Akdeniz’deki bazı fayların çok yakınında yer almasına karşın yeni incelemelere pek gerek görülmüyor. Nükleer santral yapılması konusu, dünyanın karşı karşıya olduğu enerji kıtlığı nedeniyle vazgeçilmez gibi… Ancak kuşkusuz, tehlikelerinin en aza indirilmesi için alınabilecek bütün önlemlerin alınması gerekiyor. Benbilirimci tavırla inat etmenin, “Bize bir şey olmaz abi” söyleminden pek de farklı olmadığı açık. 1999 depremlerinden sonra, “İnsanları deprem değil, yapılar öldürür” söylemi haklılık ve yaygınlık kazanmıştı. Ne var ki zaman, felaketleri bile törpüleyip unutturuyor. Bu kez Japonya’da yaşanan felaketin ardından konuyu sıcaklığıyla yeniden düşünmemiz, enine boyuna tartmamız gerekiyor. Nükleer santralların dışında da üzerinde bir kez daha düşünülmesi gereken büyük projelerimiz var. Örneğin, Marmaray, Boğaz Köprüleri, yapımına son günlerde karar verilen Lastik Tekerlekli Araçlar için Tüp Tünel gibi… Marmaray’a Ne Oldu? Söz buraya gelmişken, son günlerde medyada birçok kişinin sorduğu soruyu biz de soralım: “Marmaray’da durum nedir?” Başbakan yaş gününü Marmaray Tüneli’nin içinde kestiği pastayla kutlarken projenin gecikmiş olmasını kazılarda çıkan arkeolojik buluntulara ve konunun yargıya taşınmasına bağladı. Başbakan şöyle diyordu: “Yok şurdan çanak çıktı, yok şurdan çömlek çıktı diye bizi oyaladılar. Üç yıldır yargıyla uğraşıyoruz.” Melih Aşık, kazıların arkeolojik kazanımlarını Arkeolog Mustafa Kaya’dan aktardı (1). Biz de özetleyerek aktaralım: “Marmaray kazılarında dünyanın en büyük antik limanlarından biri olan Theodosius limanı alanında surlar, ahşap ve taş iskeleler, mendirek, depo yapıları bulundu. Limanın içinde MS. 5. ve 11. yüzyıllar arasına tarihlenen 35 adet ahşap gemi ortaya çıkarıldı. İstanbul dünyada en çok batığın bulunduğu yer olarak tescillendi. Kazılar sırasında birçoğu dünyanın başka hiçbir yerinde bulunmamış (ünik) 40 bin adet obje ile yaklaşık 800 kasa dolusu anfora tespit edildi…” “Liman dolgusunun altında İstanbul’un ilk yerleşimi ortaya çıkarıldı. Bu kazılar sonucunda İstanbul’da yerleşik hayatın MÖ. 6500 yılında başladığı tespit edildi. İstanbul’un ilk köyünün evlerinin temelleri, ilk İstanbulluların kullandıkları binlerce çanak, kemik, taş, çakmaktaşı bulundu. İlk İstanbullulara ait mezarlar gün yüzüne çıkarıldı.” Çok özetlenmiş arkeolojik bilanço böyle. Başbakan’ın sözlerini izleyen günlerde, Marmaray Projesi’nin gerçekte başka sorunlar nedeniyle durmuş olduğu konusu medyanın gündemine geldi. Marmaray’ın bir bölüm işlerini üstlenmiş olan Fransız şirketler (Alston-Marubeni) ile ortakları Doğuş İnşaat (kısaca AMD) işi bırakmıştı. AMD’nin rayları döşemesi, istasyonları yapması bekleniyordu; hiçbiri olmadı. Anılan ortaklığın tazminat istemiyle uluslararası tahkime gittiği bildiriliyor. Marmaray’da yapım Nisan 2010’da yani Marmaray’ın “tüp tünel” bölümünü Japon firmalar üstlenmiş ve o işi bitirmişti. Şimdi, iş durmuşken, Japonya’da yaşanan felâketten sonra Marmaray projesinin de bir kez daha gözden geçirilmesi ve denetlenmesi gerekir diye düşünmeliyiz. Görüldüğü gibi, işi Japonların yapmış olması artık “garanti belgesi” yerine geçmiyor. İnönü Stadyumu
