Üç Doğan ile Kent, Mimarlık ve İstanbul Üzerine | Kaynak : 25.06.2021 - artdogistanbul.com Bahar TÜRKAY | Yazdır |
Mimar Doğan’lar… Üç Doğan kitabı, bu yılın başında yayımlandı. Kitap, üretimleri ve birikimleri ile Türkiye’nin mimarlık tarihinde ve kültür yaşamında çok önemli yeri olan Doğan Kuban, Doğan Tekeli ve Doğan Hasol ile Ceren Çıplak Drillat’ın yaptığı söyleşiden oluşuyor. Hasol ve yazar Ceren Çıplak Drillat ile konuştuk. DOĞAN HASOL:
Bir Latin atasözü vardır: “Verba volant, scripta manent” (söz uçar, yazı kalır). Bunun için sözlerin yazıya dökülmesi en tutarlı yoldur. Ben uzun zaman yayıncılık da yaptığım için çeşitli fikirlere ulaşma ve sürekli yazma olanağı buldum. Zaman zaman tuttuğum notlar kadar, güçlü bir belleğe sahip olma şansımın da büyük desteği olduğunu söylemeliyim.
Çalışma ve üretimde program ve zamanı iyi kullanmak çok işime yaradı. Benim hiçbir zaman tek bir işim olmadı. Birçok işte eşzamanlı olarak çalıştım. İnsan her şey için yeterli zamanı bulabiliyor. Önemli olan, işi programlamak ve zamanı iyi kullanmaktır. Zamansızlıktan yakınanlar bunu beceremeyenlerdir.
Kuban’la buluşmamız daha eskidir. Öğrenciliğimizde Kuban doçentti ve Mimarlık Tarihi dersini verirdi. Daha sonra ben Fakülte’nin son sınıfına geldiğimde, Bülent Özer’le birlikte çıkarmaya başladıkları Mimarlık ve Sanat Dergisi’nde kendilerine yardımcı olmamı istediler. Bu süreç mezuniyetten sonra beni asistan olarak İTÜ’de kalmaya yöneltti. Tekeli’yi ise başarılı mimarlık çalışmalarından ve uygulamalarından tanıyordum. Benden 9 yıl önce İTÜ’yü bitirmişti. Kendisiyle, Yapı-Endüstri Merkezi yöneticiliğim sırasında yayın, vb. konularda yakınlaşmamız oldu.
Bugünlerde, 20. yüzyıl Türkiye mimarlığının çok değerli örnekleri birbiri ardından yıkılıp yok ediliyor. Fransız Mimarlık Yasasının 1. maddesinde de belirtildiği gibi, mimarlık, ülke kültürünün önemli bir göstergesidir. Bu gidişle yıkımlar nedeniyle ileride, Türkiye’de 20. yüzyıl hiç yaşanmamış sanılacak. Kentsel ortamları toplum biçimlendirir; toplumun bireyleri de o mekânlardan etkilenir kuşkusuz. Burada karşılıklı bir etkileşim söz konusudur; iyi ya da kötü mimari çevreler, o çevrelerde yaşayan insanların toplumsal, ekonomik ve kültürel düzeyleri konusunda fikir verir. Ünlü devlet adamı Winston Churchill’in bir deyişi vardır: “Biz binalarımızı biçimlendiririz; sonra da onlar bizi biçimlendirir” diye. Ben onu kentlere uyarlıyorum. “Biz kentlerimizi biçimlendiririz; sonra da onlar bizi.”
Mimarlık günün olanaklarından yararlanarak ihtiyaçlara uygun yapıtlar üretir. Günün olanaklarının başında hiç kuşkusuz malzeme ve teknoloji vardır. Teknoloji özellikle Sanayi Çağı’nda mimarlığa yepyeni olanaklar sağlamıştır. Gökdelenler, yapısal çeliğin, asansör ve su pompalama sistemlerinin devreye girmesi sayesinde gerçekleştirilebilmiştir. Bugün Bilişim Çağı’nın sunduğu yepyeni olanaklar var. Bilgisayar destekli çizim, tasarım, sunum, hatta uygulama söz konusu. |
Mimarlığın tanımı pek değişmedi. Romalı mimar Vitruvius’un M.Ö. 1 yüzyılda ortaya koyduğu “Mimarlık = İşlev+Sağlamlık+Güzellik” formülü bugün de küçük bir farkla geçerli. Şöyle: Mimarlık = “İşlev x (Konstrüksiyon+Strüktür) x Estetik” haline geldi. Yani artılar, çarpı oldu. Bileşenlerden birinin sıfır olması durumu bir yapının mimari değerini de sıfıra indiriyor.