|
Verilmiş herhangi bir izin olmadığı halde Kulüp Başkanı, yaklaşan genel kurulu dikkate alarak olmalı, Beşiktaş dergisinin Mart sayısında şunları yazıyor: “Tahminimizden hızlı bir şekilde ilerleyen stat projemiz ile ilgili izinleri çıkarttık. Bir aksilik olmazsa Mayıs sonunda kazmayı vuracağız. Stadımız, büyük bir olasılıkla yap-işlet-devret şeklinde yapılacaktır. Nisan ayı sonlarına doğru ihalesini gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz stadımız, 42 bin 500 kişi civarında bir kapasiteye sahip olacaktır.” Kulüp yönetiminin tek hatası bu değil. ” İnönü” adının önüne “Fiyapı” adını eklemiş olması da kabul edilebilir gibi değil. “Fiyapı İnönü Stadı” adı yalnızca Beşiktaş’a değil, hiçbirimize yakışmıyor. Stadın büyütülmesinin mümkün olmadığını birçok kez yazdım, iki yıl önce bir de öneride bulundum: “İnönü Stadı fazlalıklarından arındırılır ve güçlendirilerek özgün halinde korunur. Beşiktaş için de İstanbul’un elverişli bir yerinde çağdaş, görkemli bir stat yapılır. Hattâ bu iş gerekirse devlet ya da belediye desteğiyle gerçekleştirilir. Kanımca doğrusu budur” (2). Önerimi, bazı TV programlarında da dile getirdim. YAPI’nın geçen sayısında Büyüteç sayfasında öneriyi yineledik. Şimdi öneri bazı çevrelerce benimsenmiş olmalı ki destekleyen sesler yükselmeye başladı. Bu arada Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın stadın büyütülmesine karşı çıkarak ilgili “Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu”nu da eleştirdiğini medyadan öğrendik. Anlaşılıyor ki o Koruma Kurulu, bu yıkım projesine “hayır” dememiş, belki de kapı aralamış. Bakan Günay, konuyla ilgili soruları yanıtlarken özetle şunları söylemiş: “BJK yönetimi, içinde AVM, otel ve altında 2.500 araçlık otopark bulunan 42 bin kişilik stadyum öneriyor. Ben ‘Dolmabahçe bölgesini daha da tahrip edenlere göz yuman bir kültür bakanı’ olarak tarihe geçmek istemiyorum. Konunun bir de yüksek kurulda görüşülmesi gerekir” (3). Daha sonra İlber Ortaylı, “Beşiktaş da Başka Stada Taşınmalı” diye yazdı (4), bir gün sonra yine Ertuğrul Günay’ın söyledikleri “İnönü Stadı Asla Genişletilemez” başlığıyla Radikal gazetesinde yer aldı (5). Oktay Ekinci de Cumhuriyet’te, “İnönü Stadı Mirasımızdır” başlıklı, anlamlı bir yazı yazdı. Ortaylı kısaca şunları söylüyordu: “Şahsen Beşiktaş takımını tutarım, 100’üncü yılda kilometrelerce uzunluktaki bayrağı taşıyanlardanım… Bu nedenle açıkça söylüyorum; Galatasaray’a tahsis edilen büyüklükteki ve konumdaki bir arazinin Beşiktaş’a verilmesi gerekir. Belki bugünkü stadın olduğu yerde de düşük profilli, gelir getiren, otopark gibi bir tesis bu takıma