Az da olsa var. Eski eserlerin yeni işlevle değerlendirilmesi sırasında Anıtlar Kurulu’nun o zamanki kabullerine göre yalnızca cephenin korunabileceği, arkasının ve içinin yıkılıp yeniden farklı şekilde yapılabileceği şeklinde bir uygulamamız oldu. Bugün olsa, iç mekân esprisini de korumak isterdim.
İstanbul’a “Mega-Şehir” ya da “Mega-Kent” diyenler var. Ben “Azman Şehir” demeyi yeğliyorum. Aşırı nüfus, kentin kimliğini yok edecek şekilde aşırı yapılaşmayı getirdi. Dünyada bütün büyük şehirlerde nüfus frenlenmiş durumda. New York’ta, Londra’da, Paris’te olduğu gibi. Bugün Almanya’da 4 milyonun üzerinde nüfuslu şehir yok. Başkent Berlin’in nüfusu 3,7 milyon. 2018’de İstanbul’un nüfusu dünyada mevcut 216 ülkeden 145’inin her birinin nüfusundan fazlaydı. Anormal nüfusuyla İstanbul’da artık ne yazık ki ne kentsel planlama ne de kentsel tasarım uygulanabiliyor. Girişimler de hâlâ Kanal-İstanbul örneğindeki gibi yine hep nüfus artışını körükleyecek nitelikte. Dertlerimizi yazılar ve tweetlerle duyurmaya çalışıyoruz.
Planlama! 1. Ülke çapında planlama. İş ve işgücünün ülke çapında doğru dağılımı, yani Ülke fiziksel planı, 2. Bölge Planlama, 3. Kentsel Planlama ve Kentsel Tasarım. Bütün bunlar “bilgi” ve uzmanlık gerektirir; Siyasilerin “Ben yaptım oldu” anlayışıyla olmaz. İşte bunların yokluğu nedeniyle bir sözümü tekrarlamak isterim: “İstanbul güzeldi, şimdi gelişigüzel.”
Kişisel yorumum şöyle olabilir: “İstanbul’u izliyorum gözlerim fal taşı.” CEREN ÇIPLAK DRILLAT:
İstanbul’un nüfusunu sorguladım, çünkü, Üç Doğan da sözü hep buraya getiriyordu, evet, 20 milyonluk bir şehir olur mu? Teknik cevaplara ilaven Doğan Kuban, “20 milyon nüfus olan bir şehirde kültür olmaz” dedi. Bu aklımdan çıkmadı. İstanbul ve deniz ilişkisini hep sorguluyordum ama daha da sorgulamaya başladım. Bir deniz şehri olan İstanbul’da neden denizle iletişimimiz zayıf? Bunu hepimiz sormalıyız. Daha önce de söylemiştim, tekrar edeyim: Hasollar’ın yalısında, karşımızda deniz ve İstanbul uzanırken ve onlar konuşurken şunu anladım, Mimar Doğan’lar, sevilebilir, içinde insan gibi yaşanılabilir bir şehrin peşindeler… Zaten o yüzden sordum: Bir şehir nasıl sevilebilir olur?
Üç Doğan’ın adı aynı ama meselelere bakışı farklı. Doğan Tekeli ve Doğan Hasol, İstanbul hâlâ güzel diyor ve çözüm var diyor. Doğan Kuban ise umutsuz: “İstanbul’u kurtarmak hayal, Suriçi’ni kurtarın. Suriçi 1.440 hektardı, İstanbul 600 bin hektar” diyor. Ancak Kuban’ın umutsuzluğu insan kaynaklı! Doğan Hasol, plan odaklı. Yöneticilerin, buyurgan bir anlayıştan çıkıp uzmanlarla görüş alışverişinde olmaları gerektiğini vurguluyor. Hasol’un yöntemi bir anlamda, paylaşımcı bir anlayışla, uzmanlarla beyin fırtınası yapmak. Doğan Tekeli ise mimarlığın, müteahhitlere teslim edilmiş olmasından yakınıyor.
Üçü de aslında şunu söylüyor, kentleşme sorunu kadar kentlileşme sorunu da ele alınmalı. Şehirde yaşayanlar da güzel şehir istemeli ve bunu talep etmeli!
Başlık yerine şu soruyu gündeme getirmek isterim: “İstanbul’un denizle iletişimi neden zayıf?”
|