tahsis edilebilir. Ama mevcut stadyumun büyütülerek orada tutulması bu şehre, bu tarihe, bu çevreye karşı vahim bir saygısızlık hatta cinayettir.” (4) Oktay Ekinci, yazısını “Peki Ne Yapmalı?” sorusunun yanıtıyla bitiriyor: “Bu sözü 30 Ocak’ta Milliyet’te aktaran Melih Aşık’ın da dediği gibi: ‘En iyi çözüm bu. Beşiktaş Kulübü İnönü Stadı’nı artık rahat bırakmalıdır’” (3). Stat ünlü İtalyan Mimar Vietta Violi ile Türk mimarlar Fazıl Aysu ve Şinasi Şahingiray ve tarafından tasarlanmış; temeli 19 Mayıs 1939 günü atılmıştır. Yapımı 2. Dünya savaşı nedeniyle geciktiği için stat ancak 1947’de hizmete girmiştir. Aslında, stadın o günkü kabul edilebilir büyüklüğüyle bile yapıldığı yer yanlıştır. Dolmabahçe Sarayı’nın has ahırlarının (Istabl-ı Âmire) bulunduğu vadiye yapılmıştır. Stadın saraya ait bir alanda, sarayın hemen yanıbaşına yapılmış olmasını başta Çelik Gülersoy olmak üzere pek çok kişi kıyasıya eleştirmiştir. Buna karşın sonradan yapılan bazı değişiklikler ve Gazhane tarafına eklenen üst tribünle stat biraz büyütülerek seyirci kapasitesi artırılmıştır. Bugün istenen, tescilli stadın yıkılarak yerine, alışveriş merkezi gibi rant tesisleri ve otoparklarla donatılmış, oturmalı düzende 42.500 seyirci kapasiteli bir statla yeni bir yapılaşmaya gidilmesidir. Bu yapılamaz. Aklı başında hiçbir kurul, hiçbir belediye, hiçbir şehirci, hiçbir mimar İnönü Stadı’nın yıkılmasına, yerine başka bir stat yapılmasına onay veremez. Veremez, çünkü stat Cumhuriyet döneminin önemli karakteristik mimarlık yapıtlarından biridir ve üzerinde Anıtlar Kurulu’nca alınmış koruma kararı vardır (6). Hiçbir Koruma Kurulu tescil kararını kaldıramaz; kaldırırsa yıkımın altında kalır. Öte yandan, çevresinden geçirilen yollarla kuşatılmış olan stat bugünkü haliyle bile yerine sığamaz hale gelmiştir. Dolmabahçe, son olarak getirilen tünel çıkışının da etkisiyle günün her saatinde trafiği tıkanan bir düğüm noktası halindedir. Burası artık 42.500 kişinin, 2.500 araçlık otoparkın ve alışveriş merkezinin yoğunluğunu hiçbir şekilde kaldıramaz. Değinilmesi gereken son bir nokta da, sırtında yapılan yapıların Dolmabahçe Sarayı yapısına zarar verdiği yolundaki raporların varlığı. Bütün bunlar, kulüpçe yapılmak istenenlerin, özelde Cumhuriyet dönemi mirası olan İnönü Stadyumu, genelde İstanbul için uygun olmadığını ortaya koyuyor. Kulüp yönetimi olmayacak hayaller peşinde koşarak zaman kaybediyor; Beşiktaş’ın koşulları zorlamak yerine, tarihinden gelen büyüklüğüne yaraşır bir çözüm üretmesi doğru olur. Notlar 1.Aşık, M., “Çanak Çömlek”, Milliyet, 2 Mart 2011 2.Hasol, D., İnönü Stadı Yıkılamaz (2), Cumhuriyet, 3.Ekinci, O., İnönü Stadı Mirasımızdır, Cumhuriyet, 4.Ortaylı, İ., Beşiktaş’ın Stadyumu Başka Yere Taşınmalı, Milliyet Pazar, 13 Mart 2011. 5.Ezgi Başaran’ın söyleşisi, Radikal, 14 Mart 2011. 6.Hasol, D.; İnönü Stadı Yıkılamaz, Cumhuriyet, 9 Nisan 2009. |